Geçmişini inkar ediyorsan başka
Birgün gazetesi “12 Eylül’ün medya ayağı yargılansa 1 numaralı sanık Nazlı Ilıcak olur” diye yazdı ya...
Ilıcak, tirajının kendisinin tivıtırdaki takipçilerinden bile az olduğu gerekçesiyle “Birgüncük” diye aşağılamaya çalışmış Birgün’ü.
Ilıcak’ın ciddiye almadığını söylediği gazeteye laf yetiştirmeye çalıştığı sıralarda, Birgün’den gelen cevap anlamlı:
“CNNTürk’e 300.000 dolarlık reklam verdik bu akşam. Tiraj değil işlev önemli!”
Mevzu o değil de, “Ilıcak eleştirileri reddetti” deniyor dün birçok internet sitesinde.
İyi de ortada bir eleştiri / tenkit yok ki, neyini reddedecek; tespit var!
Ilıcak o yazıları yazmadı mı yani?
“13 ilde sıkıyönetim yürürlüğe girdi. Huzura susamış milletimiz yürekten sesleniyor: Merhaba asker...” yazan...
“12 Eylül bir darbe değildir, diyen Orgeneral Kenan Evren’e tamamiyle katılıyoruz. 12 Eylül ne bir darbedir, ne de bir ihtilâl” yazan...
“12 Eylül’ün gerekçesi haklıdır; 12 Eylül terörden bezen halkın meşru müdafaaya geçtiği gündür” yazan o değil miydi?
Ha bu satırları yazan o değil de bir başkası idi ise; söylesin, meslektaşları da bilsin, ki iki de bir ısıtıp ısıtıp “bugün böyle diyorsun ama dün de şunu yazmıştın” diye önüne getirmesin...
Ha bütün bu cümleler ve çok daha fazlası onun elinin ürünüyse o zaman neyi reddettiğini izah etsin;
Geçmişini mi?
Sağır sultan duydu...
THY’nin muhalif gazetelere uyguladığı ambargo en son Yurt gazetesinin dikkatini çekti. “Şok akreditasyon” diye veriyor haberi. Pek “şok” sayılmaz aslında; sağır sultan duydu, nereden baksanız iki yıldır yazıyoruz bu konuyu bu sayfada...
Gazete “THY’nin günlük olarak aldığı 15 bin gazetenin yüzde 60’ını Sabah, Star, Zaman gibi yandaşlardan oluşturuyor. THY’nin 14 Mart 2012 günü aldığı toplam 15 bin 79 gazeteden 8 bin 435’i yandaş medyaya ait. Geriye kalan 6 bin 908 adedi ise Hürriyet, Habertürk, Akşam, Milliyet, Cumhuriyet, Radikal, Posta, Taraf, Güneş, BirGün gazeteleri oluşturuyor. En dikkat çeken ise günlük tirajı 220 bin civarında olan Sözcü Gazetesinin listede olmaması. Yurt, Evrensel ve Dünya gazetelerinin ise listede adı bile geçmiyor...”
Valla kimse kusura bakmasın, bu gazeteler sadece kendi kuyruklarına basıldığında feryat etme alışkanlığını bir kenara bırakmadıkça “kendilerine uygulanan akreditasyon” a değil de “akreditasyonun uygulanıyor olmasına” karşı çıkmadıkça çooook “şok” yaşarlar daha!
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) 14 Nisan’da “Nefret Söylemi ve Nefret Suçları” konulu panel düzenliyormuş.
Meslektaşlarına karşı nefret
söylemi geliştirmek ve toplumda da gazetecilik mesleğine karşı nefret uyandırmak konusunda pek maharetli kimseleri “yılın gazetecisi” seçerken hangi akla hizmet ettiklerini anlatacaklar herhalde!
Onca demokrasi varken...
Bir süredir Nedim Saban’ın kurucusu olduğu Tiyatrokare tarafından sahnelenen “Onca Yoksulluk Varken” adlı oyun, salon verilmediği için Erzurum’da sahnelenememiş.
Saban izin alamamalarının oyunun dekorundaki “Kahrolsun Faşizm” yazısından kaynaklandığını iddia ediyor. (Benim tahminim başka aslında da yakında kokusu çıkar nasıl olsa...)
Neden öyle olsun ki!
Bir “ileri demokrasi” ülkesinde biri çıkıp da “bunlar çaktırmadan bize faşist mi diyor yoksa” diye düşünecek değil ya!
Oyunun adını beğenmediler desem... “Büyüyen ekonomi” ülkesinde “yoksulluk” temasının milletin gözünün içine içine sokulmasından da korkuyor olamazlar değil mi!
En kahraman Rıdvan
Tiyatronun kuralıdır.. Eğer sahnede bir silah görünüyorsa oyun içinde mutlaka patlayacaktır.
O yüzden Suriye sınırında silahların patlaması olağandır. Üstelik bu daha ilktir. Bölge çok daha gürültülü patlamalara gebe şu anda...
Çünkü bir savaş için hayli yığınak yapıldı.
Topraklarımızda kamplar inşa edildi. Sonra buraya mülteci transferi başladı.
Hükümetimiz bir yandan da Suriyeli sivil ve silahlı muhalifleri örgütlemek ve Esad’a karşı kışkırtma görevini üstlendi.
Bizdeki bu savaş hevesi dışardan bakanları hayli şaşırtıyor olmalı...
Yarış öncesinde sabırsızlıktan yerleri eşeleyen yarış atları gibiyiz.
İktidarımız 1 Mart tezkeresinin reddiyle ABD gözünde kaybettiği puanları yeniden toplamanın telaşında olmalı...
Bu defa kesin göze gireceğiz.. Aferini alacağız... Kararlıyız...
Ancak başımıza gelecekleri pek hesap edebildiğimiz söylenemez.
Dünya değişti, 20 yıl aradan sonra yeniden iki kutuplu oldu, Çin ve Rusya oyuna girdi, cephe oluşturdu.
Rus donanması Suriye limanında yerini aldı. Çin tetikte...
Biz ise adeta bunlardan habersiz, en ön safta, en Kahraman Rıdvan rolündeyiz.
Belli ki muhterem iktidarımız “Arkamızda nasıl olsa Amerika var” rahatlık ve güveni içinde ama.. Coniler eskisi gibi güçlü değil. Irak’tan çekildiler Afganistan’da da tokat yiyip duruyorlar.
Suriye’ye karşı bizi öne sürmeleri de kuşkusuz kendilerine olan güvensizliklerinden kaynaklanıyor.
Biz ise aslanlar gibi kükrüyoruz... Ekonomisi pamuk ipliğine bağlı, enerji vanası dışarıya takılı bir ülkenin bu cesareti ve savaşa bu kadar teşne olması herhalde bütün dünyayı şaşırtıyor olmalı.. Ama son şaşıran onlar olmayacak...
Melih Aşık / Milliyet
Demek kamuoyu vicdanı yokmuş
Deniz Feneri davasının iddianamesi açıklandı. Savcılar sanıkların örgütlü bir suç işlemediklerini belirterek “görevi suistimal” veya “haksız kazanç elde etme” gibi suçlamalarda bulunmuşlar.
Bunların cezası çok fazla değil. Sanıkların hapis cezası almaları bile mümkün değil.
(...)
Bu tür davalarda “kamuoyu vicdanı” kavramı atılırdı ortaya. Bazı hâkimlerin “kamuoyu vicdanı” nı dikkate aldıkları söylenirdi.
Deniz Feneri olayı, katıksız AKP’li olanlar dışında “kamuoyu vicdanında” çoktan mahkûm oldu bile.
Paranın ne olduğunu merak eden belki çok değil, ama yoksul insanlar için toplanan paraların başkalarının cebine girdiğini Alman mahkemesi belgeledi zaten.
Bizde ise asıl korkulan, işin ucunun iktidara dokunması.
Can Ataklı / Vatan
Savaş çığırtkanlığı
İktidar sert çıktık ya, iktidara yakın durmak isteyenler, iktidarın arkasında hizalanmaya çalışanlar daha da sert yapıyor..
Neredeyse kamuoyunu savaşa hazırlama misyonuna soyunmuş halleri var..
Ankara Suriye’ye giriyoruz dese.. Ayakta alkışlayacaklar..
Mehmet Tezkan / Milliyet
Türkiye Suriye’ye girecek mi? Tek başına hayır ama oluşturulacak bir koalisyon içinde en ön cephede yer alacaktır. Bunu ben söylemiyorum, şu anki resim öyle gösteriyor...
İbrahim Karagül / Yeni Şafak
Yakında altın plaket de verirler
İnsanların yoksulluklarını ve iyilik duygularını, inançlarını sömürerek paralar topladılar.
Yüzyılın yolsuzluğu denilen işe bulaştılar.
Yıldızları sönünce IHH yeniden ortaya çıktı; Filistin’e Mavi Marmara gemisi ile cihada bile gitti.
Kandırıp gemiye aldıkları günahsız insanlar İsrail baskınında can verdiler onlara bir şey olmadı nedense...
Deniz Feneri gibi işini bilen bir örgüte ceza kesmeye kalkışan savcılara haddini bildirdi yeni HSYK.
Yeni savcıların iddianamesi ortaya çıkınca bir de baktık ki Deniz Feneri tertemiz imiş.
Yakında Zahit Akman ile Zekeriya Karaman’a birileri altın plaket verir ise şaşmayın.
Nasıl olsa bu millet; AKP’liler ne yaparsa yapsınlar; ‘Devam edin!’ demiyor mu?
Milli irade istiyorsa çalarız da, adamı zindanlarda çürütürüz de arkadaş!
Rıza Zelyut / Güneş
El cezire nereye büro açtıysa, orası karıştı
Şam Üniversitesi Profesör’lerinden Mehmet Bey’le Damascus otelin lobisinde sohbet ediyoruz. El Cezire’den şikayet ediyor:
- El cezire nereye büro açtıysa, orası karıştı.
- Mesela?
- Mesela Libya bürosunu açtı, Libya karıştı.
- Tunus bürosunu açtı Tunus karıştı.
- Suriye bürosunu açtı. Suriye karıştı...
- Yani neresi karışıyorsa oraya büro açıyor?
- Hayır. Nereye büro açıyorsa orası karışıyor!
Sustu... Sonra birden beni şok eden o soruyu sordu?
- Bil bakalım? dedi.
- El Cezire Türk ilk bürosunu nereye açtı?
- Nereye?
- Diyarbakır’a!
Baktım, doğru...
***
Şu anda İslam ülkelerine yayın yapan Radyo Sawa ve El Hurre televizyonu bizzat Amerika tarafından fonlanıyor.
CIA ile birlikte çalışan Rand Corporation’un, raporuna göre; bu iki kanalın Amerikan yönetimine maliyeti yıllık 700 milyon dolar!
El Hurre televizyonu uydu üzerinden yayın yapıyor. Hurre; “özgür kadın!” demek.
Radyo Sawa ise pop müzik ve haber kanalı. Özellikle arap gençler üzerinde etkili.
ABD destekli Radyo Sawa ile El Cezire’nin Ankara Büroları aynı adres. Temsilcileri de aynı kişi!
Mustafa Yılmaz / Milli Gazete
Bitmeden bitti dava
Alman Adaleti’nin “örgütlü ve nitelikli soygun yaparak Deniz Feneri parasını buharlaştırdılar” diye hüküm verip yakaladıklarını hapse koyduğu davanın Türkiye’deki ana omurgasında yer alan Başbakan arkadaşı, Bakan dostu kişiler; “ehliyeti kötüye kullanan haylazlar” oluverdi.
Müşkül odur ki!
Ölmeden evvel ölür kişi!
Necati Doğru / Sözcü
Utanmamız da kalmamış
Avrupa Halter Şampiyonası, pazartesi günü, hem de Türkiye’de başladı. İlk gün madalya adayı üç Türk sporcusu podyuma çıktı (Beş madalya aldılar).. Antalya’daki şampiyonayı Eurosport ve TRT naklen yayınladılar..
Haberiniz var mıydı?..
TRT, naklen yayını duyurmak için üç kuruşluk reklam vermedi. Özel TV’lerle sidik yarışına girmek için yayınladığı palavra dizi için gazetelere kapak geçiren milyonluk kampanyalar yaparken..
Sonra biz Olimpiyata talibiz..
Valla, utanmamız da kalmamış!..
Hıncal Uluç / Sabah
Kaset bumerangı
Yakın zamana kadar AKP İl Yönetimi’nde görev yapan ama daha sonra adı yolsuzluğa karıştığı için partisinden ihraç edilen Samsun Büyükşehir Belediyesi eski Başkan Yardımcısı Adnan Bahadır, Spor Bakanı Suat Kılıç’ı tehdit etmiş:
“Samsun’daki AKP İl Kongresi’ne müdahale etmesi durumunda elimdeki uygunsuz görüntüler içeren kasetini kamuoyuyla paylaşacağım.”
İşte; Türkiye’deki “kasetleme” furyasının ulaştığı son nokta!
Umarım; Bahadır’ın iddiası “fos” çıkar...
Ama...
Siyasetçilerin, bürokratların, gazetecilerin izlenmesine, dinlenmesine ve yasa dışı yollarla görüntülenmesine sessiz kalanların bu son skandal karşısında nasıl bir tavır takınacaklarını da merakla bekliyorum.
Mustafa Mutlu / Vatan