Filistin'de öğretmediler mi?

Hükümetlerin makbuz karşılığı gereği yapılan e-postallarla devrilmesine alışık olan eski gerilla Cengiz Çandar, “bilinen kurallar”ın işlemediği İran’da, “bildik araçları” kullanarak tahminde bulunamayacağını açıkladı

İran’da seçim sonrası yaşananları “nefesini tutarak” izliyormuş Cengiz Çandar. Bu heyecan, kalp sıkışması, merak durumu İran’ın “kendine özgü” yapısıyla ilgiliymiş. İran, karbon kağıdıyla çoğaltılmış gibi duran tek tip biat rejimleri kervanına katılmayınca, Çandar’ın “Bilinen yönetim mekanizmaları”nın dışında kaldı demek ki...
Öyle olunca da, Çandar’ın iyi bildiği “makbuzun karşılığını ödeyen düdüğü çalar” kuralı işlemez, dolayısıyla “bildik kitle iletişim araçlar”ı hüküm veremez olmuş...
Bu tabii Çandar’ın paniğini izah edebilmek için başvurduğum mübalağlı bir üslup... Yoksa emperyalizm her daim İran dahil girdiği her coğrafyada işbirlikçilerini bulmuş, bulamadığı zamanlarda devşirmiş veya kendi elleriyle yaratmıştır...
Çetin ceviz paniği
Dikkat çekmek istediğim işbirlikçilerin “vaad edilmiş iktidar” larının karşısında bir çetin ceviz gördüklerinde başvurdukları
“kaçış yolları”.
Bunlardan biri Çandar’ın yazısına da yansıyan “cepheyi genişletme” taktiği...
“Ya devrim ya diktatörlük” tehditiyle, komşu ülkenin sivil darbecilerinin halkın en kalbi taleplerini kullanarak yürrüttüğü psikolojik savaşa omuz vermiş...
Kanka’sı Hasan Cemal’in “etnik sorun yaratma metodu” konusundaki tecrübelerini aktarmış ve Musevi’nin kimliğinin etnik şifrelerini didiklemiş.
Mayıs bitti, yazın kapısını araladık ama bahar aylarında gevşeyen tutarsızlık yayları hâlâ uyumlu ritmi basamıyor.
‘Büyük Ortadoğu Uzmanı’, haber ajanslarından karşısındaki ekrana ardarda düşen gerçekler ile ‘kaderi’ saydığı Amerika arasında sıkıştıkça çelişkiye çarpıyor cümleleri:
Önce “Batı İran’ı karıştırmak istemiyor” diyor...
Hemen arkasından da “Obama, göstericiler arkasına desteğini açık biçimde koymamaktan ötürü Amerikan sağı tarafından ağır biçimde eleştirilmeye başlandı”
İran’ı karıştıran göstericiler
değil mi?
Obama’dan beklenen ‘açık’ destek (demek ki kapalısı konusunda bir sıkıntı yok) de bu kargaşayı, İran bayrağının yerini yeşil bir devrim flaması alana kadar tırmandırmak için değil mi?
Keramet slogandaysa
Yeri gelmişken Abant’ta “Yes we can” diyen Bolu valisinin nerelerini sarıp sarmalayacaklarını bilemedi medyamız...
Bu sözü Obama telaffuz ettiğinde de hep bir ağızdan “yes vi kıaaaeeennnn!” diye haykırmışlardı...
Madem senkronizasyon konusunda bu kadar hassaslar o zaman minik bir katkıda fayda var:
Ahmedinecad’ın girdiği ilke
seçimdeki sloganı da “Yes we can”di.
Elbette kendi dilinde...
Ve demokrasi isteyenlerin beklentisine uygun bir halde yani daha çoğulcu:
“Yapabilir, yapabiliriz!”
Belki gürültüden farkedemiyorlardır;
Şimdi ki “Where is my vote” çığlıkları yerleşik sloganlarına ayarlı kulaklarını tırmalıyorsa diye hatırlatmak istedim...

Aydın Doğan haklı:
“Namus, onur ve saygınlığına saldırı vardır”

Aydın Doğan’ın Emin Çölaşan hakkında açtığı davanın reddedilmesi üzerine, avukatlarının Yargıtay’a yaptığı temyiz başvurusunda “Doğan’ın namus, şöhret, vakar ve haysiyetine, onur ve meslek saygınlığına saldırı vardır” denilmiş...Bu gerekçe ile gazetesinde çalışan kadınların çıplak pozlar verdiği, televizyon kanallarının “finalde seviştiren” dizilerle reyting toplamaya çalıştığı şu günlerde kendi kendilerine yarattıkları ironiye değinmeden geçemeyeceğim...
Marslılar mı izledi?
Mesajlara bakılırsa herkes rahatsız, herkes isyan halinde, herkes kınıyor, herkes evlatlarını ahlaklı bireyler olarak yetiştirme konusunda kaygılı... Madem öyle sevişme sahnesine reyting, çıplak fotoğraflara tıklama rekoru kırdıranlar kimler...
22 Temmuz seçimlerinden sonra ağzını açan “bu kandırılmış millet”ten bahsediyordu. Oysa yüzde 47’lik sonuç, neredeyse her iki seçmenden birinin AKP’ye oy verdiğini söylüyordu. Mesajlarınızı okurken bütün bunları hatırlamadan edemedim... Eminim sokağa çıkıp kime sorsam “olmaz böyle şey” diyecek... Sonuç 22 Temmuz’la bire bir örtüşüyor: Her iki izleyiciden biri yasak aşkı izlemiş...
“Örtü”yle belki en arası açık yazar olan Bekir Coşkun’un örtüsüzlük üzerine yazdığı yazı da başka bir ironiydi: “16 yıldır bu gazetede yazı yazıyorum; Başbakan’ın bana sataştığı, ya da benim Başbakan’a yalakalık yaptığım bir gün dışında, tek yazım birinci sayfaya girmedi. İçimden bir ses “soyun” diyor... Hayal kuruyorum; yazı işleri masasında Fikret Ercan “Bekir’in çıplak resimleri geldi” diyor... Arif Dizdaroğlu koşarak odaya giriyor... Oktay Ekşi, yanağındaki bıyıklar biraz daha yukarı kaymış bakıyor şaşkın “donma” pozisyonunda... Ertuğrul Özkök, ayakta, iskambil dağıtır gibi çıplak resimlerime bakıp bakıp masanın üzerine “İşte bu... İşte bu...” diye dağıtıyor... Tufan Türenç, içinden iki gün yanık ten için denize, peşinden fotoğrafçıya gitme planları yapıyor... Ve ikinci gün birinci sayfadayım... (Ertuğrul Özkök ile Mehmet Yılmaz, daha eleştiri olmadan “Şimdi eleştirecekler...” diye, yazılar yazdılar. Kadın olsalardı çoktan soyunmuşlardı...)”
Değerler değişiyor
Evet değerler hızla değiş(tiril)iyor... O kadar hızla ki, sapıklık rahatça bir arz talep dengesinin ürünü olarak meşrulaştırılabiliyor... Ergin Asyalı cizgice.com sitesinde bu durumu “rontçuluğumuz tescillendi” diyerek özetledi.
Hâlâ “Şahane” diyor kimileri, üstelik de kadın, üstelik de topluma karşı direk sorumluluk yüklenmiş bir mesleği, gazeteciliği seçmiş. Holiganlara özgü bir tezahüratla el çırpıyor: “Düpedüz tabu devirme bu! Düpedüz put yıkıcılık! Düpedüz koca bir “nanik”!”
Çölaşan davasını bilmem, ama toplum ahlakı adına kamu davasına neden olursanız; haklısınız. Sayın Doğan; Bu yayınlarda mesleki saygınlığınıza ve onurunuza saldırı sayılabilir...

+++

Hukukçusun kuralın yok!
Henüz gerçek olup olmadığı bile belirlenemeyen, “Hükümete ve Fethullah Gülen hareketine karşı komplo belgesi”ni “gerçek” gibi kabul ederek döktürmüş:
“Bu belge, halkın iradesine karşı, halkın seçimine, Anayasa’ya, demokrasiye karşı büyük bir ihanetten başka bir şey değildir.”
Bu sözleri söyleyen kişi, 39 yıllık hukukçu!
Partisinin yargıya götürdüğü bir konuyu sanki kesinmiş, sanki bir “darbe planının ele geçirildiği kanıtlanmış” gibi gösteriyor ve bunun üstünden ahkâm kesiyor!
Her sanığın, suçu mahkeme kararıyla kesinleşinceye kadar masum sayılmasını öngören temel hukuk kuralını gözardı ediyor.
Jandarma Kriminal Laboratuvarı’nın gerçek olup olmadığını belirlemek için günlerdir çalıştığı o plan üstünden, birilerini “Anayasa’ya, demokrasiye ihanet etmek”le suçluyor!
İyi de Sayın Arınç...
Rapor belgenin “düzmece” olduğunu ortaya koyarsa...
Ya o belgedeki imzanın, suçlanan albaya ait olmadığı, belgenin birileri tarafından maksatlı olarak üretildiği kesinleşirse...
Acaba o zaman; dün söylediğiniz sözler için o albayın eşinden ve çocuklarından özür dileyecek misiniz?
Özürden vazgeçtik, acaba en küçük bir vicdan azabı da duymayacak mısınız?
“Hak yedim” kaygısı yakmayacak mı içinizi?
Mahcup olmayacak mısınız?
Tamam; sizi anlıyorum:
RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın istifası konusunda çuvalladınız...
Akman’ı istifa ettiremediğiniz gibi, bu konuda Başbakan’la da ters düştünüz, büyük bir “yara” aldınız...
Bu yüzden, parti içindeki konumunuzu güçlendirecek çıkışlara ihtiyaç duyuyorsunuz...
İyi de 39 yıllık bir hukukçu olarak, mesleğinizin temel kurallarını ve ilkelerini yok saymanız şart mıydı?
En azından suç kanıtlanıncaya kadar birkaç gün daha sabredemez miydiniz?
Yoksa o 3-5 günde, Zahid Akman yüzünden aranızın bozuk olduğu Başbakan, sizi görevden mi alırdı?
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

Asıl meselemiz algıda sahtecilik...
“Albayın imzası sahte mi gerçek mi?”
Gazeteler dün bu konuda ikiye bölünmüştü...
Habertürk imzaya değinmeden “belge sahte” derken, Star, Taraf ve Yeni Şafak, ‘yüzde 90 imza albayın’ ya da ‘benziyor’ başlığını atmış, Sabah ise ‘İki belgede iki farklı imza’ başlığıyla çıkmıştı.
Yandaş kalemler ise her türlü geleceği garanti altına almış durumda! Onlara göre soruşturmayı yürüten askeri savcılar bağımlı ve taraflıdır, o yüzden “Belge sahte” derlerse inanmamak gerekir!
Anlaşılıyor ki yandaş medya, kriminal inceleme “sahte” sonucunu verse de “belge sahicidir” önyargısıyla atışa devam edecek. Böylece TSK’yı yıpratma kampanyası sürdürülecek...
Oyun bir belgedeki imzanın sahteliği ya da sahiciliği tartışmasından ibaret değil...
Bütün bu kampanyanın hedefinde TSK var...
Büyük fotoğrafı görelim...
Melih Aşık / Milliyet

+++

SIZMA BELGE
Bu sefer kaynak belli

Taraf Gazetesi’nin mali kaynakları her daim tartışma konusu oldu.
Bunun temel nedeni de, gazete yönetiminin sık sık “batıyoruz, bu ay sonunu getirmemiz zor” gibi açıklamalar yapması.
Medyaya yansıyan son açıklama gazete yönetiminin çalışanlarına “Haziran’da para bulma umudumuz var, eğer o da olmazsa herkes kendine iş arasın” şeklindeydi.
Bu “kaynak” neresidir, bilinmiyor.
Ancak görünen bazı kaynaklar var.
Taraf Gazetesi “İrticayla Mücadale Eylem Planı” belgesinden sonra tam sayfa reklamlar almaya başladı.
odatv.com

+++

MİNİ YORUM
Godfather kriterleri

Dünyayı siyah ile beyaz, biraz da turuncu ve yeşilden ibaret görenlerin genleri incelenmeli bence. Bir kanaati, her koşulda savunan, devenin hendekten atlaması kadar dahi geri adım atma ihtimali olmayan insanlar da. Onlarda, hata yaptığında bunu kabul eden hatta telafiye çalışan bizlerde olmayan bir şey var. Taraf’ın komiser yazarını okurken düşündüm bunları. Kurtlar Vadisi hamiliğine bulduğu yaratıcı kılıfın içinden çıkmaya çalışırken. Hukuksuzluğu savunan Godfather serisini nasıl tartışmıyorsak, Vadi’yi de tartışmaktan vazgeçmeliymişiz...

Yazarın Diğer Yazıları