Fıkra yorum ve şiir...
Ahmet Turan Kul, edebini ve edebiyatını çok sevdiğim değerli bir şairdir. Kul, bu ara Nasrettin Hoca fıkraları üretiyor ve telefon açıp bana da anlatıyor bunları. Son üretimi çok hoşuma gitti, tam bir ince alay harikası ve de keskin zekâ ürünü.
Ben de size anlatayım.
Şu meşhuur iddianameleri tam olarak hıfz edip, anlayabilen kimse bulunamadığı için, yahu şu işi bir de Hoca Nasrettin’e soralım diyerek varmışlar fakirhanesine, koymuşlar kütük gibi iddianameleri önüne. Hoca “Yooo komşular, beni bu işe bulaştırmayın, hani o ters bindiğim, cezai ehliyeti bile bulunmayan eşeğim var ya, gidin ona sorun, bu işin püf noktasını o bilir ancak...” demiş. Öyle yapmışlar. Eşek epeyce sayfa çevirmiş diliyle, anırmış yüksek perdeden arada bir, sonra dile gelip söylemiş, görelim ne söylemiş: “Bu işin sırrı, S ve C harflerinde... Cumhuriyet Savcısı’ndan S’yi, Ağır Ceza Mahkemesi’nden de C’yi atın, bakın ne göreceksiniz... ”
Şair Ahmet Turan Kul’un fıkrasıyla başladık, şiir kitaplarıyla sürdürelim. Düşündük ki, Ergenekonlu dizeler olsun şiir yolculuğumuzun başında.
“Tarihlerde okuduğumuz/Ergenekon Destanı/Bir sütun gazetelerde/Tekrarı yazılıyordu/Adını kirleterek/Aydınlar vardı/Hücrelerinde destanlaşarak yeniden”
Hasibe Sönmez’in “Nar Ağacı Çiçek Açtı” adlı şiir kitabındandı bu dizeler (Kora Yayınları). Hasibe Sönmez Almanya’da yaşayan bir şair, ama kendi gurbet el’de olsa da, gönlü burada. Ülkesinin hiçbir sorununa kayıtsız değil. Gurbetle inceden inceye hesaplaşma var şiirlerinde. Yurduna sitem, sevdiklerine söz vurmalar görülüyor yer yer. Ama yurdunun türkülerinin onu söylediğinden çok emin, türkülere borçlu sayıyor kendini. Ve “özlemlerini yazıyor bir bir adreslerine” , özlemleri insanca ve yüce:
“Efsaneler masallar deli bir rüzgâr/Bütün sınıflar ihlal olmuş/Yenilenmişsin eskinin içinden süzülerek/Her mevsim yeşil gözlü nar gülüşler/Gün uyandığında/Güneşin gülümser”
İkinci şiir kitabımız dadaşlar diyarından geliyor. TRT programcısı ve şair-yazar İsmail Bingöl kardeşime ait. Adı “Ay Düşleri” (Ares Kitap). Bingöl’ün şiir grafiğinde sert iniş ve çıkışlar var. Bülbül ve gül gibi aşırı kullanımdan dolayı yalama olmuş imgelere el açıp, alem-i fena, şeb-i yelda, endam-ı hüsn, nar-ı beyza, bahr-i umman gibi divan edebiyatı mazmunlarına sığınmasını, -ağabeylik hakkımı kullanarak söylüyorum- hoş karşılamadım. Ama kitapta dupduru Türkçe ile yazılmış nitelikli söyleyişler de çok:
“Hep eski sevdaları harmanlıyorum/Bir şiir işçisi olarak/Sarhoşlardan artakalan bir hüznün ortasında/Bir mısra bir mısra diye yalvarıyorum (...)Ey hüznüm/Ve ey eski sevdam/Seni kaybetmeye kıyamıyorum”
Öyle dertli ki İsmail Bingöl, yeni “Göç göç olmalardan”: “Ne zaman biri gitse bu şehirden/Unutmanın ve unutulmuş olmanın/ Dağ dağ büyüyen korkusu vurur yüreğime/Bir siteme yaslanıp bir aşk çerisi gibi zarlanırım” diyor.
Ve kitabın en sonunda beni yürekten yaralayan dört dize: “Bir hayal perdesidir/Oyuncuları bugün tarih olan/Bu bir zaman makinesidir/Adı dillerde Hemşin diye dolaşan”
Hemşin... Hemşin Pastanesi yani... O pastanenin, o hayal perdesinin tarih olan oyuncularından biri de benim. Nerelere götürdün beni sevgili Bingöl?