G20'de Kaşıkçı cinayeti yol alabildi mi?
Dünya, Arjantin'in başşehri Buenos Aires'te 30 Kasım - 01 Aralık tarihleri arasında yapılan G20 zirvesinin sonuçlarını dikkatle takip etmektedir. Bu satırlar yazıldığında sonuç bildirisi henüz yayınlanmamıştır. Dünyanın en zengin 19 ülkesiyle AB'den oluşan G20 her ne kadar ağırlıklı olarak ekonomik zirve olarak anılsa da siyasi bir zirve mahiyetindedir. Hâlihazırda ekonomi dışında siyasi yönden dünya gündemini ciddi bir şekilde meşgul eden Rusya-Ukrayna krizi, Çin'in genişleme politikaları, Amerika'nın birçok ülkeye uyguladığı yaptırımlar, Birleşik Krallığın AB'den ayrılması, Yemen savaşı gibi konuların ağırlıklı olarak ülke heyetleri arasında görüşülmesinin yanı sıra zirvenin en ilgi çeken konularından biri de Kaşıkçı cinayeti olmuştur.
Kaşıkçı cinayetinin hukuki ve siyasi boyutları dünya siyasetinde öncelikli konular arasında yer almış olup meselenin uluslararası diplomatik bir krize dönüştüğü görülmektedir. Arjantinli Federal Yargıç Ariel Lijo, Arjantin'de bulunan Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed Bin Salman'ın İnsan Hakları İzleme Örgütünün başvurusu üzerine Yemen savaşı sebebiyle Prensin savaş suçlusu olduğunu iddia etmektedir. Bu konuda Suudi Arabistan ve Yemen'in yanında Türkiye'den de bilgi istenmesi Kaşıkçı cinayetiyle ilgili olduğu anlamına gelmektedir.
Cemal Kaşıkçı'nın hem Suudi, hem de Amerikan vatandaşı olması hasebiyle ve cinayet İstanbul Suudi Arabistan başkonsolosluğunda işlendiği için 3 ülkeyi yakından ilgilendirmektedir. Türkiye ve ABD dışında dünyadaki STK'lar ve (bazı Avrupa ülkeleri ve Katar hariç) Suudi Arabistan ile ilişkilerin bozulmamasını dikkate alan Arap ve Müslüman ülkelerinin konuyla ilgili herhangi bir tutum sergilememeleri düşündürücüdür. Veliaht Prens, Arjantin'e gitmeden önce meşruiyet kazanmak amacıyla BAE, Bahreyn, Mısır ve Tunus'a yaptığı ziyaretlerde sadece Tunus'ta STK'lar tarafından protestolarla karşılaşmıştır.
Cinayetin işlendiği yerde dokunulmazlık konusunun korunması, Türkiye Cumhuriyeti'nin sorumluluğu ve yüklümlülüğü göz ardı edilemez.
Aslında Türkiye, Suudi Arabistan ile ilişkilerinin kesintiye uğramasını göze almış olsaydı Viyana Sözleşmesinin 41. Maddesi gereğince başkonsolos dâhil tüm konsolosluk çalışanlarının tutuklanma veya gözaltına alınmalarını yetkili adli makamın kararıyla yapabilirdi. Bu bağlamda, başta Suudi Arabistan ve Arap dünyasının bazı yazarları cinayet ile ilgili olarak ileri sürdükleri tezlerde; Türkiye, Katar ve El Cezire televizyon kanalını hedef almaktadırlar. Tezlerinde Suudi Arabistan'a gereksiz medyatik saldırılarda bulunulduğu, Ülkemizde meydana gelen Rus Konsolosun öldürülmesi gibi, Kaşıkçı olayının da dünyada birçok benzeri olduğunu ve önemsenmemesi gerektiği gibi isnadsız ve yanlış bilgiler aktarmaktadırlar. 2011 de yaşanan Arap Baharı benzeri bir ortam yaratma ve siyasallaştırma girişiminde bulunulduğunun ileri sürülmesi düşündürücüdür.
Bilindiği gibi Suudi Arabistan savcısı vahşice yapılan cinayeti kabul etmiş, 21 kişi hakkında soruşturma açmış, beşi hakkında idam cezası istemiyle dava açıldığını duyurmuş, ayrıca Kaşıkçı'nın cesedinin parçalanarak başkonsolosluk binasından çıkarıldığını ve yerli işbirlikçiye teslim edildiğini de teyit etmiştir. Ancak Türkiye, Kaşıkçı cinayetiyle ilgili uluslararası hukuk kapsamında cesedin nerede olduğu, infaz kararının kimin tarafından verildiğini, yerel işbirlikçinin kim olduğu gibi konularla olayın Uluslararası Mahkemeye taşınmasını talep etmektedir.
ABD'ye gelince; ABD medyası ve CIA Kaşıkçı'nın öldürülmesiyle ilgili Suudi Veliaht Prensi adres gösterirken, Başkan Trump cinayetle ilgili nabza göre şerbet verip delillerin yeterli olmadığını ve ABD çıkarlarının bir kenara atılmasına da neden olmaması gerektiğini savunmaktadır. Trump'ın Sayın Erdoğan ile Kaşıkçı cinayeti başta olmak üzere Türkiye ile ilgili gerilim yaratan konuların görüşüleceği resmi toplantı yerine ayaküstü ve gayri resmi görüşme yapacak olmasının yanısıra Putin'in de veliahtla samimi görüşmelerde bulunması düşündürücüdür.
Veliaht ile yapılan görüşmelerde; Fransa Cumhurbaşkanı'nın cinayetin soruşturmasının yürütülmesinde uluslararası uzmanların da dahil edilmesini ve İngiltere Başbakanı'nın ise Veliahttan Türkiye ile ortaklaşa soruşturma yürütülmesini talep etmeleri Türkiye'nin uluslararası hukuk çerçevesinde konu ile ilgili haklı olduğunu göstermektedir.