Gazeteci gazetecinin kurdudur!
“İnsan, insanın kurdudur” diye Latince bir deyim vardır. Bu deyim son günlerde Türkiye’de “gazeteci, gazetecinin kurdudur” biçimine dönüşmüştür. Gerçek darbe dönemlerinde darbe önderleriyle kol kola olanlar bugünlerde iktidarla birlikte muhtemel darbe planlarında “yararlanılacak gazeteciler” listesine ismi yazılmış olan gazeteci ve sivillere yönelik operasyon yapılmasını dört gözle bekliyorlar.
Apoletli yandaşlar!
Yakında üçüncü bir dalga daha geleceği, bu sefer zanlıların ‘sivil’ yani “apoletsiz postalcı” diye niteledikleri gazeteciler olacağını bir gazeteci yazıyor. Daha doğrusu diliyor, istiyor ve temenni ediyor. Kendilerinin “ezber bozan” olduğunu bundan dolayı da “hükümet yandaşı” olarak suçlandıklarını söylüyor.
Adam yandaş değilmiş gibi yapıyor. Bir gün iktidarın bir yanlış yaptığını yazmış gibi yapıyor. Tepeden tırnağa “demokrat”mış gibi yapıyor. Bir gün olsun adam gibi adam olmuş gibi yapıyor! Elinden gelse adam bütün muhalifleri kendi eliyle içeri dolduracak.
Ancak sorun bu tür insanlar değildir. Sorun, Türkiye’deki gazeteci zihniyetiyle ilgilidir. Açıkçası bugün Türkiye’de gazeteciler; iktidar yandaşı, Kandil ile dirsek teması, Filistin kamplarının eski müdavimi, günümüz kudret elitlerinin yoldaşı olanlar ile buna karşı örselenen, hırpalanan ve içeri tıkılan ya da onların da hukukunu savunanlar olmak üzere iki kısma ayrılmış durumdadır.
Ezberi değil ahlakı bozuyorlar!
Bunlar Irak’ta, ABD’nin öldürdüğü bir buçuk milyona yakın insanı “ABD bölgeye demokrasi getiriyor” gerekçesiyle desteklemekte mahzur görmüyorlar. PKK’nın katlettiklerini görmezlikten gelirken sürekli bir biçimde devletin “fail-i meçhul”lerinden bahsediyorlar. İktidardakilerden birisinin uçağından diğerininkine savrulurken “demokrasi” teranesini de ağızlarından eksik etmiyorlar. Reşadiye, Gaffar Okan ve Bingöl katliamlarını bile TSK’ya ihale etmeye çalışıyorlar. Başbakanın gazete patronlarına “konuşturma, sustur ve kov!” sözünü bile eleştirecek cesareti kendilerinde göremiyorlar. TSK’ya gelince iftira ve hakarette sınır tanımıyorlar. Sonra da geriye dönüp, utanmadan “ezber bozan” olduklarından söz ediyorlar. Doğru! bir şeyi bozuyorsunuz da bu bozduğunuz ezber değil ahlaktır.
Bu nasıl bir kindir?
Bir takım gazetecilerin yazılarında diğerlerine adeta felaket dilediği görülüyor. Birilerinin ızdırap çekmesinden sadistçe zevk aldıklarını utanmadan söylüyorlar. Olanı biteni el altından herkesle her şey olarak bir anlamda yönetiyorlar. Bu yüzden iktidarın her yaptığını kayıtsız şartsız alkışlıyorlar. Kendilerini besleyen kudret elitlerini bu vesileyle onlar da ancak böyle beslemeye devam ediyorlar. Sonuçta insanlığa ihanet, bunlar için hayatta oynanması gereken bir oyun halini almıştır.
Elbette ebedi olarak sürmüş bir zulüm ve ihanet yoktur. Ancak ebediyen anılan “Brütüs” ve “Fouche” tavrı vardır. Bir de tabii düşene vurmak alçaklıktır!
Not: Bilmeyenler için hatırlatalım Fouche, ihaneti birinci sınıf gerçekleştirmiş bir Fransız siyasetçisidir.