General Cromwell’i Asmak
Oliver Cromwell, dini açıdan muhafazakar bir İngiliz asildir. Cromwell, 1628’de parlamentoya girmiştir. 1641’de vergileri artırmak isteyen Kral I. Charles ile buna direnen parlamento arasındaki gerilim iç savaşa dönüşünce, Cromwell parlamentonun yanında yer almıştır. Parlamento ordusunu yöneten Cromwell, sonunda krala karşı sürdürülen savaşı kazanmıştır. 1649’da I. Charles asılarak idam edilmiştir. Böylece İngiltere’de 12 sene sürecek olan cumhuriyet dönemi başlamıştır. Cromwell, 1658’de ölmüştür. Yerine oğlu Richard geçti ise de bir askeri ayaklanma ile devrilmiştir. İngilizler, astıkları kralın oğlu olan II. Charles’ı tahta davet etmişlerdir. II. Charles, Cromwell’in mezarından cesedini çıkartarak astırmıştır. Sonra başı kesilmiş, cesedi tekrar asıldığı darağacının altına gömülmüş, başı ise bir kazığa geçirilerek, II. Charles’ın hükümdarlığı boyunca Westminster Hall’in tepesinde tutulmuştur.
Cromwell’i neden anlattım? Çünkü 12 Eylül iddianamesinin mahkeme tarafından kabul edildiği bir süreçte aklıma Cromwell’in öldükten sonra asılması ve kafasının kesilmesi geldi. Siyaseten ölmüş figürleri yargılamak, Cromwell’i asmaya benziyor. Peki, 12 Eylülcüler yargılanmayı ve mahkûm edilmeyi hak ediyorlar mı? Evet ediyorlar, ancak hukuken değil, vicdanen yargılanmayı hak ediyorlar.
12 Eylül yönetimi hiçbir şeyden suçlu olmasa bile tarih ve millet önünde iki husustan suçludur. Bunlar, 1) PKK davası ve Kürtçülük meselesinin yanlış halli yöntemlerinin Kürtçülüğü azdırmış olması, 2) Milli direnç gücünü ortadan kaldıracak yöntemlere başvurması. 12 Eylülcüler, bu hususlardan ötürü tarih ve milli vicdanda yargılanmalı ve mahkûm edilmelidir. Ancak hukuken yargılanmaları bir başka husustur.
Hukukun temel kurallarından birisi zaman aşımı kuralıdır. Devletin ceza vermesi amaç değil, araçtır. Amacın zamanla telafi olup, eski hale geldiği durumlarda, devlet bu araçtan vazgeçer. Zaman aşımı kavramı devletin hangi suçlarda ne kadar süre geçtikten sonra yargılama hakkından vazgeçeceğini belirler. Örneğin bir katil, cinayet işlediği andan itibaren 20 yıl yakalanmaz ise 20 yıl bir gün sonra polise teslim olsa dahi yargılama gerçekleşmez.
Bazı suçlarda ise zaman aşımı hukuku uygulanmaz. TCK’da 2005 senesinde yapılan değişiklik ile 77. Madde insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı kuralının uygulanmayacağını tespit etmektedir. Bu yasa hükmü ancak yürürlüğe girdiği dönemden sonraki suçları kapsayıp öncesine uygulanmaz.
12 Eylül askeri darbesinin üzerinden 31 sene geçmiştir. Eğer 12 Eylül Anayasası referandum tarihini suçun sona ermesinin tarihi olarak alırsak geçen süre 29 sene olur. 29 sene önce işlenen bir suç zaman aşımı kuralına tabi olduğu için yargılama yapılması mümkün değildir. Her ne kadar iddianamede zaman aşımı sürecinin ancak “12 Eylül 2010” referandumu sonrasında yürürlüğe gireceği ileri sürülse de bu tezi kabul etmek mümkün değildir. Bu, katil zanlısını 20 yıl bir gün sonra yakalayan polisin, “zaman aşımı süresi şimdi başladı” demesine benzer.
Ote yandan TCK’nın 2. Maddesi suç ve cezanın yasada tanımlanmış olması gerektiğini ortaya koyar. Bu ilke kanunilik ilkesidir. 12 Eylül Anayasası ile darbeciler 12 Eylül askeri rejiminin tasarruflarının yargılanamayacağı hususunu referanduma sunarak “hukuka uygun hale” getirmişlerdir. Bu durumu bir başka örnek ile somutlaştırabiliriz. Eğer, 12 Eylül askeri rejimi tek maddelik bir yasa çıkarıp, “adam öldürmek suç değildir” hükmünü yasalaştırsaydı, cinayet suçundan hüküm işlemiş herkes dışarıya çıkardı. Ve tekrar cinayeti suç sayan bir yasa yürürlüğe girene kadar işlenen cinayetler suç olmazdı. Ancak cinayeti suç sayan yasa tekrar çıktıktan sonra işlenen cinayetlerin failleri mahkûm edilir, yasa geriye yürümezdi. Yani 12 Eylül’den dolayı 12 Eylül ile ilgili anayasa maddesi kaldırılsa dahi ancak ileriye doğru uygulanabilir, geriye doğru uygulanamaz. 12 Eylül tasarrufları ile ilgili ileri doğru uygulama olmayacağına göre kaldırılmasının hukuki bir sonucu olamaz. Peki, 12 Eylülcülere TCK’nın 77. Maddesi uygulanamaz mı? Hayır uygulanamaz. Çünkü yasalar ancak yürürlüğe girdikleri günden itibaren geçerlidir geriye yürümezler. Meselenin hukuki boyutu budur. 12 Eylül’ü demokratikleşme adına yargılarken, hukukun en temel kurallarından birisinin ortadan kaldırılması, hukuk devletinin gömülmesidir. Hukuk devleti olmadan demokratikleşme, çoğunluğun azınlığa veya en büyük azınlığın diğer azınlıklara tahakkümüne dönüşür. Hukuk devletsiz demokrasi olmaz.
Meselenin hukuki boyutu budur. Bir de meselenin siyasi boyutu var. 12 Eylül’ün üzerinden 31 sene geçmiş olması zaman aşımı ile ilgili bir başka hususu ortaya çıkarıyor. Zaman aşımı uygulaması cezalandırmanın olmaması durumunda, toplumsal infial ve tepkinin ortaya çıkmamasını da bir ölçüt olarak alıyor. Üzerinden 31 sene geçmiş, geçen zamanda iki yeni neslin doğduğu bir dönemin yargılanması, zaman aşımı ilkesinin nereye kadar geri gideceğini de sorgulamaya açacaktır. Sadece askeri darbeler değil, yargının isteğine göre zaman aşımına girmiş başka suçlar da yargılanabilir hale gelecektir.