Gerçeğe de, sahteliklere de aykırı

Balyoz Davası’nın Yargıtay safhası fiilen 15 Temmuz 2013 günü başlıyor. Hasdal, Hadımköy, Silivri, Sincan ve Mamak’ta “hükmen tutuklu” bulunan Balyoz sanıkları, savcılık iddianamesi, mahkeme heyetinin tutumu, özel yetkili mahkemenin kararı, gerekçeli karardan sonra şimdi de Yargıtay savcısının hazırladığı tebliğnameyle ilgili itirazlarını duyurmaya çalışıyor.
İşte onlardan biri, Deniz Kurmay Albay Murat Saka, eşi Işın Hanım aracılığıyla yolladığı mektubunda Yargıtay savcısının tebliğnamesini “hatanın tekrarı” olarak yorumluyor:


***


“Hiçbir dayanağı olmayan bir iddianın, bir Cumhuriyet savcısının yazdığı iddianamede yer aldığını gördüğümde, bu gerçeğe aykırı bilgi ve iddianın ne maksatla yazılmış olduğunu anlamakta güçlük çekmiştim. Duruşmadaki beyanlarımız sonrasında duruşma savcıları tarafından hazırlanan Esas Hakkındaki Mütalaada da aynı iddia yer alınca itiraz etmiştik. İtirazımıza rağmen, Özel Yetkili Mahkemenin hâkimleri tarafından hazırlanan gerekçeli kararda da aynı iddiaya yer verildiğini ve bu iddianın, ben dâhil on sanığın suçlu olduğuna kanaat getirilmesinde bir gerekçe olarak kabul edildiğini gördüğümde, ilk başta tuhaf bulduğum hatanın önemini anlamıştım. Şimdi, Yargıtay’da görevli bir savcının hazırladığı 17 Haziran 2013 tarihli tebliğnameyi gördüğümde ise, o hatanın etkinliğini daha da iyi anlıyorum.


***


Yargıtay savcısı, Plan Semineri Çalışmasında yer almadıkları görülen bir kısım sanıklar için şu ifadelere yer vermektedir:
“Bu sanıkların Balyoz Harekât Planından haberdar oldukları ve bu amaçla aktif rol alarak cunta yapılanmasının faaliyetlerine asli maddi fail olarak katıldıkları da kabul edilmiştir.”
Savcının, bu insanları asli maddi fail kabul edebilmesi için, bir faaliyetini tespit etmiş olması; plandan haberdar olduğunu kabul edebilmesi için ise, görevi kabul ettiğini gösterir bir imzalı belgesini görmüş olması veya bir faaliyetini tespit etmiş olması gerekir. Böyle bir tespit olmadığı halde yukarıda yazılı olan kabullenmenin dayanağı, esas hakkındaki mütalaaya ve sonrasında gerekçeli karara da yansıtılmış olan gerçeğe aykırı iddialardır.


***


Şöyle ki;
Birçok deniz subayına suç atabilmek maksadıyla, EGAYDAAK (Egemenliği Andlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada Adacık ve Kayalıklar) Çalışma Grupları yaratılmış ve otuzun üzerinde isim bu gruplara monte edilmiştir. Hâlbuki bu ada-adacık-kayalıklara istinaden iki ülke arasında krizin yaşanmış olduğu dönemde (1997) ve sonrasında dahi böyle bir çalışma grubu teşkil edilmemiş, konu üzerindeki çalışmalar sadece birkaç proje subayı tarafından yürütülmüştür...
(...)
Kurguya göre, ikinci grupta görevli olan bir subay tarafından iki konuda fikir üretilir. (...) Üçüncü grubun üyelerini öneriler hakkında toplantı yapmış ve bir karara varmış, aktif rol almış gibi gösterir. (...) Bu iddia hem gerekçeli kararda hem de tebliğnamede, “Plandan haberdar oldukları ve suça iştirak ettikleri/faaliyetlere asli maddi fail olarak katıldıkları” şeklindeki kabullenmeye de imkân sağlar.
Aynı kabullenme, ikinci grup üyeleri için söz konusu değildir; çünkü o kişilerin toplantı düzenledikleri ve konuları tutanak altına aldıklarını gösterir ne gerçek, ne de sahte tek bir toplantı tutanağı yoktur.
(...)
İkinci grup üyeleri için yapılan bu kurgu hatasına rağmen, “Grup içinde toplantı düzenledikleri, toplantıda görüşülen konuları tutanak düzenlemek suretiyle kayıt altına aldıkları görülmüştür” şeklindeki hem gerçeğe hem de sahteliklere aykırı olan iddia, iddianamede ve esas hakkındaki mütalaada yer bulabilmiştir!
(...)
Gerekçeli karara tepkileri dindirmek için ortaya çıkan kimi basın mensupları ve konuşmacılar; ”Bu davanın daha Yargıtay safhası var, doğru ve yanlış mutlaka ayıklanacaktır“ mealindeki söylemlere başvurmuştu...
Şimdi ise, Yargıtay savcısı, hüküm verilmişler arasından 70’e yakınını ayırarak şu kanaatini ifade ediyor:
Bunların dışında, sanıklar tarafından hazırlandığı iddia ve kabul edilmeyen bir kısım belgelerde veya listelerde sadece isimleri bulunan, kendilerinin aktif rol almadığı, görevlendirildikleri konu ile ilgili herhangi bir çalışma yaptıkları, mahkûmiyete yeterli delil ile kanıtlanamayan sanıkların ise Balyoz Harekat Planından haberdar oldukları ve bu faaliyetlere katıldıkları hususunda kuşkuların bulunması nedeniyle bu sanıklar açısından atılı suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmadığı kanaatine varılmıştır.
Savcı bu şekilde, ismi bir listeye dâhil edilmiş fakat herhangi bir eylemde bulunduğunu destekleyecek belge üretilmemiş sanıkları ayırmaya karar vermiştir.
(...)
Balyoz davasını inceleyen savcı bu şekilde bir ayrıma giderken, aynı Yargıtay’ın başka bir davaya bakan savcısı ise, dijital deliller hakkında daha farklı bir yorum getiriyor. O savcının 17 Mayıs 2013 tarihli ve 2013/7750 numaralı tebliğnamesinde şu cümle yer almaktadır:
Bilgisayar kullanıcı adlarının başkaları tarafından kullanılması ya da oluşturulması mümkündür.
Başkalarında ele geçen ve içeriğinde bu sanıkların adlarının geçtiği belgeleri sanıkların temin ettikleri, oluşturdukları, kaydettikleri ya da başkalarına transfer ettikleri dosya kapsamındaki deliller itibariyle sabit değildir.
Burada ifade edilen bilimsel gerçekler henüz Balyoz davasında kıymet görmedi. Yukarıdaki ifadelere yer veren bir Yargıtay savcısının varlığı, adaletin bir gün işleyeceği yönündeki umutlarımızın tekrar doğmasına da imkân vermektedir. Adalet, günü geldiğinde herkes için lüzumlu olabilecektir.”

Yazarın Diğer Yazıları