Genel katliam izleyici kitlesi

İki askeri arkadan vuruyorlar; yüzleşecek cesareti olmayanlara, korkaklara, hainlere, sinsilere has bir metodla.
Silahlarını çekme fırsatı bile bulamayan dağ gibi iki beden çöküveriyor olduğu yere.
Düşene vurulmaz ya bizim töremizde; iki genç yerde yatarken bile kurşun yağdırıyorlar üzerlerine!
Etrafta insanlar; çocuklar var; dönüp bakmıyorlar. Yardıma koşmuyorlar. Umursamazlar. Caniliği kanıksamışlar.
Hakkari Yüksekova’da Yeşildere Mahallesi, Nedim Zeydan Caddesi’ndeki bir işyerinin kamerasından alınan bu görüntüleri Habertürk yayınladı. Görüntüler 5 Temmuz 2011 tarihli; 25 yaşındaki uzman çavuş Murat Özkozanoğlu ile 27 yaşındaki uzman çavuş Yahya Karakaya’nın güpegündüz, sokak ortasında, herkesin gözü önünde katledildiği güne ait yani.
İzlerken irkildiniz mi?
Canınızdan can kopuyor gibi mi hissettiniz?
Nefret mi duydunuz?
Lanet mi ettiniz?
Çok iyi!
Öyleyse bütün televizyon kanalları bu milletin evlatlarının canına nasıl kastedildiğini gösteren bu tür görüntüleri daha sık vermeli. Tekrar tekrar... Bu milleti ülkesinin sokaklarında her gün yaşanan bu katliamlarla, katillerle yüzleştirmeli!

***


Pardon duyamadım; “terör haberlerini büyütmek, teröristlerin ekmeğine yağ sürmek olur” mu dedi biri?
Niye?
Sizin aylardır sistematik biçimde yayınladığınız, “diktatör Esad’ın halkını katledişine ait” olduğunu iddia ettiğiniz yanmış, parçalanmış ceset görüntüleri o “diktatör”e mi hizmet etti?
Bırakın nağme yapmayı!
“Esad zorbadır, eli kanlı katildir, devrilmelidir” operasyonunun en meşru gerekçesi o “görüntüler” değil mi!
Bunlar bütün dünyanın gözünde Suriye’ye müdahaleyi meşru hale getirmedi mi!

***


Eğer Irak’ta beslenen, kendi ülkenizde, elini kolunu sallaya sallaya çocuklarınızı pusuya düşüren, mayınla başını gövdesinden ayıran, kolsuz-bacaksız bırakan, kurşunla delik deşik eden, bombayla parçası bulunmaz hale getiren “eli kanlı katilleri devirmeye” gerçekten niyetliyseniz, kaldırdığımız her cenazeden sonra yayınlayın bu görüntüleri.
Hanidir medyayı kullanarak “romantik devrimci” statüsüne taşıdığınız PKK’lılarla yeniden tanıştırın milleti!
“Diktatörle mücadele”de sizi nasıl “haklı” kıldıysa, “terörle mücadele” de de kat ve kat güçlendirecektir
elinizi!
Tabii gerçekten niyetliyseniz terörün hükümranlığını sonlandırmaya!




İran’ı hedef gösterdi

Hakkını teslim etmek lazım Hüseyin Gülerce bu işi biliyor...
Dün önce inceden inceden, amiyane tabirle “ayar veren” bir üslupla “ekonomisi, sosyal politikaları ve demokratikleşmesi ile güçlenen, bölgesinde ve uluslararası siyasette önemli bir aktör haline gelen bir Türkiye” profili çizmiş. Hanidir bir dargın bir barışık olduğu siyasi iktidarın yağlarını eritmiş, yelkenlerini suya indirtmiş, “aynı saftayız” mesajını iyice bir zihinlerine işlemiş...
“Şüphe”ye kurban gitmeyeceğini anladıktan sonra da “ama” faslına girmiş.
Bu fasılda “düşman”lar resmi geçidi var:
“Türkiye’nin yeni muhafazakâr demokrat çizgisinden rahatsızlık duyanlar”, “Türkiye’nin, hep kendi eksenlerinde uydu bir ülke olarak kalmasını arzu eden küresel aktörler”, “içerideki statüko bekçileri” ...
Ve altın vuruş:
“Tamam, İran ile iyi geçinelim. Ama İran’ın zamirinde ne var, asıl ne yapmak istiyor, İslamî söylem, Fars milliyetçiliği için perde mi değil mi, bunu sorgulamayalım mı?
Suriye, tuzakta kapandır. Kapanı değil, tuzağı kuranları görebilmeliyiz...”
Bir “hedef gösterme” bu kadar kılıfına uydurulabilirdi!
Dedim ya, biliyor bu işi...




Erdoğan savaşacağı cepheyi seçti

Asıl savaş şimdi başlıyor.
Başlığa bakıp aldanmayın, kamuflajları çekip Suriye sınırına gideceği yok Erdoğan’ın (En azından şimdilik)... O şimdi Ankara cephesinde, muhtemelen “Ben size geri adım atmayı değil dost bildiklerimizin ayaklarımıza dolamaya çalıştığı çarşaftan kurtulmayı emrediyorum” diyerek harekete geçirdiği ekibine komuta etmekte!
Dünkü Hürriyet’in sürmanşetinde yer alan “Özel Yetkili Mahkemeler kaldırılacak” haberini gördünüz mü?
Hani şu “askıya alındı” sanılan
konu!
Anlaşılıyor ki, “Balyoz, Ergenekon, KCK davalarını etkileyecek... Darbeciler salıverilecek...” yaygarasından sonra hükümetin 250. Madde değişikliğinin 3. Yargı Paketi’ne dahil olmadığını açıklaması tamamen hedef şaşırtmacaymış.
Bekir Bozdağ, dün sözde bir yalanlama yaptı ama, onu bir kalem geçiniz...
“Benden çıkmış bir haber değil. Benim böyle bir açıklamam olmadı” demek, “Bu haber doğru değil, gerçeği yansıtmıyor” demek değil sonuçta!
Belli ki, “ikimiz bir fidanın güller açan dalıyız” serenatı da, “rövanş” tehditleri de geri tepmiş; Erdoğan “savaşmaya” karar vermiş!



Türk basını bunu tartışıyor: Eee Başbakan’ın ne demek istedi şimdi!



Sefere çıkacak ya, çıkamıyor...

Menderes’in Kore’sinden, Ecevit’in Kıbrıs’ına kadar, iz bırakmış liderlerin iyi kötü bir askeri zaferi var... Bunun yok...

***


Tansu Çiller bile Kardak zaferinin sahibi... “Yunanlılar Kardak’a çıkıp bayrak diktiler” dediklerinde bir miğfer bulup giydi...
Öyle resim çektirdi, seçimde lazım olur hani...
Fırladı, rastladığı ilk birliği “Merhaba asker” diye selamladıktan sonra, onların zabıta memurları olduğunu öğrendiğinde bozuntuya vermedi... “O bayrak inecek, o asker gidecek” dedi... Tarihe geçti...

***


İşte bunun böyle bir zaferi bulunmuyor...
Dönüp Osmanlı padişahlarına bakıyor, her birinin birkaç seferi var en azından...
Bu dünyayı dolandı, yalaka editör “ABD’yi fethetti... Fransa’yı fethetti... Çin’i fethetti... Güney Afrika’yı fethetti, Brezilya’yı fethetti...” diye başlıklar attı...
Bakıyordur; elde bir şey yok...
Git gel, boşuna...

***


Bunun alt ettiği tek ordu var...
Kendi ordusu...
İşte bu aşamada, ABD’nin “Yeni Ortadoğu” projesini getirdiler önüne, bayıldı bu işe... ABD’ye Yeni Ortadoğu’nun kaynakları lazımdı, kendisine de bir zafer...
Veee...
Sarmaş dolaş olup arada bir koklaştığı Esad’a bir anda “Sizde insan hakları yok” demeye başladı, sanki kendisinde varmış gibi...
Başladı silah göndererek, isyancıları destekleyerek Suriye’nin içini oymaya...
Nihayet keşif uçağı gönderdi, Suriye uçağı düşürdü...

***


Askeri zafer derken, çizildi mi karizma?..

***


Dün grup konuşmasında onu dinlediniz işte...
Gördünüz; uçağın düşmesinden sorumlu köşe yazarlarından, İslam komutanı Selahaddin Eyyübi’ye... Bu devletin 29 Ekim 1923’te başlamadığından, Hazreti Ali’nin adaletine kadar karıştırdı...
Hem Suriye halkının kardeşliğinden söz etti...
Hem kardeş kıpırdarsa vurulacağından...
Artık hangisi denk gelirse...

***


Kısacası: Bu savaş Türkiye’nin savaşı değildir... Tayyip Erdoğan’ın kendi savaşıdır... Bırakın savaşsın...
İstiyor ki sefere çıksın...
Çıkamıyor da...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet




Esad rejiminden ne farkın kaldı

Konuşmanın kanımızca en sorunlu bölümü Erdoğan’ın Türk basınına getirdiği çok ağır eleştirilerdir. Başbakan’ın “satılmış kalemler”, “sanki bu memleketin evladı değil bunlar” gibi sözleri, son derece ağır, haksız, kabul edilemez beyanlardır. (...) Türkiye kendisine yol olarak demokrasiyi seçmişse, hükümetin dış politikasının, izlediği kriz politikalarının sorgulanmasından daha doğal bir şey olamaz. Demokrasilerde eleştiri hakkını kullanan gazetecilere liderler tahammül ederler, hemen “satılmış” etiketini yapıştırmazlar.
Türkiye’yi bulunduğu bölgede Beşar Esad gibi rejimlerden ayıran taraflardan biri de zaten budur. Ya da öyle olması gerekir...
Sedat Ergin / Hürriyet




Suriyeli general Türkiye’ye sığınmış.
Şeeeyyy...
Türkiye’deki general açığını duyduğu için gelmiş olamaz mı!
F. Fidan / Milliyet (Açık Pencere)




Hakaret ustası

Kızmış gibi yapacaksın...
Her an saldıracakmış gibi yapacaksın...
Hem sana saldıranları hem de senin saldırmanı bekleyenleri gereceksin...
Sonra...
Bir iki bağırıp, birkaç “sözde yaptırım” açıklayıp, bolca da tehdit edip dosyayı kapatacaksın!
Bunlar, bu gibi zor durumlarda kalan her “sıradan politikacı” nın yapacağı şeyler...
Peki, “usta bir politikacı” bu gibi durumlarda nasıl davranır?
Tüm bunları yapar, ek olarak bir de köşe yazarlarına da hakaret eder!
Mustafa Mutlu / Vatan




Müttefikten nefret vakti(!)

Bir başka mesele de, Suriye konusunda Türkiye’nin birlikte hareket ettiği müttefiklerinin ve özellikle ABD’nin Türkiye’ye göre daha pasif konumda bulunmalarıdır.
Bu durum sonunda bazılarımızın ABD’ye öfkelenmesine dayanan ama evrensel bir gerçeğin yansıması olan genellemeyi doğruluyor.
Buna göre “Savaşlar ve uluslararası gerginlikler bize düşmanlarımızı sevmemizi değil, müttefiklerimizden nefret etmemizi sağlar.”
Sovyetler Birliği Kıbrıs Krizi dolayısıyla Türkiye’yi tehdit ettiğinde ABD Başkanı Johnson’un da Türkiye’yi uyarması (5 Haziran 1964) sonunda, hem NATO’dan hem de Amerika’dan nefret etmemiş miydik?
Mehmet Barlas / Sabah


+++


KISA... KISA... KISA...

Bu tavır bir tampon bölge ya da müdahale bölgesi oluşturmanın ilk adımı olarak da okunabilir.
Sular ısınıyor, askeri çatışma riski zamana yayılmış bir görüntü sunuyor.
Ali Bayramoğlu / Yeni Şafak



Başbakan’ın tehdit içeren uyarılarını Esad yönetimi hak etmişti.
Şam’ın böyle bir ihtara ihtiyacı vardı.
Ama yaşadığımız tecrübe bize de komşuların iç işlerine karışmamayı öğretmiş olmalıdır!
Güngör Mengi / Vatan



“Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın açıklamasından sonra Suriye ile savaşa daha mı yakın, daha mı uzak?”
En doğru cevap: “Daha uzak değil...”
Zira bu sorunun cevabı, Türkiye’den ziyade Başşar’a ve Rusya’ya bağlı. Şayet, NATO ve AB’nin Türkiye’ye desteğini ‘yeterli’ bulmazlar ve Tayyip Erdoğan’ın ‘restini görmeyi’ kendi politikaları açısından daha kazançlı görürlerse, savaş, dünden itibaren, önceki güne oranla daha yakındır...
Cengiz Çandar / Radikal



Konuşmadan anladığımız şu: Suriye ile siyasi kriz askeri krize dönüştü. Askeri karakter her geçen gün daha da öne çıkacak. Suriye Türkiye için ‘açık ve yakın tehdit’ kategorisine girdi. Bu da ‘sıcak çatışma’ kapısını araladı.
İbrahim Karagül / Yeni Şafak



Bundan sonrasını artık Suriye düşünmeli.
Zira, bundan böyle Esad yönetiminin hayatı çok daha güçleşecektir. Şimdiye kadar sözlü bir tartışma yaşanıyordu, ancak artık bu süreç bitti. Artık açıkça hasım iki ülke karşı karşıya.
Mehmet Ali Birand / Posta



Bu son krizde Erdoğan’a değil Esed’e “itidal” çağrısı yapılmalı bence, Erdoğan’a bu son olayda değil genel politikası için itidal gerekiyor.
İtidali tümden kaybetmiş gibi görünüyor çünkü.
Ahmet Altan / Taraf



Türkiye (...) Esed’e ummadığı zamanda ummadığı şekilde faturayı kesecek.
Yani artık Esed düşünmeli.
Adem Yavuz Arslan / Bugün



Konuşmasının aslında tek bir muhatabı vardı: Beşar Esad. (...) MİT’in Suriye içinde Şam’a kadar uzanan ciddi bir ağı var. Rejim açısından nerede ne olacağını kestirmek güç. Fakat tahminim, bir zamanlar Erdoğan’ı Şam’da kendi arabasıyla gezdirmekle övünen Beşar Esad ve kardeşleri, artık her an her yerde bir suikast veya bomba patlayabileceği stresiyle yaşamakta.
Aslı Aydıntaşbaş / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları