"Gaflet anayasası!"
Önce tarihten bir not düşelim.
“Yeni Osmanlı” Avrupa’yı örnek alıyordu.
O artık “Müslüman Türk’ün aklını” terk etmiş, “Avrupa’nın aklı”nı rehber edinmişti. “Avrupa’nın aklıyla Avrupa’yla rekabet edecek!”, kurtulacak, hatta eski şaşaalı devirlerini geri getirecekti. “Osmanlı” nın içinden “Yeni Osmanlı” işte bunun için çıkmıştı. Demek ki, bu “yeniliğe uymayanlar” artık “eski” sayılabilirdi. “Eski” yani, “kötü”. Yani “işe yaramaz”.
İpleri ele geçiren “Batıcı ve masonlar” ile Avrupa “El eleydi”. Sultan Abdülaziz Han’dan Tanzimat’ın yani “yeniliğin” geleceği hakkında garantiler aldılar. Elbette “Niyetleri iyi olanlar” la, “Osmanlı ve dini İslâm’ı şu coğrafyadan bir silsek de, Filistin’de bir İsrail devleti kursak” ve “Ortadoğu Petrollerini ele geçirsek” hesapları güdenler, “İstanbul’u geri alsak” diyenler, “Sıcak denizlere inme hayali” kuranlar da hep bu “Yeni Osmanlı” şemsiyesi altına toplanmışlardı.
İşte gaflet, fitne ve ihanetin iç içe geçtiği bu ortamda, 21 Haziran 1867’de Sultan Abdülaziz Han Fransa, İngiltere, Belçika, Purusya ve Avusturya’yı içine alan bir Avrupa gezisini yaptı, Saraya döndü. Bu dönüş şerefine Saray’da muazzam bir tören yapıldı. Törende Ermeni ve Rum Patrikleriyle Musevi Hahambaşısı, Ermenice, Rumca ve yahudice “Kudumiyeler” okudular.
Padişah Ermenice, Rumca ve Yahudi lisanlarını bilmediği için bu okunanlardan elbette hiçbir şey anlamadı amma “okuyuculara” bol bol ihsanda bulundu. Cemal Kutay’ın ifadeleri ile, “Hepsi Osmanlı tebası idiler amma hiç birisi Padişahın huzurunda O’nun dili ile konuşmuyordu.”
Yine Cemal Kutay’ın ifadeleri ile, “Vakanüvist Lutfi Efendinin ‘sadık bendeler’ dediği bu zevat, birer fitne ve isyan ocağını temsil ediyorlardı: Rumlar, için için devam eden Girit isyanına para ve silâh yetiştiriyorlar, hatta, Ermeni Patriği, Abdulaziz’e ’sıhhatle dönmesinden dolayı’izhar-ı ubudiyet ederken, yine bir Ermeni heyeti, Moskova’da Çar Aleksandr’ın huzurunda,” İstiklal için para ve silah’ dileniyordu. Yahudi, Türkten daha müreffeh ve zengin olduğu müddetçe sesi çıkmayan tebea idi.
Peki sonra ne oldu?
“Yenilikçiler” ve onların “şemsiyesi altına sığınanlar” 30 Mayıs 1867 günü Dolmabahçe Saray’ını kuşatarak Sultan Aziz’i tahttan indirdiler. Hakaretlerin bini bir para, Fer’iye Saray’ına naklettiler. Üç gün sonra da, Kur’an okuyan Sultan Aziz’i, bileklerini keserek “şehit” eylediler.
Aslında “bilekleri” kesilen ve “şehitlik yoluna” konulan “Devlet” in ta kendisi idi ve bütün bunlar “Yenilik adına” yapılıyor “Avrupa’ya benzemek” için hayata geçiriliyordu. Hepimiz bu hikâyenin nasıl bittiğini, yani bu “yenilenme” ve bu “Anayasa” hikâyelerinin Osmanlı’nın başına neler açtığını çok iyi biliyoruz.
Şayet bu millet ve bu din bu coğrafyadan tamamen silinmedi ise bu, Türk milletinin gerçekleştirdiği Milli Mücadele ve tabii ki Rahmetli Mustafa Kemal sayesindedir.
Gelin görün ki “yaşananlar unutulmuş” yeni bir “Batı hayranlığı, Avrupa taklitçiliği” Türkiye Cumhuriyeti’ne de yine o mâlum unsurlar tarafından sirayet ettirilmiştir. Bu millet dünkü “Yeni Osmanlıcılar” gibi, “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınmayı” içine sindirebilen Müslüman ve “Avrupa Birliği” uğruna Milli Mücadeleyi inkâr eden kalp Atatürkçülerin eline düşmüştür.
İşte bu mihraklar bugün “sivil anayasa” diye kendi devletinin bilek damarlarını kesen, “Avrupa Aklını” Türk’ün sivil aklı diye millete “yutturan” bir serüvenin mimarları olmak ve milleti bu serüvenin içinde AB ve ABD’nin bir “eyaleti” durumuna düşürmek için kolları sıvamış bulunmaktadırlar.
Bu bizim iddiamız değildir.Nitekim, AKP’nin isteği üzerine “Sivil Anayasa” çalışması yapanlar adına konuşan Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ergun Özbudun, Anayasa’da temel hak ve hürriyetlerle ilgili maddeler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karar ve içtihatları temel alınarak hazırlanmıştır!” itirafında bulunmuştur.
Bu, “Ben Avrupa aklı ile hareket ediyorum” demek değil midir?
Avrupa’nın aklı ise “sivil aklı” değil hele Sivil Türk’ün aklı hiç değil, “Kilise aklıdır, Siyonizm aklıdır”.
Türk milleti ne zaman “Kilise” ve “Siyonizm” aklına muhtaç olduysa, karşılığında bir “Milli Mücadele vermek” zorunda kalmıştır.