Fırındaki et!..

Kasaptaki ete soğan doğramayan emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, önce kasabın etin derisini soymasını, lime lime etmesini izledi. Sonra “kolay lokma” olsun diye bölünüp, parçalanan etlerin kaynar kazanlara, cayır cayır fırınlara atılmasını bekledi.
Şimdi de, et yanıp, bitip, kül olduktan sonra tutmuş “yutturmaya” çalışıyor iyi mi!
Pes vallahi...
İnsan hiç mi, “Ya ben böyle geniş geniş konuşuyorum ama yarın bir gün bu insanlar ’küllerinden doğar’da karşıma çıkarlarsa, nasıl bakacağım suratlarına” diye düşünmez?
Onu geçtim, cezaları onanan, sadece cezaları onanan da değil haklarındaki beraat kararıyla hayatlarının üç yılının çalındığı resmen tescillenen subayların ailelerinin hali hiçbir sızlatmaz eski “komutanlarının” yüreğini?
Hiç mi çekinmez;
Rütbeleri, hakları geri alınan, maaşları kesilen; amiyane tabirle dımdızlak ortada bırakılan kadınların, çocukların ahından?
Benim ki de laf;
Rütbeleri söküldükten sonra hiçbiri lojmanda yaşayamayacak, ordu evlerine giremeyecek, Özkök’ün “yoluna çıkamayacak”, “canını sıkamayacak” nasıl olsa değil mi? Kalmadı yani “yüzleşme” ihtimali!


***


Önceki gün Fikret Bila’ya yaptığı açıklamada diyor ki;
“Tanıklık yapsam da mevcut deliller çerçevesinde davanın esasını etkilemeyecekti!..”
Müneccim misin?
Yargıtay kararını kalkan yapıp böyle konuşmak kolay tabii de, sormazlar mı insana nereden biliyorsun etkilemeyeceğini?
Senin ifadenden de sonra belki dava bambaşka bir yönde seyredecekti!
“Olmayan darbe girişimi” için “üretilmiş deliller” hükmünü kaybedecekti belki!
Belki de dediğin gibi hiçbir şey değişmeyecekti ama en azından elinden geleni yapmış olmanın iç huzurunu kazanacaktın;
Az şey mi?
“Gitseydim dinlenmezdim” diyor;
Gitseydin de dinlenmeseydin...
Ne kaybederdin?
Tayyip Erdoğan “Hocam” diye hitap ettiğinde boşuna kopmuş onca yaygara;
“Ben tedbirimi alayım da takdir Allah’tan” demez mi bir “Hoca”?

AKP’nin “alkolsüz toplum modeli” ters tepti

“Alkol yasağı” da dahil popüler ifadesiyle “yaşam tarzına müdahale” alanına giren her türlü düzenlemeye karşıyım. Toplumu oluşturan bireyler birbirlerinin hak ve özgürlük sınırlarını ihlal etmediği, edeple, ahlakla, saygıyla ilgili genel kaideleri çiğnemediği ve başkaları için tehdit oluşturmadığı müddetçe dilediğince yaşar; ister alkolle yıkanır, ister şerbete bulanır. Ve bu “düzen” yasaklarla değil; toplumun birlikte yaşayabilmeye ayarlı olarak yetiştirilmesi, eğitilmesiyle sağlanır. Yasaklar -hele ki dam üstünde saksağan sığlığındaysa- sadece kaos yaratır.
Bakın nasıl:


***


Cuma akşamı saat 20.30-21.00 suları...
Avcılar-Zincirlikuyu metrobüs hattı ...
Kimdir nedir bilmiyorum, ben “kart-sapık” taktım adını. Küçükçekmece’den sallana sallana metrobüse binmeye çalışırken üzerime çullandı. Berduş vaziyetine bakılırsa; gidip bir yerlerde yiyip-içmiş olamazdı. Muhtemelen “alkol”ü ya bir büfeden, ya marketten aldı. Sonra da ya bir parkta ağaç altında, ya sokakta bir kaldırım köşesinde içip yeniden “insan içine” karıştı.
Aynı akşam saat 21.00-21.30 suları...
Bu kez Zeytinburnu-Kabataş tramvay hattı...
Cevizlibağ’dan bindim; ben, biri kibrit çaksa toptan havaya uçardık herhalde diyeyim içerinin durumu siz tahmin edin.
Birkaç durak sonra “tayyare” moduna geçmiş bir adam oturdu yanıma; eli -detaya girmeyeyim- “aranmakta” ;
Sonrası tahmin edersiniz ki kavga!
Diyeceğim şu ki;
Bravo AKP sana!
Saat 22.00’den sonra alkol satışını yasaklayarak öyle güzel bir iş yaptın ki, eskiden gece yarısından sonra, el ayak çekilince, tenhada rastladığımız ne kadar ayyaş varsa sayenizde artık çoluk çocuk dışarıda olduğumuz, şehrin en yoğun saatlerinde aramızda!
Kendi içinde, kendiliğinden oluşmuş bir düzene, sisteme sahip olan “toplumsal yaşam”ı, lego varsayarak şekillendirmeye kalkışınca böyle elinde patlar işte!
Eminim “dindar” ve “muhafazakar” tabanın “alkolik” leri karılarının, kızlarının başına musallat ettiğin için gurur duyuyordur seninle!

Ölene kadar bitmez ama evet

Çok sevdiğim Bulutsuzluk Özlemi şarkılarından biridir;
“Gazetelerde bu sabah bir fotoğraf var
Cezaevinde bayram görüşmesi
Analar, babalar, çocuklar sarmaş dolaş...”
Her şeyin, onca haksızlığın, hukuksuzluğun üzerine tüy diker gibi şimdi bir de bu “fotoğraf”ı yasaklıyorlar Türk askerinin karısına, çocuğuna, anasına, babasına..
Zulüm bu!
Alenen, “Sizi öldürene kadar, esameniz dahi okunmayacak biçimde silene kadar yetmez, bitmez bu intikam, ama şimdilik işkencenin bu kadarına evet” demek!
Yüzlerce kahramanı, akla vicdana sığmayan cezalara mahkum ederken “adaletsizliği” hukukla, yargıyla sakladınız;
Peki bu zulmü neyle, nasıl saklayacaksınız?
Ne demek “bayram görüşü”nü yasaklamak?
Hangi hukuk, hangi yargı, nasıl bir devlet bir ailenin “bayram”ını elinden alma hakkına sahip olabilir?
Rütbeleri, madalyaları, beratlarıyla birlikte geçmişlerini çaldınız...
Emeklilik hakkını kazanmamış, eşi çalışmayan, bütün hakları ellerinden alınmış bir aile düşünün; bir günde evsiz barksız, işsiz güçsüz bıraktınız; sokağa attınız; küçücük çocukların geleceklerini çaldınız...
Daha ne istiyorsunuz;
Toplu intiharlarını mı?
Saltanatınızı, bir kadının, bir çocuğun gözyaşları üzerine mi kuracaksınız? Bayağı “erkekçe”, “mertçe” (!)
Bu mu sizin “millet” olmaktan anladığınız?
Bu mu Müslümanlığınız? Bu bayram en kalbi dileğimdir;
Zulmünüz artsın ki zeval bulasınız!

Yazarın Diğer Yazıları