“Genelkurmay bana bağlı” demek kolay
Türk Silahlı Kuvvetleri Irak sınırında eylem yapmak üzere yanlarında silah ve cephane de taşıyan bir grup PKK’lıya karşı yaptığı operasyonda 12 teröristi öldürdü. Belli ki operasyon “sıcak takip” hakkı nedeniyle bir süre de sınır ötesinde devam etti.
12 teröristin öldürülmesi üzerine BDP’lilerin hâkim olduğu bölgelerde “yas” ilan edildi, dükkânlar kepenk indirdi, yer yer çatışmalar da yaşandı. BDP’liler artık PKK ve İmralı’daki mahkûmla ilgili bağlantılarını inkâr etmedikleri için tepki göstermeleri şaşırtıcı değil.
Ancak AKP yandaşları son operasyonla ilgili “çok garip” iddialarla kamuoyunun zihnini oyalamaya başladı.
Yandaşlar “Son operasyonun aslında AKP ve Fethullah Gülen’i bitirme planının bir parçasıdır” diyerek, Silahlı Kuvvetler’i bilerek ve isteyerek barışa darbe vurmak, seçim öncesi kentlerde çatışma çıkmasını körüklemek ve AKP’nin seçimleri kaybetmesini sağlamak istediğini ileri sürüyorlar. Operasyonu yöneten generalin “Ergenekoncu” olduğunu da iddia eden yandaşlar böylelikle Türk Silahlı Kuvvetleri’ni dolaylı olarak “ihanet” etmekle suçluyor.
Sanıyorum bu “mantıksız” iddianın temelinde “Askeri seçim öncesi sert bir bildiri yayınlamaya” teşvik etme gayreti yatıyor. Asker öfkelenecek, iktidarı da suçladığı izlenimi verecek bir açıklama yapacak, AKP de 27 Nisan bildirisi gibi bir muhtırayla karşılaşmanın mağduriyeti seçimde oya çevirecek.
Yandaşlar “Niyet mi okuyorsun” diyebilirler, her zamanki gibi kaçmak istediklerinde.
Ancak bu kez durum vahim. Eğer bu iddialar veya kuşkular doğruysa Başbakan’ın çıkıp açıklama yapması gerek. Her fırsatta “Genelkurmay bana bağlı” diyen Başbakan bu korkunç iddiayı hemen araştırmalı, eğer doğru çıkarsa Genelkurmay Başkanı’nı ve ilgili komutanları hemen görevden almalı, doğru değilse de bunu kamuoyuna açıklamalı ve işgüzar yandaşlarndan hesap sormalıdır.
Can Ataklı / Vatan
+++
Rejim üzerinde polis vesayeti
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Keçiören Belediyesi’nin önünde seçim konuşması yaparken MHP afişleri bulunan bir binaya şöyle bir pankart asılmış:
“Sayın Başbakan. 8 yıl önce temelini attığın metro ile mi geldin?”
Başbakan bu pankartı gördü mü, gördüyse ne dedi bilemiyorum ama bildiğimiz şu ki “Keçiörenliler” imzalı pankart, Başbakanlık korumaları tarafından asıldığı yerden indirildi.
Belli ki Başbakanlık korumaları kendilerine yeni bir görev edinmişler, “vesayetçi askerler” gibi “durumdan vazife çıkarmışlar” !
Başbakan’ı sadece olası tehlikelere karşı değil, siyasi eleştirilere karşı da koruyorlar!
Acaba bu da “rejim üstünde polis vesayeti” tanımına mı giriyor?
Bu pankartın polis marifetiyle indirilmesi, bugün memlekete hâkim olan demokrasi anlayışının sonucu.
Pankarttaki ifadelerde hakaret yok. Hakaret olmadığı gibi Başbakan’a “sayın” da denmiş, makama saygı ihmal edilmemiş.
Bir siyasi eleştiri dile getirilmiş. Hatta buna siyasi eleştiri demek ne kadar mümkün? Onu bile söyleyemeyebiliriz. Bu bir vatandaş grubunun, bir siyasetçiye daha önce verdiği sözü hatırlatmasından başka bir şey değil.
Çevreye ve insanlara zarar verecek bir yönü de yok. İple binaya bağlanmış öylece duruyor.
Ama polis, bu pankartı bulunduğu yerden kolayca indirebiliyor. Bir hukuk devletinde, bir demokraside kabul edilemeyecek bir durum bu.
İnsanlar fikirlerini ve eleştirilerini, üstelik bir seçim döneminde dile getiremeyeceklerse o rejime demokrasi denebilir mi? “Başbakan’ı korumak için özel olarak seçilen polislerin” başrolünü oynadığı bu tablo, bir demokraside değil, otoriter bir rejimde görülebilir.
Tek adam yönetiminin olduğu, iktidardaki kişilere karşı bir fikir dile getirmenin “zararlı eylem sayıldığı” otoriter, diktatörlerin egemen olduğu rejimlerde!
Başbakan’ın yeterli oy alırsa Anayasa’yı değiştirerek Başkanlık sistemine geçeceği bir sır değil.
Eğer bunu başarırsa Türkiye’nin nereye benzeyeceğini bu tabloya bakarak tahmin etmek de mümkün.
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
+++
Bir yıl önce özeldi aniden genel oldu
Deniz Baykal hakkındaki meşhur kaset skandalının patlamasının üzerinden bir yıl geçti...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın o günlerde kurmaylarına söylediği ilk sözü hatırlayın:
“Olayı siyasi olarak kullanmayın. Özel hayat, kimse karışmamalı.”
Sonra kameraların karşısına geçti ve aynen şöyle konuştu:
“Toplumun genel ahlak değerlerini tahrip edebilecek böyle bir yayına devlet ve hükümet olarak tabii ki seyirci kalamazdık.”
***
Ne kadar olgun ve ne kadar centilmence bir tavır değil mi?
***
Gelelim bugüne...
Aynı Başbakan, meydan meydan dolaşıyor ve yine sözü Baykal’la ilgili olduğu iddia edilen o kasete getirip şunları söylüyor:
“Gayri meşru bir olaya, ’özelidir’denilebilir mi? Genel bu, genel!”
“Özeli olanın bizler de karşısında oluruz ama gayri meşru olana da biz sahip çıkmayız.”
“Çünkü bize güzel ahlak lazım... Güzel ahlak noktasında bu işi başaramayanların, milletin değerlerine sahip olması mümkün mü?”
***
Aradan sadece bir yıl geçti...
Başbakan bu kaset olayına bakıştaki tavrını 180 derece değiştirdi...
Yaşa dışı bir şekilde, özel hayatlar ihlal edilerek kaydedilmiş, montajlanmış bir kaseti kullanarak siyasi çıkar sağlamaya çalışır oldu...
Bir yıl önceki “özel hayat”ı, birden “genel hayat” yaptı...
***
Bu çelişkiyi kendi kurduğu www. telgrafhane. com sitesinde değerlendiren genç kardeşim Taylan Özbay yazısını, “O gün seçimlere bir sene vardı, bugün kala kala bir ay kaldı. Mesele bu kadar basit” diye bitiriyor...
***
Gerçekten basit Taylan kardeşim...
Çok basit!
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
Nasılsınız, bugün büro açıldı mı? diye sorduğum CHP’nin Diyarbakır adayı Salih Sümer telefonda
böyle söyleyip ekledi: ’Tek başına korumasız, rahatlıkla Diyarbakır sokaklarında dolaşıyorum, esnafla sohbet ediyorum.’
Gelinen nokta bu. Diyarbakır sokaklarında korumasız
dolaşabilmenin, milletvekili adayı açısından, itibar sayıldığı bir
seçim bölgesinden bahsediyoruz.
Çiğdem Toker / Akşam