Gelip yüzünüze pislemesini mi bekliyorsunuz
ABD’li askerlerin insanları süngülemek, ırzlarına geçmek, diri diri yakmak dahil her türlü vahşiliğe başvurarak bir günde 504 sivili öldürdüğü My Lai Katliamının tanıklarından helikopter pilotu Hugh Thompson anlatıyor:
“... her tarafta cesetler görmeye başladık. Nereye baksak ceset doluydu. Çocuklar vardı, 2, 3, 4, 5, yaşlarında; kadınlar, çok yaşlı adamlar; ama genç erkekler yoktu aralarında. Genç erkekleri arıyor olmamız gerekiyordu. Nişancım, ‘Silahları nerede bunların?’ diye sordu... Dolaşıyor ve yaralı insanları görüyorduk. Yolun kenarında yaralı bir kadın vardı, onu görünce, yanlış bir şeylerin olduğunu düşündük... Her yere bakıyor ve neler döndüğünü anlayamıyorduk... Birkaç dakika sonra dönüp geldik ve yaralı kadını tekrar gördük. Çıplak gözle iyice yakından bakınca, hemen yanındaki öbür nesnenin ne olduğu da seçilebiliyordu. Beyniydi. Hiç hoş değildi. Başka bir yaralı kadın gördük. Telsize sarıldık, yardım istedik... Birkaç dakika sonra bir yüzbaşı geldi, kadına bir tekme attı, geri çekildi ve onu vurdu.”
***
Birçok Hollywood filmine konu olan No Gun Ri’deki “Tiger Force” operasyonundan kurtulan Vietnamlı köylü anlatıyor:
“Bir teğmen çıldırmış gibi, ‘herşeye ateş edin, hepsini öldürün’ diye bağırıyordu. Çocuklar.. orada çocuklar vardı. Kim olduğu önemli değildi. Yediden yetmişe.. Körmüş, topalmış, deliymiş, hepsini vurdular..”
***
Şili darbesi sırasında toplama kampına dönüştürülen 76.500 kişi kapasiteli Estadio Nacional de Chile’de işkence görenlerden biri anlatıyor:
“Gözlerimi bağladılar, bütün vücuduma vurdular ve bana karımla çocuklarımı bir daha görmeyeceğimi, onlara karşı şiddet uyguladıklarını söylediler. En küçük çocuğum 3 yaşındaydı. Ayaktaydım, bana vuruyorlardı, görünüşe göre ellerinin tersiyle nefesimi kestiler, beni kusacak hale getirdiler. Ben oturmak zorundayken, bana elektrik vererek işkence yapacaklarını söyledikleri organlarıma dokunuyorlardı. Elleriyle korkunç şekilde kulaklarımın üzerine vuruyorlardı.”
***
Eduardo Galeona 140 bin kişinin katledildiği Guatemala bataklığını anlatıyor:
“Cajon del Rio köyünde canlı tek insan bırakılmadı. Titugue halkı bıçaklanarak bağırsakları deşildi. Piedra Parada’lıların derileri yüzüldü. Agua Blanca de İpala halkı ateşe tutulup yakıldı. Ayaklanan köylülerden birinin başı San Jorge alanında kazığa çakıldı. ...Haroldo Silva’nın başı San Salvador yolunun kenarında bulundu, vücudu ise hiç bulunamadı. Los Mixros’da Ernesto Chinchilla’nın dili kesildi. ... San Lucas sokatepequez kuyularından su çekilirken, cesetler görülüyordu. Miraflores’te elleri ayakları kesilmiş insanlara rastlanıyordu. Tehditleri cinayetler izliyor, insanlar arkadan vuruluyor, kentlerde belli kişilerin kapıları siyah çaprazlarla işaretleniyordu. Evden çıkarken öldürülenlerin cesetleri ırmaklara atılıyordu.”
***
Kristof Colomb’un Amerika’ya yaptığı üçüncü sefere katılan misyonerlerden biri olan Bartolome De Las Casas, 1492’den 1886’ya kadar 70 milyon Kızılderili’nin yok edildiği katliamlardan birini anlatıyor:
“Sırf eğlence olsun diye yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını gözlerimle gördüm. Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar...”
***
Kamboçya’yı, Japonya’yı, Pakistan’ı, Hawai’yi, İran’ı, Balkanlar’ı, Kafkaslar’ı, Irak’ı da -yapılanlar akılalmaz ama- aklınızın aldığınca siz ekleyin yazdıklarıma...
Dün Afganistan’da patladı son bomba: Öldürdükleri askerlerin üzerine işemeyi de eklemişler işledikleri insanlık suçlarına...
Bu durumda bizimkiler başlarına geçirilen çuvalla yırttıklarına şükretsinler diyeceğim ama biz de az bedel ödemedik bu katil, bu vahşi, bu barbar devletle müttefik olacağız sevdasına:
1971’den sonra “üç fidan” verdik darağacına... 1980 darbesinden sonra “27” daha... Sokakta, okulda, evinin salonunda, işyerinde, cami avlusunda, ekmek kuyruğunda binlerce genç; sağı-solu olmadan... Kanlı 1 Mayıs’ta 36, Kahramanmaraş’ta 150, Çorum’da 57 insan... Başımıza musallat ettikleri terörle mücadelede 40 bine yakın can...
Devrilen iktidarlar, faili meçhul sayılıp üstü örtülen suikastlar...
Yine de ibret almayıp, kendisini “maşa” olarak ABD’nin ellerine teslim eden iktidara bakıyorum da... Kullanıp atmaya programlı ABD’den dost olmayacağını idrak için daha neyi bekliyorlar acaba? İlla gelip suratımıza mı pislemeli askerleri!
Gerçi korkuyorum, o an dahi “yarabbi şükür” diyebilir bizdeki Amerikan muhipleri!
Hukuk öyle üstün ki ondan kaçıp
saklanacak yer kalmadı
Türkiye’nin en büyük özel yetkili mahkemesine gittim, geçen cuma günü. En büyük özel yetkili mahkeme, en büyük darbe suçlaması ve en büyük sanık topluluğuyla, ülkenin içinden çok dışına yakın bir yerde kurulu, nedense. Başkent Ankara, Silivri’ye Sofya’dan daha uzak bir mesafede.
Önce Ergenekon davasının biteviye duruşmalarından birine girdim, ardından Balyoz davasına. Birincisinde, günün sorgulanan sanığı “Bu tanığı tanımıyorum, kendisini görmedim, hiç konuşmadım,” diyordu.
Ama bana, “Bu kediyi tanımıyorum, kendisini öpmedim, Şeytan’a tapmadım,” der gibi geldi.
Balyoz’da savunması alınan sanık, öylesine açıkça kanıtlıyordu ki bilgisayarına “sehven” dijital kedi sokulduğunu, iddia makamı bu kadar sehven kediye, kerhen bile tapıp tapmadığını soramadı. Oturduğumuz boş “basın” sıralarında Yazgülü Aldoğan kardeşimle birlikte yapayalnız, elimiz kolumuz bağlı ve duyduklarımızı yazamayacağımızı bile bile; yazarsak bizim de aynı salonda, “Vallah billah kedi kıçı öpmedik, şeytanı görmedik, kuyruğuna tapınmadık,” demek zorunda kalacağımızın korkusu içinde, öylece dinledik.
Türkiye’de hukuk öyle üstün ki, hukuktan kaçıp saklanacak yer kalmadı artık. Demokrasi öyle ileri ki, adaletin tecellisi insan ömrünü aşıyor. Daha da iyisi, tutukluları artık odun ateşine atmıyor, acından ya da ecelinden ölene kadar yargılıyorlar.
Mine Kırıkkanat / Cumhuriyet
TRT’nin, 3 Ocak’taki grup toplantılarında AKP’ye 64, CHP’ye 13 dakika, MHP’ye 10, BDP’ye de 2 dk. yer verdiğini biliyor muydunuz?
Fırat Kozok
Anayasayı okumayı bilmiyor yeniden yazmaya kalkıyor!..
Türkiye’de hukuku bitirenlerin, yargıyı çökertenlerin, adaleti ortadan kaldıranların yargılanmaları gerekirken, bir de oturup anayasa yapmalarına fırsat verilmemeli...
Anayasayı herkes gibi okuyamadı bir türlü...
Diyelim ki; geçen sene referandumda anayasaya Cumhurbaşkanı’nın görev süresini “5 yıl” diye yazdılar...
Bu yıl “7 yıl” diye okudular...
Çünkü 5 yıl olursa, Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlık süresinin sonuna denk düşmüyor, biraz kısa geliyor...
5 artı 5 olursa, o da biraz uzun geliyor...
İkisinin ortası 7 olsun istedi...
“Anayasanın nasıl yazıldığı önemli değil, nasıl okunduğu önemlidir” diyerek hocaları çağırıp okuttu...
“5 yazılı” dediler...
***
Ya da diyelim ki, Laiklik ilkesi anayasada yazılı... Okudu... Demek anladı ki, gidip Mısırlılara anlattı...
O günden bu yana Araplar birbirlerini öldürüyorlar, bunun laiklik tarifini birbirlerine izah etmek için...
***
Yine misal: Genelkurmay başkanlarının “görevleri ile ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan’da yargılanmaları” anayasada açık seçik yazılıdır...
Bu okudu... Beğenmedi... Kekeme milletvekilini çağırdılar... Kekeme daha “S... s... s...” derken, götürüp “Silivri’ye” kapattılar o gece, eski Genelkurmay Başkanı’nı... Kekeme “S...s...selamünaleyküm” diyemeden...
***
Bu iktidar anayasa yapamaz... Yapmamalı da... Türkiye’de hukuku bitirenlerin, yargıyı çökertenlerin, adaleti ortadan kaldıranların yargılanmaları gerekirken, bir de oturup anayasa yapmalarına fırsat verilmemeli... Katkıda bulunan, destekleyen ya da tepki göstermeyen herkes ise, en az onlar kadar sorumludur...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
Tahliye kehanetini “benimki sadece beklenti” diye
savundu ama eleştirilerin önüne geçemedi
Falcılığa mı başladın
Gazeteciler fal bakmaz, kâhin gibi gelecekten haber vermez... Somut verilerden hareket ederek, sonuca gider...
Oysa Sabah Yazarı Nazlı Ilıcak, CNN Türk’te yayınlanan Dört Bir Taraf adlı programda, “tek şikâyetçisi” olduğu Oda TV davasıyla ilgili resmen fal baktı!
Bu faldan yola çıkarak da çok önemli bir iddiada bulundu:
“Dava, 23 Ocak’taki duruşmada sonuçlanacak. Benim edindiğim bilgiye göre önümüzdeki duruşmada sanıkların eksik kalan sorguları da yapılacak ve önemli bir kısmı serbest kalacak. Aralarında Müyesser Yıldız, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in de olduğu gazeteciler özgürlüklerine kavuşacak...”
***
Bu sözler herkesten çok; haklı olarak, İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti’ni rahatsız etti. Mahkeme Başkanı Hâkim Mehmet Ekinci’yi ısrarla aradım ve görüştüm. Sözleri şöyle:
“Ben bu mahkemeye yeni atandım. Aynı zamanda şike davasına da bakıyoruz. Yani daha ben bile dosyaları doğru dürüst incelememişken, bu hanımefendi kararın içeriğini ve çıkacak tarihi nereden biliyor ve nasıl bu kadar emin konuşuyor anlamış değilim... Herkes bilmelidir ki, birilerinin, mahkemeler adına karar ihdas etmeleri suçtur. Bu nedenle bu beyan için basın savcılarının görevlerini yapacaklarından şüphemiz yoktur.”
***
Sayın Ekinci’ye, STV’nin son duruşmadaki “tahliye taleplerinin reddi” kararını, mahkemenin resmi açıklamasından 21 dakika önce seyircilerine duyurmasını da sordum. Yanıtı netti:
“O kararı alırken odada sadece ben ve iki üye hâkim vardı. Kâtip bile yoktu. Biz de kararı açıkladığımız dakikaya kadar hep birlikteydik. Asla bir sızdırma olmadı. Zaten olması da mümkün değildir. STV, büyük bir olasılıkla savcının mütalaasını, ‘Mahkemeden de karar böyle çıkar’önyargısıyla haberleştirmiş olabilir. Ama bize göre bu da suçtur ve basın savcılarının bunun da gereğini yerine getireceklerine inanıyorum.”
Mustafa Mutlu / Vatan
Sorum Medya
Mahallesi’nin falcısı Nazlı Bacı’ya: A be atsam önüne bir onluk, açsan bir bakla falı, şu Ergenekon ve Balyoz’un da ne zaman biteceğini söylesen... Olmaz mı be ablam
Müneccim başı
Nazlı Ilıcak yargıya ait bu bilgiyi emin bir kaynaktan nasıl alıyor ve neden açıklıyor, sırf kendisinin konuşması nedeniyle o insanların zarar görebileceğini hiç mi düşünmüyor?
Madem ki müneccimliğe başlamış veya iyi kaynaklar bulmuş, hazır başlamışken Soner Yalçın ve diğerlerinin hangi nedenle bırakılmayacaklarını da açıklasın.. Hakimler tek cümle söylüyor; “tutukluluklarının devamına karar verilmiştir”.. Hiç değilse belki ondan öğrenilebilir nedeni.
Bir de “Şimdi serbest bırakıldıklarında onlara cezaevinde geçen yılların hesabını kim ve nasıl verecek” onu sorsun. Madem ki ilişkileri bu kadar iyi herhalde yapabilir, değil mi?
Ruhat Mengi / Vatan
Tutuklattıran gazeteciler(!)
Star’dan Ahmet Kekeç, Genelkurmay Karargahı’nda Hıfzı Çubuklu’yu ziyaret edenlerin izini sürmüş. Kekeç, Çubuklu’yu ziyaret eden E. Anayasa Mahkemesi Üyesi Abdullah Necmi Özler ile Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun yargılanmasını istemiş!
AKP kapatma davasını açan E. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın da yargılanmasını talep etmiş!
Gazeteciyi savcı yapmışlar, o da Genelkurmay Karargahı’nı ziyaret etmeyi suç saymış!
Yeni Şafak’tan Salih Tuna da savcılık yapanlardan...
“Sempatik deli” bulduğu Ömer Çavuşoğlu’nun yerine Rıdvan Dilmen’in yargılanmasını istemiş, sırf Bakan Erdoğan Bayraktar’ı istifaya çağırdığı için...
Akşam’dan Nagehan Alçı ise tutuklama talebi yerine uyarıyla yetinmiş. Alçı Başbuğ’un tutuklu yargılanmasına karşı çıktığı için meslektaşı Mustafa Akyol’u uyarmış!
Mehmet Ali Güller / Aydınlık