GE-STA-PO’dan ne farkları kaldı
Şahane...
Tam istedikleri gibi bir idari sisteme kavuştuk; tabusuz!
Muhalif bir siyasinin değil “+18”, “+insanlık” ikazıyla dahi sunulamayacak kadar “özel” görüntülerine, girin herhangi bir sosyal paylaşım sitesine şu dakika bir tıkla ulaşabilirsiniz...
Ama bir de aynı sosyal paylaşım sitelerinde iktidar aleyhinde kazara yayımlanmış bir eleştiriye erişimi deneyin...
Ne mümkün!
Dakikasında “engellenirsin” ... Ondan değilsen seni “sakıncalı” ilan etmeye programlanmış herşey...
***
Berlin’den yazan okurumuz Mustafa Temel çiçeği burnunda bir sansür mağduru... Tazecik acısıyla feryat ediyor:
“TİB ve polisin uygulamaları 1930’ların Almanyası’nı getirdi aklıma; GE-STA-PO uygulamalarını. (GE) Geheim’ın kısaltılmış halidir ve GİZLİ anlamındadır. (STA) ise Staat’ın kısaltılmışıdır, DEVLET anlamındadır. Sonuna da (PO) Polizei gelir ki bunun anlamı bizim bildiğimiz POLİS demektir. Kısacası DEVLET GİZLİ POLİSİ’dir. TİB, MİT ve POLİS’i de bir araya getirirseniz aynı sonuç çıkar!”
1989’dan beride Alman Sosyal Demokrat Partisi üyesi olan bir “78’li” olduğunu söyleyen Temel’in, “Facebook”ta “vatansever çizgi”deki bir arkadaşının paylaştığı ve içeriği bir şehit annesinin Show TV’de yayımlanmış sözlerinden ibaret olan videosuna yaptığı yorum “sansür”e uğramış. “Şimdi size soruyorum. Bu bir GESTAPO metodu değil de nedir?” diye soruyor...
***
Yazıklarında hiçbir belaltı ifade bulunmadığını özellikle vurgulayan okurumuza göre kendisine karşı bir “suç” işleniyor aslında bu yolla:
“Birincisi benim uluslararası haklardan doğan haberleşme özgürlüğüm kısıtlanmıştır. Özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden doğan hakkım olan;
Madde 8 Par;1- Özel yaşamın korunması,
Madde 10 Par;1- Düşünce özgürlüğünden doğan haklarıma Türkiye’deki GESTAPO örgütlenmesi tecavüz etmiştir.”
Peki ortada bir “suç” ve “suçlu” varsa; bir de “ceza”nın olmasını beklemek gerekmez mi normal hukuk düzenlerinde?
Mustafa Temel, Bertolt Brecht’le noktalamış satırlarını... Gelin biz de öyle yapalım:
“Mücadele eden kaybedebilir, mücadele etmeyen çoktan kaybetmiştir!”
Cila işini Taraf’ın üstlendiği, Türkiye’yi AB’ye jurnalleme ekibi ruhunu çağırmaya kalkıştığına göre;
1. “Avrupai değerler”in öldüğünü kabul ediyorlar...
2. Çok fazla korku filmi seyrediyorlar...
Onlar kendilerine “akil adamlar” diyorlar ya, biz bu saatten sonra tek şey söyleyebiliriz kendilerine:
İyi saatte olsunlar!..
+++
Allah’ın amigosu olmaya soyundu!
Dine ve Allah’a karşı çıkmayı “aydın kişi olma” zanneden bir yapıdan “Allah’a amigoluk yaparak oy çoğaltmaya çalışan bir politikacı tipine” savrulduk.
Ne dine faydası var.
Ne insana yararı var.
Ne de ülkeye katkısı var.
Allah’ın amigoya ihtiyacı
olsaydı;
“Başbakan olmuşlardan kendime şu kişileri amigo seçtim” diyerek peygamberleri vasıtasıyla biz kullarını haberdar ederdi.
Riyakarlık gırtlağımızı sıkıyor.
Organize din sömürüsü bitmedi.
Bir benzetmeden yola çıkıyor.
Allah’a hakaret ettiniz diyor.
“Alçaksınız” diye küfür
ediyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “statükonun Allah’ı Ankara’da...” derken bu benzetmeyle niyetinin “insanların Allah’a olan inancında bir iç dünya tufanı” yaratmak ve Allah’a hakaret etmek olmadığı açık...
***
50 yıldır din sömürüsü
izliyoruz.
Temiz inançlarını şuur, irfan, metafizik, çile, mertlik, insanı yaşatmak zemini üzerine kurmuş Müslüman kitlelere “siyasi rakiplerini din ve Allah düşmanı” gösterdiler ve bu yolla güç ve iktidar avcılığı yaptılar.
Bu kadarını görmemiştik.
Sonunda Allah’ın amigoluğuna da soyundular. İmam adamıysan “din hocası olarak kalmaktan” niçin vazgeçtin ve politikacılığı niçin seçtin diye sorarlar.
Partili oldun.
Parti kurdun.
Kirletilen, çürütülen insanı arıtmak için Allah’ın yolunda dini “ahenk ve rahmet temsilciliğine ulaştırmayı ve Türkiye’deki Müslümanların hayatına bu değerleri sokmayı hareket noktası” yapmış olsaydın, din hocası olarak kalırdın.
Politikada ne işin vardı!
Politika nefis putunu besler.
Nefis putuna yenik düşer.
Nefis putuna yenik düşerek politikacılar, hep çıkarcılığı öne geçirerek, iktidar hesapları yaparlar.
Nefis putuna yenik düşenin; yerli yersiz Allah’ı ağzına almaması ve yerli yersiz Allah’ın amigoluğuna soyunmaması gerekir.
***
En değişimci benim diyorsun.
En halkçı benim diyorsun.
En Anadolucu benin diyorsun.
En sivil benim diyorsun.
En büyük statrüko kırıcı benim diyorsun.
En büyük projeci benim diyorsun.
80 yılda yapılandan daha çoğunu 8 yılda benim diyorsun.
En Atatürkçü de benim
diyorsun.
En Arapçı da benim diyorsun.
En Brükselci de benim diyorsun.
En yerlici de benim diyorsun.
Bunlar yetmiyor
En Allahçı da benim diyorsun.
Nefis putunun bu kadar şişmesi görülmedi!
Biraz Mevlana oku lütfen. Mevlana’nın uğraştığı baş alanlardan biri; içi kirli insanın “dincilik yaygarasını” deşifre etmektir.
Necati Doğru / Vatan
+++
Kılıçla yatan kılıçla ölür...
Özel hayata ilişkin olsun ya da olmasın, kapalı buluşmaların yasadışı kaydı konusu yeni değil. Ancak 2005 yılından itibaren önce güvenlik ve yargı, sonra da siyaset alanında giderek daha çok sancıya yol açan bir etken haline geldi.
Güvenlik ve yargı alanında Ergenekon, Balyoz gibi bir ara savcılar iddianamelerini mahkemeye sunmadan dava dosyalarındaki konular ortaya dökülmeye başlamıştı.
Bu belgelerin, dava hâkim ve avukatları görmeden gazetecilerin eline geçmesini, polis ya da savcılık tarafından sızdırılma ihtimali -tabii bir de odasina girip gizlice almak- dışında bir gazeteci tarafından elde edileceğini düşünmek saflık olur.
Etik açmaz
Neticede, henüz mahkemeye yansımamış belgeler sızdırılmak suretiyle kamuoyunun hazırlanması amaçlanmış, bu psikolojik harekât hazırlayıcıları tarafından yargı sürecinin bir parçası haline getirilmiştir. Bu arada görevi halkın haber alma hakkını meslek kuralları içinde yerine getirmek olan haberciler de etik açmazlar içine itilmiş; kimileri bu nedenle kendilerini de yargı önünde bulmuşlardır.
Yasadışı kayıtların siyasi sürece müdahale eder şekilde gündeme gelmesi ise güvenlik ve yargı alanında olduğundan hem daha acımasız hem de belden aşağı vuruşlarla daha tehlikeli bir seyir izlemeye başladı.
Zehirli siyaset
İşin biz seçmenleri daha fazla ilgilendiren cephesinde, siyasi atmosferin bu tür kaset savaşları yöntemleriyle giderek nefes alınamayacak denli zehirleniyor olması var. Yıllarca Türk siyasetinde projeler konuşulmuyor şikâyeti vardı. Şimdi projeler uçuşuyor, ama yine projeler değil, şimdiye dek hiç rastlanmayan türden çirkinlikler, liderlerin birbirine ’beline sahip değil’, ’alçak’, ’hırsız’ demesi konuşuluyor.
Yeni oy kullanacak 18 yaşında gençler, bu zehirli havayı soluyarak sandığa gidecekler ve siyasetin itibarının yükselmekte olduğu iddialarına işte o kadar itibar edecekler. İnsanı siyasetten soğutan, zehirleyen bu atmosferden kısa vadeli çıkarları için medet umanlar, iki yanı keskin bu kılıcın yarın bir gün kendilerini de keseceğini hesap etmeli. Eski meseldir; kılıçla yatan, kılıçla ölür.
Murat Yetkin / Radikal
+++
Kimi siyasetçilerin soyunup kadınlarla sevişmesi skandal oluyor, kimi siyasetçilerin ülkeyi soyup vatandaşı donsuz bırakması vizyon...
Haldun Ertem
+++
Başkalarının tenasül organları üzerinden siyaset yapmayı içine sindiren eşhas bilsin ki Menderes’i ’bebek’ davasıyla vurmaya çalışanlarla aralarındaki fark sandıklarından azdır.
Özgür Mumcu / Radikal
+++
Devlet destekli bir tezgah var
Şunu net olarak sormak gerek;
Seçim öncesi MHP’ye yapılan bu operasyonda kimin parmağı var?
Yöntem yıllardır hep aynı.
Önce hedefler tek tek seçiliyor. Düşürülecek tuzağın niteliğine uygun hedef kişiler bu çalışmayla tespit ediliyor. Böylece kişilerin kumar, kadın, para, nüfuz gibi zaafları
belirleniyor.
Bu aşamadan sonra ileri teknoloji gerektiren teknik ve fiziki takip ekiplerinin işi başlıyor. Ve bu, öyle 3-5 kişiyle yapılacak bir faaliyet değil.
Arkasından, hedef kişiler hakkında edinilen bilgiler / görüntüler toplanıp bir istihbarat çarkından geçiriliyor.
Son olarak, işlenen bu istihbarat yandaş medya aracılığıyla kamuoyuna sunuluyor.
Burada en önemli konu şu ki; Hedef şahısların büyük bir çoğunluğu devlet adamı. Bu, şu demektir; onları takip edebilmek için de onların girebileceği yerlere girebilen devlet görevlileri gerekmektedir.
Yani... Yanisi şu; bu basit bir cemaat faaliyeti değildir. Devlet destekli bir organizasyon, tezgah söz konusudur.
Odatv.com
+++
Ağzı bozukları deşifre zamanı
Son günlerin konusu bu.. Meydanların, televizyonların, köşe yazarlarının..
Eline satır alan siyasetçiyi doğramaya kalkıyor..
Ahlak dersi vermeye çalışıyor..
Bu mevzuu siyasetçiler arasında sürse amenna.. Bazı gazeteler de, köşe yazarları da siyasetçilere ayar çekmeye kalktı..
Peki, ayar çekmeye çalışan ne dedi?
Cumhuriyet Halt
Partisi..
Adam yazısına başlık attı.. Köşe yazısı bu.. Boru değil!..AKP Grup Başkan Vekili üzerine atladı..
Fikir babasına bak..
Sanırsın ki gazeteci..
Gazetesi de ahlak bekçisi..
***
Öteki gazeteye geçelim.. Yazının başlığı şu..
CHP ’Baba’yı alıyor.
Ne anladınız?
?????
Yazara baksan ’Baba’ dediği Demirel.. Sorsan ben Demirel’i kastettim der, diyor da!..
Onun gazetesi de ahlak bekçisi.. Siyasetçiye veriyor, veriştiriyor..
O başlığı atana şöyle bir
baksan..
Sanırsın ki gazeteci..
Siyasette seviye iniyor diyorlar ya.. Acaba kim indiriyor, kimler indiriyor?
Sarı basın kartı arkasına sığınarak kimler amigoluk yapıyor..
Deşifre olmalarının zamanı geldi..
Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
Bir zulüm aracı olarak hukuk...
Zulmün de hukuku vardır ama adaleti yoktur.
Hitler rejiminin de hukuku vardı, adaleti yoktu.
Zorbaların da hukuku vardır.
Yasaları vardır.
Yargıçları vardır.
Savcıları vardır.
Görkemli yapıları, salonları vardır.
Ama adaleti yoktur.
Hukuk, yasalardır, yöntemlerdir, uygulamalardır.
Adalet vicdandır.
Adalet insan içindir.
Hukuk ile adaleti ayırırsanız o toplumun çivisi çıkmıştır.
Hukuk, düzeni koruyan sistem olur.
Adaletten ayrılan hukuk zulmün aracı olur.
Erdal Atabek / Cumhuriyet