Genelkurmay "yasa dışı" bir örgütlenme mi!

KCK operasyonlarında sadece BDP’liler gözaltına alınmadı; mesleğin başındaki (içlerinde Çağdaş Ulus gibi emniyet muhabiri olanlar bile var) çok sayıda gazeteci de tutuklandı. Onlar -kendilerinden özür diliyorum ama kimi “meslek büyüğü” abilerinin, ablalarının gözünde bu konumdalar- “maraba” sınıfından sayıldıklarından çoktaaan unutuldu adları. Ragıp Zarakolu kurtarıldı şimdi varsa yoksa Büşra Ersanlı!
Dünkü Radikal’de Oral Çalışlar’ın, Tayyip Erdoğan Leyla Zana görüşmesinin coşkusuyla yazdığı (ve şimdiye kadar benzerini yüzlerce kere okuduğumuz) “Büşra, yasal bir partinin yöneticisi. Cezaevine girmeden önce BDP adına anayasa görüşmelerine katılan ekibin içindeydi. Hakkındaki en ağır iddia ise yasal bir partinin yasal bir faaliyeti olan Siyaset Akademisi’nin kurulmasına önayak olması ve orada ders vermesi. Bunun KCK’yla, PKK’yla nasıl bir ilgisi olduğunu anlamak ise mümkün değil.” satırlarını görünce bir kere daha içim burkuldu.
Genelkurmay Başkanlığı “yasa dışı bir kurum” mu ki emeklisi-muvazzafı yüzlerce asker bu kurum adına yaptıkları faaliyetlerden suçlanıyor hâlâ?
İlker Başbuğ cezaevine girmeden önce bu kurum adına “Türkiye’nin güvenliği”nin emanet edildiği kişi değil miydi?
Atilla Uğur bırakın bu kurumu “devlet adına” Öcalan’ı sorgulayan kişi değil mi?
Bilgin Balanlı, Engin Alan, İbrahim Fırtına, Lütfü Sancar, Kadir Sağdıç, Gürbüz Kaya, Mehmet Fatih Ilgar; hepsini sıralasam sayfalar almaz aklıma gelen isimleri rastgele yazıyorum onların nezdinde bütün Balyoz sanıkları, Poyrazköy, İrtica ile Mücadele davalarının sanıkları... Bu kişiler “yasal kurumlarındaki faaliyetleri” yüzünden tutuklu değil mi?
Aynı mantıkla;
Cumhuriyet gazetesi, Aydınlık Gazetesi, Kanaltürk, Odatv “yasal kurumlar” değil mi?
Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Soner Yalçın, Hikmet Çiçek, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu ve bu davalardaki bütün diğer tutuklu gazeteciler “gazeteci” kimliğiyle yazdıklarından hatta yazmayı planladıklarından ötürü ceza çekmiyor mu?
Üniversiteler terör eğitimi kampları mı ki akademisyenler, yasal unvanları ile yasal olan bu kurumlarda, Cumhurbaşkanı tarafından atandıkları makamlarda imza attıkları uygulamalardan dolayı “terör örgütü yöneticiliği” ile yargılanıyorlar!
İşçi Partisi yasal bir parti değil mi?
Büşra Ersanlı’yı “yasal bir partinin yöneticisi” diye savunanlar; Doğu Perinçek’in “yasal bir partinin genel başkanı” olduğu gerçeğini bu kadar kolay maskeleyebilir mi?
Ya Mehmet Perinçek?
Yasal bir kurum olan İstanbul Üniversitesi’nin araştırma görevlisi olarak, zamanında, “yasal bir kurum olan İşçi Partisi’nin Gençlik Kolları”nda “yasal izinleri alınarak” yaptığı faaliyetlerin bedelini ödemiyor mu?
Bir hukuk adamı, Kemal Kerinçsiz unutuldu gitti. Kendisine atfedilen “suç”ların tamamına yakını mensup olduğu platformun eylemleriydi. Bir çok siyasi partinin, siyasinin, üniversitenin, sivil toplum kuruluşunun, meslek örgütünün katılımcısı olduğu Milli Güç Platformu yasadışı mıydı?
Öyle idiyse; neden toplantılarına, gösterilerine “yasal izinler” verildi?
Cumhuriyet Mitingleri yasa dışı mıydı?
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği yasa dışı bir kurum muydu?
Türk Ortodoks Patrikhanesi İstanbul’un göbeğinde korsan olarak mı faaliyetteydi yani?
Adını sıraladığım her kişiyi, her kurumu benimsiyor değilim; aralarında takdirle olduğu kadar ibretle izlediklerim de var ama Oral Çalışlar’ın bakış açısıyla yaklaştığımda ayrım yapmaksızın bu kurumların her birinin en az BDP kadar “yasal” ve bu isimlerin her birinin en az Büşra Ersanlı kadar “meşru” olduğunu söyleyebilirim.
Ersanlı’nın sadece ve sadece “yasal bir partinin yöneticisi” olduğu ve “parti faaliyetlerinden yargılandığı” referansı ile medyada bu kadar çok gönüllü avukat bulabildiği ortamda, bu ülkenin bunca değerinin bir kenarda kaderlerine terk edilmişliği...
Ayıp değil mi!
Yazık değil mi!




Sen iyisin çevrendekiler kötü!
Taktik değiştirdiler

Uzun zamandır -hatta hastalığı sırasında bile yumuşamayacak, aksine, bu durumu fırst bilecek biçimde- Tayyip Erdoğan’a tam kadro saldırı uygulayan gazetelerden biri “Lider Olmak” başlıklı ilginç bir yazı yayınlandı dün.
Erdoğan’ı futbol topuyla sembolize edip onu “taca çıkarmaktan” bahsedenler kendileri değilmiş gibiydi. “Lider zorla oluşturulmaz. Şimdi Tayyip Erdoğan lider ve partisinde onun yerini alabilecek kimse yok. Baskı yapıyor değil, ağırlığı öne çıkıyor” diyor, ardından da ekliyorlardı:
“Liderler içten (yakından) eleştirilmelidir, evet. Ama bu eleştiriler belirli ”üslup ve seviye“ özelliklerini taşımalıdır!”

***


Sonuna kadar okudum; bildiğiniz güzellemeler manzumesi...
Parti içinde yükselen çelişik sesleri anında bastırıp son sözü söyleyebiliyor ve bunu dinletebiliyor olmasından, o yurt dışındayken meydana gelen ani bir gelişmeye karşılık muhalefet dahil kimsenin tavır geliştiremediğine kadar uzanan bir “sensiz olmaz” haykırışı!
Yazar, hayranlıkla, uzun uzun Erdoğan olmanın “kolay iş olmadığı” anlatıyordu.
Sebebi hikmeti, yazının sonuna saklanan “evet sen iyisin, hoşsun, eşsizsin ammaaaa” faslında anlaşıldı.
Üstü açık-kapalı hemen her türlü tehdide, şantaja, kazan kaldırmaya, küstüm oynamıyoruma, çeker giderime karşılık, Erdoğan’ın bildiğini okumasına engel olamadılar ya, belli ki taktik değiştirmişler. Düne kadar “tek adam” diye, “paylaşmıyor” diye eleştirdikleri Erdoğan için şimdi tutmuş kargaları bile güldürecek bir “O ister miydi hiç böyle olmasını? Çevresi onu yalnızlaştırdığı için mecburen ”tek adam“ kalıyor, suç onun değil ki” hikayesi anlatıyorlar.
Finale (tesadüf değildir herhalde) “Dışişleri bakanı, bana fazla ”teorik ve idealist“ geliyor. Bazen Çağlayangil’le ve Fatin Rüştü Zorlu ile kıyaslıyorum, böyle bir duygu oluşuyor içimde. Akademisyenlikle reel siyaset arasında önemli farklar vardır. Sayın Erdoğan’ın bu alanla daha fazla ilgilenmesi gerekir. Karışma ihtiyacı, kendiliğinden doğuyor. Uçak krizini Başbakan yönetti ve şimdiye kadar iyi yönetti. Eleştiri yaparken şuna dikkat edelim: Hiçbir başbakanın omuzlarındaki yük bu kadar ağır değildi.” cümlelerin denk düşürülmesi, klasik taktiğe dönüşün delili gibi:
Sen iyisin, etrafındakiler kötü!




Hukuk uygulanmadıktan sonra ÖYM kaldırılsa ne olur

Özel Yetkili Mahkemeler’i ne yapmalı konusunda, bu mahkemelerin uygulamaları yüzünden yılları çalınanlar hariç herkes konuşuyor!
Onlardan biriyle; geçtiğimiz günlerde tahliye olan odaTV Davası sanığı gazeteci Müyesser Yıldız’la kısa bir telefon görüşmesi yaptık geçenlerde.
“Sorun Özel Yetkili Mahkemeler değil hukukun uygulanmıyor olması” dedi.
Özel Yetkili Mahkemeler toptan kaldırılsa bile Türkiye hukukun uygulan(a)madığı bir ülke olduğu sürece yargı mağduriyetinin sona ereceğine inanmıyor:
“Ben yargılanmam boyunca tek talebim oldu o da mahkemenin kaldırılması değil hukuku uygulamasıydı! Bütün bu davalar başka bir mahkemeye sevk edilse; orada da hukuk ihlali yapıldıktan sonra ne anlamı var ki? Asıl olan adı ne olursa mahkemelerin, hakim ve savcıların kendilerini yasaların üstünde görmemesi...”



BASINDAN SEÇMELER


La Fontaine’e Mektup...

Sevgili Jean de La Fontaine...
Senin “Kurt ile Köpek” hikâyeni alıp yazdım paşa paşa, başıma gelmeyen kalmadı...
Bizim (bir nevi) kral, televizyona çıktı, kalemimden pislik aktığını söyledi... Şövalyelerini saldı üzerime...
Eeee ben kılıç kalkan bilmem...
Suçu sana attım...

***


İktidarın adamlarından birisine, “Suç varsa La Fontaine suçlu” dediğimde verdiği yanıttan sana içerlediklerini de anladım...
“O da Ergenekoncunun teki” dedi çünkü... Senin “Öküz” hikâyeni hatırladım o an...

***


Sonra hakkımızda soruşturma açıldı...
İkimizin...
Sakın “Ben 1695’te öldüm ama” deme...
Açarlar soruşturmayı arkadaş...
Çünkü bizde geçen seçimde 20 bin ölü oy kullandı... Hatta ölü seçmenlerden bazıları sandık sandık gezip birkaç yerde birden oy attılar...
Şu anda da polis kimi ölmüş şüphelileri arıyor mesela, mahkemeye çağırdılar çünkü... Üstelik kaçmasınlar diye haklarında “tutuklama” kararı da var...
Havaalanlarına da yazıldı ki, ölüler yurtdışına çıkmasın...

***


Ayrıca adındaki “La” senin kesin bizden olduğunun kanıtı...
Kaçamazsın... Bu arkadaşlarda birçok “La” var...
“La Ali...”, “La İsmail...”, “La Osman...”, “La Remzi...”

***


Sonunda ikimiz hakkında soruşturma açıldı...
Düşünsene, ikimiz mahkemeye gidecektik... Ben hadi kimim ki?.. Ama seni yargılayacaklardı hikâyen yüzünden...
Üstelik bu yargılamayı kim istedi biliyor musun?..
Kralın şövalyeleri la...
“General” diyoruz biz...

***


Ama bir savcı...
Kralın değil, hukukun, adaletin, yargının, vicdanının savcısı, soruşturmayı reddetti... Avukatlarımdan duyduğuma göre, bir kadın savcı...
Bu konuda söyleyecek çok şeyim var ya...
(.........)

***


Böylece yargılanmaktan kurtuldun yani...
Ama senin hikâyelerindeki canlılar kurtulamadılar...
Aynı adamlar birkaç gün önce bir kanun hazırlayarak ev hayvanlarını “mal” saydılar... Böylece, site yöneticileri, belediyeler, komşular, istedikleri gibi kedilerini köpeklerini öldürebilecekler...

***


Seni bilmem aziz dava arkadaşım La Fontaine...
Ama ben üzüldüm, bıçak kemiğe dayandı artık bu ilkelliklerden...
İçimden geçiyor artık; insanlara sığınmış bir canlıyı, bir bebek kediyi, çöplüklerde kuru ekmek kırıntısı arayan anne köpeği vuracaklarına...
Varsın beni vursunlar...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet




Ordunun ilk görevi
Hatay’ı geri almak

ABD tampon bölgeyi Suriye’den önce Türkiye’de kurmuştur; Hatay fiilen tampon bölgedir artık...
Öyle ki, Hatay’da bir gün ABD senatörü sınır teftiş etmektedir, ertesi gün ABD’li özel harekatçı bir general basın açıklaması yapmaktadır. Bir gün ABD’li diplomat Esad karşıtlarıyla toplantıdadır, ertesi gün CIA sınırından silah sevkiyatı yapmaktadır.
O nedenle Türk Ordusu’nun görevi, önce Hatay’ı yeniden yurt topraklarına katmaktır!
Mehmet Ali / Güller Aydınlık




İzin verin de ben İmralı’ya bir gidip bakayım

Adalet Bakanı “Öcalan’ın İmralı’da olduğuna inanmayan gidip baksın” teklifinde bulununca
(kaçırılmaz fırsattı) kendi adıma “midem kaldırmaz” kaygısıyla geri durduğum “vazife”ye Mustafa Mutlu talip oldu.

Bakan Bey, Apo’nun şu an için İmralı’da olup olmadığını değil de; son bir yılda kaç gecesini İmralı’da geçirdiğini açıklamalıdır. Çünkü asıl konu bu:
Apo, siyah helikopterle ya da yatla kaç kez adadan alındı?
Bunu kimler, neden yaptı?
Bursa MİT Bölge Başkanlığı’nın misafirhanesinde kaç gece geçirdi?
Bu süre zarfında kimlerle, hangi konularda görüştü?
Sağlık gerekçesiyle alındıysa, götürüldüğü Uludağ Üniversitesi Hastanesi’nde neden özel güvenlikli bir odada bir gece bile kalmadı?

***


Ne ilginçtir ki Bakan Ergin bu iddiaların hiçbirini yanıtlamadı.
Sadece, “Apo İmralı’da... İnanmayan gitsin baksın” dedi.
Bu yazı, aynı zamanda Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e açık dilekçemdir.
Ben bu işe talibim!
Yani söylediklerinizin gerçeği “tamamen yansıttığına” inanmıyorum ve “Gidip bakmak” istiyorum.
Belirleyeceğiniz bir zamanda yanımda bir foto muhabiri kardeşimle birlikte İmralı’da Apo’yla görüşmek istiyorum.
Dünkü açık davetinizden sonra Ada’ya gitmem için gereken bürokratik işlemlerin yapılması için emir vereceğinizden de eminim! Umarım siz zaten o güne kadar, yukarıdaki soruların yanıtını da kamuoyuna açıklamış olursunuz...
Mustafa Mutlu / Vatan

Yazarın Diğer Yazıları