Fatma tatile çıkmış
Çaycı alırken bile “temiz káğıdı” istenen bir ülkede, Meclis’i göz göre göre Gabar Dağı’na çevirmişler
Başbakan’a “Ayşe tatile çıkabilir mi?” diye sormuşlardı... Başbakan da, “Belki, Fatma tatile çıkar” demişti.
Gördük Fatma’yı... Çıkmış!
*
Peki o kadın, bu kadın mı?
Bilmem...
Ama o kadın, bu kadınsa, sorarım:
Fotoğrafı basına sızdıran arkadaşlar, neden bugüne kadar gereğini yapmadı da, böyle bir kanıtı çekmecesinde bekletti?
Veya...
İlla kanıt aranıyorsa; hapiste bulunan öbür kadını hapisten çıkarıp, Meclis’e sokarken, kanıt yok muydu?
Ya da...
Askerleri almaya gittikleri için PKK ile bağlantıları saptanmış ise, askerleri almaya gitmeselerdi, PKK ile bağlantıları saptanmamış mı olacaktı?
Ve...
Bunları “kanun namına” içeri atacaksak; aslında şu anda içerde olması gereken DTP Genel Başkanı’nın, “AB’ye uyum” kapsamında çıkarılan yeni TCK ile sokağa salındığını niye sormuyoruz?
Hatta...
Çaycı alırken bile “temiz káğıdı” istenen bir ülkede, Meclis’i göz göre göre Gabar Dağı’na çevirmişlerse... Aklımız neredeydi?
*
Ama, demem o değil.
*
Ne demişti Büyükanıt?
“Maalesef çok dezenformasyon var. İnternetten akıl almaz şeyler geliyor. Toplumda kafa karışıklığı yaratıyor. Psikolojik harekátta çok yetersiziz... İtiraf etmem lazım, PKK bizden daha iyi psikolojik harekát yürütüyor...”
Demem bu.
*
Her şey kabak gibi ortadayken, gereğini yapmayıp, gazeteler üzerinden “harekát” yürütürsen... Anında karşı harekát başlıyor!
*
Bir haber çıkıyor, 5 dakika sonra yalanlanıyor. “İşte kocası” deniyor. Değil. “Terörist astsubaymış” deniyor. Olmadığı anlaşılıyor. “Tabur komutanı görevden alındı” deniyor. Palavra. Rehin askerlerle ilgili internet mesajları dolaşıyor. “Yalan” deniyor. Sonra askerler tutuklanıyor. Rakibini atlatmaya çalışan gazeteciler, bilgi alabilmek için “Ben generalim” diye sağı solu arıyor. “Acaba” lar artıyor.
*
At izi, it izine karışıyor.
*
Haberleri yasaklamaya çalışan hükümetin, tam tersine, acilen, “sağlıklı bilgi akışı” sağlaması lazım...
Gazetecilerin, doğrulatmak veya yalanlatmak için 24 saat başvurabileceği ortak merkezin oluşturulması gerekiyor.
Acilen.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
Ama bir şey hariç
Ahmet Altan, çıkaracağı Taraf gazetesinin mali kaynağını açıklamamakta ısrar ediyor
Tam sayfa ilanlarla, “Bütün gerçeklerin bilinmesini istediklerini” ilan eden Ahmet Altan’a Sabah’tan Şirin Sever soruyor: Türkiye’de kitap basmak, satmak bir gazete kuracak kadar kârlı bir iş mi peki? Perde arkasında başkaları var mı? Ahmet Altan güya cevap veriyor: Kaç para koyuyorlar bilmem. Nasıl onların bana bazı sorular sormaları yasaksa ben de onlara bazı soruları sormam.
Madem öyle Ahmet, sen bu yola devam et. Ama, “Babıali artık hiçbir haberi gizleyemeyecek, Bütün gerçeklerin bilinmesini istiyoruz” diye martaval atma. Önce bu değirmenin suyu nereden ve kimden geliyor bir onu deyiver hele!..
Taraf, neye mi taraf?
Ahmet Altan ve Alev Er yönetiminde yayın hayatına atılma hazırlıkları yapan Taraf gazetesi, tarafını belli etti ve teröristbaşı Abdullah Öcalan’a
“Sayın başkan sıradan bir kişi değildir” diyen DTP’li Orhan Miroğlu’nu yazar kadrosuna aldı. DTP’nin eski Genel Başkan Yardımcısı olan ve son kongrede de PM’ye seçilen Miroğlu, bölücülük suçundan 12 Eylül öncesi 15 yıl hapse mahkum edilmişti, Orhan Miroğlu, Mart 2007’de de Ankara’daki mitingde yaptığı konuşma nedeniyle 5 yıl hapis istemiyle yargılanıyor. Miroğlu o konuşmasında şöyle demişti: “Biz Mezopotamya’nın bir halkıyız, köklerimiz var, o kökleri birlikte beslemeye davet ediyoruz. Sayın Başkan Öcalan, sıradan bir kişi değildir. Ülkenin fay hatları vardır. Sayın Öcalan’ın sağlığı ile oynamak bir fay hattıdır. Onun sağlığı toplumsal meseledir.
YÜZÜK OYUNU
DTP Van Milletvekili Fatma Kurtalan, eşi Salman Kurtalan’ın PKK’nın sözde yöneticisi olduğunun anlaşılmasıyla yeniden gündeme gelince, ’13 yıldır ayrı yaşadığım ama resmi olarak devam eden bir evliliğim bulunmaktadır’ cevabını verdi. Kurtalan’la ilgili gözden kaçan ilginç bir detay var. DTP’li Fatma Kurtalan’ın bu olaydan önce çekilmiş onlarca fotoğrafını tek tek inceledim. Fatma Kurtalan’ın hiçbir fotoğrafında evlilik yüzüğü yok. Taa ki, eşi Salman Kurtalan’ın PKK’lı olduğunun anlaşıldığı güne kadar. Kurtalan, kocasının dağda olduğunun ortaya çıkmasıyla evli olduğunu hatırlıyor ve yüzüğü parmağından çıkarmıyor. Neden acaba? Gayet basit bir cevabı var; oynadığı ’rol modelin’ seçmen nezdinde yıpranmaması için. Daha yalın tabiriyle; Dağdakilere bağlıyım, onları unutmadım mesajı veriyor.
* Talat Atilla / Güneş
İngilizce bilen Cumhurbaşkanı
Açık söyleyeyim, Cumhurbaşkanı’nın, Türkiye’yi ziyaret eden Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın oteline koşturup, görüşme yapmasını ben de garipsedim. Ama bu ilk değil ki, burası Özal zamanında şortla kıta denetlenen, protokole son derece titiz Sezer’in yolda gördüğü gazeteciye merhaba demek için arabasını durdurmaktan imtina etmediği bir ülke.
En can sıkıcısı, herkesin taraftar olduğu görüşe göre, bazı hareketlere, durumlara takılıp diğerlerini hoş görmeye/göstermeye çalışması. Zamanında, Ecevit’in ABD Başkanı otururken ayakta durması onca tartışma yaratmıştı. Onu ulusal gurur meselesi yapanlar, Kral ziyaretini jest diye geçiştiriyorlar. Ama bu ikiyüzlülük, çifte standart, artık bizim siyasi kültürümüzün ayrılmaz bir parçası halini almış vaziyette.
Bunlar bir yana, ben, uzun süredir, uluslararası görüşmelerde dil meselesine takılmış vaziyetteyim. Özellikle Özal’dan sonra, siyasetçiler için İngilizce konuşmak bir fazilet olarak takdim edilmeye başlandı. Dil bilmenin faydaları tartışılmaz, ancak bir siyasetçinin dil bilmesi, daha doğrusu İngilizce bilmesi başlı başına bir fazilet olarak görülmemeli. Bu algının en abartılısı Tansu Çiller döneminde yaşanmıştı. Oysa, uluslararası ilişkilerde önemli olan politikacıların aralarına tercüman sokmadan konuşabilmesi değil, konuştuklarının mahiyeti. Dahası, araya tercüman sokmadan konuşmak çoğu durumda gereksiz bir teklifsizlik. Televizyonda, Kral Abdullah’ın ziyareti haberlerini izlerken, Abdullah Gül’ün, yanında Erdoğan da olduğu halde, Kral ile İngilizce konuşması sahnesi beni bu açıdan rahatsız etti. Rusya Devlet Başkanı Putin Almanca bilmesine rağmen Merkel ile görüşmesinde bir kelime Almanca konuşmuyor. Suriye Devlet Başkanı Esad, İngiltere’de tahsil görmesine rağmen hep Arapça konuşmakta ısrar ediyor. Bu milliyetçilik değil, kültürel özgüven, adap erkân gözetmekle alakalı bir mesele.
Dahası, mahallenin İngilizce bilen çocuğu veya ’kral ve ben’ tavrının, Erdoğan’a nezaketsizlik olduğunu düşünüyorum. Gül, İngilizce’nin ötesinde, dışişleri tecrübesini böyle hassas bir dönemde devreye sokmanın önemine inanıyor idiyse, Dışişleri’ni tecrübesiz bir isme bırakıp Köşk’e çıkmak yerine, bakanlıkta kalıp daha önemli bir işlev yüklense daha hayırlı olurdu düşüncem, her gün biraz daha pekişiyor. Aksi takdirde, olay giderek daha fazla, hükümetin tepesinde Dışişleri’ni Köşk’ün ele alması gibi bir ikibaşlılığa doğru gidiyor.
* Nuray Mert / Radikal