Fıtık olduk
Bu topraklarda tutulmanın bedelini kan ve gözyaşıyla ödediğimize dair onlarca yazıyı kaleme aldım. Haçlı ordularından sömürgeci ittifaklarıyla saldırılsa da göğüs gerdi Anadolu. Yedi düvelin bir araya gelip çullanmasından da sonuç alınamayınca en eski ve geçerli tektik uygulanmaya kondu. Bölücülük tohumları serpilip, ideolojik kavganın gübresiyle yeşermesi beklendi. Ama Nihat Genç’in güzel tanımıyla Anadolu toprakları kin tutmadığı için sağ-sol kavgası da tutmadı. Ayrık otlarının kökü derindedir. Yolarsınız birkaç mevsim toprağın üzerine çıkmasa da kökü kalır dipte. İşte ayrık otlarını saksıda da beslediler. Bu esna da suni seralarda mezhep kışkırtıcılığının tohumları saçılarak, siyasi rüzgârlarda döllenmesi planlandı. Nitekim Kahramanmaraş, Çorum, Sivas gibi illerde geçici kirlilik oluştursa da vatandaşımız bu tezgâhı çabuk çözdü. İstanbul Gazi mahallesinde denenen bu biyolojik silah son olarak steril ortamda etkisiz hale getirildi. Anadolu coğrafyasında yaşamanın bedeli sadece kan ve gözyaşı ile ödenmiyor, ufak tefek yaralar, bazı salgın hastalıklar sevgiyle tedavi edilir.
Topal karıncanın hac yolu hikayesini kim akıl ettiyse idealizm için mükemmel bir kurgu oluşturmuş. “Su uyur düşman uyumaz” diyen büyüklerimiz, topal karıncaların sadece Kâbe’ye gitmediğini, bazılarının Kudüs yolculuğunu tercih ettiğini, bazılarının ise hep beraber komşu ülkelerin topraklarını hedef alacak kadar inançlı olduğu da anlatılmıştır, kıssadan hikayelerle. Üzerine düşenler anlamış olsa bugün ebedi müddet devletin omurgası kurumları tartışarak fıtık olmazdı.
Uzun yıllar bel ve boyun fıtığı hastalığıyla muzdarip olan bu satırların yazarı hastaneleri su yolu yaptığı için, omurlarının arasındaki sinirlerin basınç ile sıkışıp fıtık olmasıyla nasıl dayanılmaz ağrıların yaşandığını bizzat öğrendi.
Evet, olmazsa olmaz kurumları omurgaya benzetiyorum. Kocaman vücudun kumanda edildiği beyni taşıyan kumandanın dengesini sağlayan omurların arasında ülkenin güvenliğini sağlayan ordu vardır. Yüzlerce yıldır vatandaşın “Şeriatın kestiği parmak acımaz” dediği hukuk vardır, mahkemeler vardır. Kısaca yasama, yürütme, yargı diye özetlediğimiz devletin ta kendisi vardır. Senelerdir topla tüfekle, biyolojik kimyasal ve diğer siyahlarla yıkamadıkları devleti, şimdi tartışmaya açarak yıpratma çabası var. Psikolojik harp yöntemleri diye yırtınıyoruz ama dinletemiyoruz.
Birkaç emekli askerin çenesini tutamayışı ile bireysel hırsları yüzünden, milletimizin bin yıldır peygamber ocağı bildiği asker yıpratılarak güvenilirliği sarsılıyor. Siyasallaştırılmaya çalışılan hukuk tartışılarak adalete güven azalıyor. Siyasi Partiler Yasası, lider sultaları ve seçim yüzünden TBMM tartışılıyor. Mutabakat arama yerine dayatmayla seçtirilen devletin tepesi, cumhurbaşkanlığı makamı yıpratılıyor.
“Allah devlete millete zeval vermesin, vatan sağolsun”, Kararları tartışılmayan 3H yani hâkim, hekim ve hocaların kararları hiçe sayılıyor. Bunca yıpranma ve zorlanmadan sonra yerinden kayan omurların arasındaki sinirlere felaket bir baskı olduğu için fıtık olduk, fıtık. Boynu ve belinde fıtık olan vücudun kendisini koruması, çalışması, sağlıklı hareket etmesi mümkün mü? Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’la birlikte, Başkan Vekili Osman Paksüt de istifa etmelidir. TBMM’de önce yumruklaşıp, sonra kucaklaşma sahnesini utançla izletenler o çatıyı derhal terk etmeliler. Emekli olduktan sonra kendilerine hobi bulup briç oynayarak vakit geçirmek yerine, yıllarca giydikleri üniformayı yıpratanlar susmalıdır. Velhasılı kelam amaç devleti yıkmaktır. Anadolu topraklarında bizi fıtık etmeye kimsenin hakkı yoktur.