Gazetecilik bu mu?
Dağlıca'da verdiğimiz 16 şehit için döktüğümüz gözyaşları henüz yüzümüzden akmakta iken ikinci kara haber, Iğdır'ın Dilucu Sınır Kapısı'ndan geldi. PKK'lı teröristler polisleri görev mahalline götüren servis minibüsüne bombalı saldırıda bulunmuş, 12 polis şehit olmuştu.
Türkiye'yi 13 yıldır AKP yönetiyor. AKP demenin Erdoğan demek olduğunu da bilmeyen yok. O Erdoğan da çıkıyor, "Çözüm sürecini bunlar adeta Güneydoğu'da kendileri için silah stoklama süreci olarak değerlendirdiler" itirafında bulunuyor. Bir başka zamanda bir başka canlı yayında yönettiği Türkiye'deki terör olaylarını kastederek, "400 milletvekili olsaydı bunlar olmazdı" diyor. Bizler de bu vatanın evlatları olarak Dağlıca baskınından sonra o söz o bağlamda söylenmiş olsa da olmasa da "Bu işlerin 400 milletvekili ile ne alakası var?" diye sormak zorunda kalıyoruz. Iğdır'daki terör saldırısında 12 şehit verildi, onun için de, "Bu işlerin 400 milletvekili ile ne alakası var" diye sorarız. Çünkü bu ülkeyi 13 yıldır yöneten kişi, teröristler tarafından bir kişinin öldürülmesini bile 400 milletvekili olmadığı sonucuna bağlamış ise, bu sözünü geri alana kadar yahut yanlış anlaşıldım, maksadım bu değildi diyene kadar o soruya muhatap olmayı göze almış demektir.
Türkiye bu halde iken 13 yıldır bu ülkeyi yöneten AKP'li bir milletvekili, AKP'li gençlerin başı olarak Hürriyet gazetesinin kapısına dayanıyor, Aydın Doğan ve Hürriyet'i "PKK'ya destek vermekle" suçluyor. Taşlar, sopalar, cam çerçeve kırmalar, seçimden sonra görüşürüz tehditleri tozu dumana katıyor. Gazete de haklı olarak, "Saldırıya uğradık, suçumuz ne?" diye haber yapınca, birileri çıkıp, "Dağlıca'da 16 şehit varken utanmadan kırılan bir camın haberini yapıyorlar" diye yazılar döşenebiliyor.
Gazete, PKK'nın Dağlıca katliamını görmezlikten gelse, hak vereceğim. Ama yok öyle bir şey... Taşlı sopalı saldırıyı değil, siz kendinize yönelik bir eleştiri yazısını bile haber yapar, o konuda manşetler ve köşe yazıları döşenirken normal, ama bir başkası, birileri kapısına dayanıp can ve mal tehdidinde bulununca bunu toplumla paylaşıp, "Bakın, başımıza bir şey gelirse katilimiz bunlar" demesi anormal, öyle mi?
Biz kimsenin avukatı değiliz. Bu yaptığımız, mesleğimizin avukatlığıdır. İktidardakilerin yolsuzluk ve hırsızlıklarını görmezlikten gelenler, bakan evlerindeki para kasalarının, rüşvetçi önüne yatan bakanların Yüce Divan'a gönderilmesinin önüne geçen iradeye bir çift laf edemeyenler, havuz medyasının oluşumuna haysiyetli bir çıkış yapamayanlar, devletin imkânları ile gazete sahibi olunmasını içlerine sindiren ve o gazetede yazı yazanlarla aynı çizgide olanlar gazeteciliği çoktan öldürdü...
PKK'nın dün de, bugün de işlediği hiçbir cinayetin AKP'ye 400 milletvekili verilmemesi ile alakası yoktur. PKK cinayetlerinin AKP ile alakası, 13 yıldır bu ülkeyi yöneten AKP'nin PKK ile "çözüm süreci" adı altında yaptığı mutabakattır. PKK, şehirlere 80 bin silah yerleştirmiş, AKP bunu seyretmiştir, itiraf etmiştir. Bunun böyle olduğu da AKP tarafından, Erdoğan tarafından itiraf edilmiştir. Iğdır ve Dağlıca'daki saldırılar da işte bu süreçte yapılan PKK hazırlığının acı neticesidir.
Gazetecilik bu gerçeği milletten saklamak olmamalıdır, olmamalıydı...