"Geldikleri gibi giderler(mi?)"

Bugün, 19 Mayıs 2009
İsterseniz, 91 yıl önceye gidelim.
Yıldırım Orduları Grubu ile 7. Ordu, Mondros Antlaşması gereği dağıtılmış, Komutanları Mustafa Kemal, İstanbul’a çağrılmıştır.
İtilaf Devletleri donanmalarına ait 55 müstevli gemisi, zafer bayraklarını açmış bir şekilde, İstanbul Limanı’na girmektedir.
Sahil, Rumlar ve Ermeniler başta olmak üzere, azınlıkların içki kokulu ağızlarından yayılan zafer çığlıklarıyla, inlemektedir.
O gün 13 Ekim 1918’dir.
Devletinin “teslim olmuş” başkentine dönmekte olan Mustafa Kemal, Haydarpaşa Rıhtımına ayak bastığı an, şahit olduğu bu manzarayı bir müddet seyreder, seyreder, seyreder ve noksansız bir imânla, “Geldikleri gibi giderler!” diyerek, yoluna devam eder.
O, bu sözü söyledikten 218 gün sonra, gelenleri göndermek için, Samsun’dadır.
O gün, 19 Mayıs 1919’dur.
Ve Milli Mücadele başlar!
Türk’ün ateşle imtihanıdır bu.
Mustafa Kemal’in komutasında Türk Milleti Zümrüdü Anka gibi küllerinden yeniden dirilir ve emperyalist Haçlı sürüsünü denize döker.
Müstevli Batı’nın 13 Ekim 1918’de İstanbul’u kirletmeye başladığı kirli ayakları dört yıl 227 gün sonra, 4 Ekim 1923’te Ay-Yıldız’ı, iki gün sonra, 6 Ekim 1923’te de, Mustafa Kemal’in gönderdiği Türk askeri Mehmetçiği selâmlayarak, İstanbul’u terk zorunda kalır.
Türk milleti artık mazlum milletlerin kutup yıldızıdır.
Bugün, rahmetlinin Samsun’a çıkışının 90’ıncı yıldönümü.
Gidenler, geri döndüler.
Bu dönüş 10 Kasım 1938’de başladı.
Önce kıdım kıdım..
Sonra, adım adım..
Şimdi soruyoruz:
“Ne zaman gidecekler?”
Yahut, gidecekler mi?
Ama onlar gitmezler ki..
Gitmezler, “gönderilmeleri” gerekir..
Oysa, “Niye geldin?” diyen yok..
Artık, “Nerde kaldın?” deniyor..
“Niye gelmedin?” diye soruluyor.
Tarih boyunca uğruna milyonlarca şehit verdiğimiz toprağı artık para ile satıyoruz onlara. En mahrem müesseselerimizi bir bir kendilerine devrediyoruz. Onların dinlerini dinimizden, onların kültürünü kültürümüzden üstün görüyoruz, aşağılık duygular taşımanın ve teslim bayrağı çekmenin adı “çağdaşlık” olmuş, itibar görüyor.
Bir tarafta, “Keşke Hıristiyan olsaydık” diyenlerle Türk kız ve gençlerini eğitim tuzağı ile misyonerlerin kucağına itenler, diğer tarafta, Haçlı emperyalizmle medeniyetler diyalogu altında, kol kola gezenler..
Üstelik iki taraf da bunun “Atatürkçülük” olduğunu söylüyor..
Gerçek şu ki..
Bugün her şeyimiz var, Atatürk’ümüz yok, Atatürkçülüğümüz yok.
Kimi putlaştırarak Atatürk’ü her gün bir defa daha öldürüyor, kimi, onun neşet ettiği mukaddes ocağa kökü dışarıda olan mihrakları musallat ederek, kimi, Haçlı Emperyalizmine teslimiyeti, “Avrupa Birliği” ve “demokrasi” kılıfıyla süsleyerek..
Onun için..
Galiba bu sefer..
“Geldikleri gibi” gitmeyecekler!
Peki ne olacak?
Onu da, yine O’ndan öğreniyoruz:
“- Ey Türk Gençliği!
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş bütün tersanelerine girilmiş bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.
Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.
Millet fakr-ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı!
İşte bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
Bu “kan” millî tarih şuuru, bu “kan” imândır!
Peki, hâlâ var mıdır?
Hiç merak etmeyin..
Vardır..

Yazarın Diğer Yazıları