Gazeteci mi? Görevli mi?
Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, “gazeteci midirler, yoksa devletin gazeteci kılığına sokup gizlediği görevlileri midirler?”
Bunu da yazmalıyız. Araya, “Edirne’de patlayan cerahat, Ankara’da gizlenen çıban, Askerin başına geçirilen ikinci çuval” konuları girdi.
Atladım.
Yazamadım.
İçime dert oldu.
Yüreğime, değirmen taşı gibi bir ağırlık geldi oturdu. Bu, gümüş kutu içinde pırlanta gibi duran 3 arkadaşımız: Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, “gazeteci midirler, yoksa devletin gazeteci kılığına sokup gizlediği görevlileri midirler?”
Önemli değil!
Diyebilirsiniz.
Ben önemsiyorum.
Çünkü bu 3 arkadaşımız basın dünyasının başarı grafikleri yüksek olduğu için genel yayın müdürleri ve gazete patronları tarafından çok tutulan 3 yazı emekçisidir.
Öyle görünüyorlar.
Biz onları “gazeteci-yazı emekçisi” olarak biliyoruz.
Fakat son verdikleri fotoğrafta; Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’in; “okurlarını aydınlatan” birer yazı emekçisinden çok; Çankaya’da Camlı Köşk’te ABD’nin Irak’a işgal sonrası Cumhurbaşkanı yaptığı Celal Talabani ile görüştürdüğü “Türk derin devletinin temsilcileri” oldukları izlenimi doğdu, okurun kafası
karıştı.
Yanılıyor muyum?
Şu tabloya bakın:
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Türkiye’ye gelmiş, Atatürk’ün mezarına gitmiş, anı defterine; “Osmanlı toprağı olan Irak’ı bir ayrı devlet olarak tanıdığı için Atatürk’e teşekkür ederim” diye duygularını yazmış, Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türk Başbakanı Tayyip Erdoğan ile ikişer saat baş başa bir araya gelmişler; “Ankara-Washington-Bağdat” ın terör konusundaki politikalarını görüşmüşler.
Mesajlar alınmış.
Uyarılar verilmiş.
Geriye ne kalıyor?
Talabani’nin Türkiye’de yaşayan Türklere ve Kürtlere söyleyecek bir lafı varsa bunu yerli ve yabancı 40-50 gazetecinin katılacağı bir basın toplantısında dile getirmek, varsa sorulara cevap vermek kalıyor.
Nedendir, bilinmez.
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler, “basın toplantısı” yapmak yerine Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand’ı Ankara’ya Camlı Köşk’e çağırtıp Talabani ile “hal ve hatır halvetine” soktular.
Fotoğrafları yayınlandı.
Görmüşsünüzdür.
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile gazeteci Hasan Cemal, biri gazeteci diğeri Cumhurbaşkanı gibi değil “iki cumhurbaşkanı gibi” yan yana iki koltukta oturuyorlar. Karşı koltukta da yanlarında El Cezire temsilcisi, Cengiz Çandar ile Mehmet Ali Birand, gazeteci gibi değil; “Ankara-Washington-Bağdat siyasi ekseninden sorumlu devlet temsilcileri ve Talabani’nin meslektaşı” gibi dizilmiş.
Laflıyorlar.
Laf geliyor PKK’ya!
Bizimkiler PKK diyor. Talabani, “Pe... Ke... Ke...” diye telaffuz ediyor. Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand Talabani’ye, “Apo, hâlâ PKK’nın gerçek lideri mi” diye soruyor. Talabani de “Aynen öyle... Apo, Pe... Ke... Ke’nin gerçek lideridir. Apo isterse barış gelir...” diye cevap veriyor.
Ne demek istiyorlar?
Bizim gazeteci-siyasetçi-devletçilerle ABD’nin adamı, dünün aşiret lideri, bugünün Cumhurbaşkanı Celal Talabani, böyle bir halvet toplantısı yaparak bize neyi anlatmak istiyorlar? Talabani “PKK’nın gerçek lideri hâlâ Apo’dur” diyorsa ABD’nin kanaatini paylaşıyordur. Amerikalı çuvalcı generaller de zaten “PKK ile masaya oturun” diyor.
Gazeteci mi? Devlet görevlisi mi? İçime dert oldu. Bilelim.
* Necati Doğru / Vatan
++++++
Doğum tarihini söyle, ismini söyleyeyim...
En az üç çocuk yapalım da...
Adını ne koyalım?
* *
Erkekse, Yusuf.
Kızsa, Zeynep.
* *
Ben demiyorum...
İçişleri Bakanlığı’nın istatistikleri böyle diyor. Geçen sene doğan erkek bebelere en çok Yusuf adı verilmiş; kızlara Zeynep.
* *
Üşenmeyip, nüfus káğıtlarına baka baka, geçmişten günümüze doğru uzandığımızda, karşımıza şöyle bir Türkiye çıkıyor...
* *
1950’ler...
Erkeklerde, Mehmet, Mustafa, Ali, Hüseyin, Hasan gibi, peygamberimizin, damadının, torunlarının isimleri çoğunlukta... Kızlarda, Ayşe, Emine, Fatma, Hatice gibi, yine peygamberimizin annesi, eşleri, kızları.
1970’ler...
Erkekler aynı... Kızlarda, hem popüler kültürün, hem de “acı vatan” ın izleri görülüyor... Hülya Koçyiğit’in Hülya’sı, Filiz Akın’ın Filiz’i, gurbet hasretinin Özlem’i, Dilek’i, Kader’i ekleniyor.
1980’ler... Çoğunluk tablosu değişmiyor... Ama, ideolojinin etkileri görülüyor. Eylem, Özgür, Devrim, Turan, Alpaslan, Asena, Ülkü, Alp, Aybüke, Mücahit gibi, o güne kadar pek tercih edilmeyen isimler artıyor.
1990’lar...
Erkeklerde “can” modası başlıyor; Kemalcan, Mithatcan, Alican gibi... Kızlara ise, resmen “nur” yağıyor. Ayşenur’lar, Fatmanur’lar çoğalıyor. Ayrıca, Merve, Büşra, Elif, Kübra favori oluyor.
2000’ler...
Erkeklerde enteresan bir değişiklik yaşanıyor; Ensar, Yasin, Yasir, Enes, Yusuf, Bilal, Ammar, Furkan öne çıkmaya başlıyor. Kızlarda ise, sıralama külliyen değişiyor; Rabia, Merve, Sümeyye, Seyma, Zeynep, Feyza, Aleyna, Elif, Medine, Ahsen, Büşra hayli sıklaşıyor.
* *
Yani?
Yani, devir değişiyor...
Her konuda olduğu gibi, Türkiye’nin “isim haritası” da değişiyor.
* *
Ve, bir de not...
Şu anda, devletin kontrol edemediği yasadışı kurslarda ve tarikat evlerinde, açık açık, “Senin ismin Kuran’da yoksa, öbür dünyada da olmayacaksın” propagandası yapılıyor.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
Başbakan adayı(!)
AHMET ÖZAL Edirne’deki operasyonda gözaltına alınan Ahmet Özal, serbest bırakılınca bombayı patlatmış: “ANAP’ın başına geçiyorum”... Tayyip Erdoğan bir yıl hapis yattıktan sonra başbakan oldu ya... Özal da bir gün gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılmasından siyasi ikbal çıkarmayı umuyor... Ama unuttuğu bir şey var: Erdoğan şiir okudu diye hapis yatmıştı... Ahmet Özal’ın gözaltı nedeni ise suyu bulandırmak...
* Ahmet Hakan / Hürriyet
++++++
Yıpranmayı önlemek askerin elindeydi
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Devlet Bahçeli ve Deniz Baykal’ı hedef alan açıklamayı bizzat kendisinin yazdığını söyledi.
“Operasyonun başarısı gölgelendi, TSK’yı hedef alan karşısında beni bulur” dedi.
Demokratik bir ülkede, sınır ötesine yapılan ve birçok cana, yüklü bir harcamaya neden olan askeri operasyonların, siyasetçiler tarafından mercek altına alınmasını yadırgamamak gerek.
ABD ve İngiltere’de, Irak Savaşı’na karşı çıkan siyasetçilerin demeçlerine bakın, yapılan eleştirileri okuyun.
Orgeneral Büyükanıt’ın bu tepkiyi vermesinin asıl nedeni, böyle bir sorgulama alışkanlığının bizim ülkemizde olmaması.
Askerlere ilişkin ve askerlikle ilgili konuların bugüne kadar “siyaset üstü” olarak algılanmış olmasından kaynaklanıyor bu durum.
Bunun bir gün değişmesi gerekiyordu ve demek ki kısmet son Kuzey Irak operasyonunaymış diye düşünüyorum.
Bu yeni dönemde Genelkurmay Başkanı’nın hassasiyet gösterdiği konularda askerin yıpranmasını önlemek de elbette yine askerin kendi elinde.
Kamuoyunun, doğru ve zamanında bilgilendirilmesindeki gecikmeler ve ihmaller, harekátın sona erdiriliş biçim ve zamanlaması ile ilgili kuşkular uyandırdı.
Muhalefet partilerinin bunu sorgulamalarına da kimsenin gücenmemesi gerek.
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet