Faşizmin ayak sesleri
“Yandaş” demek hafif kalıyor. İktidar medyası korkuyla sindirmek istediği toplumu tehdit ediyor. Cumhuriyet Savcıları ve RTÜK Başkanı’na soruyoruz: Bu, suç değil mi?
“Sayın Seyirciler... 17 Mayıs’ta yapılacak miting, doğrudan savcıların silahlı terör örgütü dediği organize suç oluşumunun bir faaliyeti olarak dikkat çekiyor. Bu noktada işin en önemli yanıysa Ergenekon mitinglerine katılanların düşeceği durum... Artık akla kara birbirinden ayrıldığından Ergenekon mitinglerine katılan herkes, iddia edilen terör örgütünün parçası olduğunu ilan etmiş olacak.
...mitinge bilinçli bir şekilde katılanlar, Ceza Kanunu’ndaki ‘suçu ve suçluyu övme’, ayrıca da ‘yardım ve yataklık fili’ni işlemiş olacaklar ve 2 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacaklar. Bu yüzden yasaları ve yargıyı çiğneyerek yapılan Ergenekon mitinglerini, güvenlik birimlerinin dikkatle takip edeceği tahmin ediliyor. Daha önceki mitinglere katılan sivil giyimli muvazzaf subayların bile tek tek resimleri çıkmıştı. Yani Ergenekon mitinglerinin katılımcılarının da tek tek görüntülenerek, Ergenekon Terör Örgütü’yle bağlantılarının araştırılacağı tahmin ediliyor.”
Bu satırlar, bir televizyon kanalının ana haber bülteni yayınının bant çözümünün sadece bir bölümü.
Hiç kimse pazar günü yapılacak olan ‘Cumhuriyet mitingi’ne destek olmak zorunda değil. Bu mitingin yapılması gerektiğini düşünenler gibi, yapılmaması gerektiğini düşünenlerin de baktıkları yere göre değişen gerekçeleri olabilir.
Nasıl ki mitingi tertip edenler bunun “Cumhuriyete, vatana, hukuka, bayrağa... sahip çıkmak için zaruri” olduğunu söylüyorsa, karşı çıkanlar da;
Önceki mitinglerde konuşmacı da olan Türkan Saylan gibi diyebilirler ki, “Bu davanın sanığı olduğumuz için, yargıya müdahale gibi algılanabilir...”
Veya bu mitinglerin toplumda kamplaşmaya yol açtığını düşünenler gibi diyebililer ki “ortamı daha da çok gerecek bir girişime gerek yok”...
Ya da mitinglere katılıp da doğru kelimeler, doğru sloganlar, doğru şarkılar, doğru isimlerle ifade edilmediklerine inanan bir kesim gibi: “aldatıldık, kullanıldık” gibi söylemler geliştirebilirler....
Ama hiç kimse demokratik hakkını kullanan insanları “fişlemek”le tehdit ederek geri adıma zorlayamaz. Hiçbir hukuk devletinde, yasalar çerçevesinde hareket eden insanlar “terörist” olarak yaftalanma tehdidiyle karşı karşıya getirilmezler.
Desteklersiniz, desteklemezsiniz, katılırsınız, katılmazsınız Atatürkçü Düşünce Derneği’nin 17 Mayıs 2009 günü yapacağı miting yasaldır. Devletin ilgili kurumlarının bilgisi ve izni ile yapılacaktır.
Bir televizyon kanalına, yasal bir etkinliği “yasadışı örgüt eylemi”i, katılımcılarını da “terörist” olarak damgalamak cesaretini veren güç hukuk olamayacağına göre nedir?
Bu televizyon kanalı neye dayanarak milyonlarca insanın, mitinge katılmaları halinde polis tarafından fişleneceğini, “terör örgütüne yardım yataklık”, “suçu ve suçluyu övmek”le suçlanıp yargılanacağını hatta hapse mahkum edileceğini iddia edebilir?
Bu haberin en az mitinge katılmayı düşünenler kadar muhatabı olan Emniyet teşkilatı ve yargı kurumları, ilgili bakanlar, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu gösteren somut adımları atmak, polislik, savcılık, yargıçlık işini sözde medyanın elinden almak için daha neyi bekliyorlar?
Bir yasal etkinliğe katılmak suç da, halkda korku ve panik yaratmak suç değil mi? Kin, nefret, iftira, yargısız infaz, karalamaya dayanan gözü dönmüşçe ifadeler TCK’nın 213. maddesinde belirlenmiş “Halk arasında endişe, korku ve panik yaratmak amacıyla hayat, sağlık, vücut veya cinsel dokunulmazlık ya da malvarlığı bakımından alenen tehditte bulunmak” suçunun kapsamına girmiyor mu?
RTÜK, ekranlarını, faşizmin ayak seslerini dinletmek için kullananları neden görmezden geliyor?
Bu tür yayınlar, “yandaş medya işte” deyip geçip gidecek türden değil... Bu yayın, hedefine varmak için kanunlar dahil hiçbir engel tanımayan bir sistemin toplumun üzerine ördüğü ağın kanıtı...
Hala bir yerlerde ebed müddet düşüncesiyle inşa edilen devlet sisteminin işgal edilmedik organları kalmışsa en büyük iktidarın adalet olduğunu hatırlatmalarının tam zamanıdır.
Yoksa bu gidiş kötü...
Bu gidiş karanlığa... Bu gidiş köleliğe... Bu gidiş dine, imana değil; cehalete, cahiliyeye...
++++++
Şantaj...
Meydan vermeyin
Dini ticarete ve siyasete alet eden bu kişiler, iftirayla, tehditle, şantajla mitinge katılımı azaltma derdine düştü...
Laik, demokrat, sosyal hukuk devletinden yana cumhuriyet sevdalıları: Hani diyordunuz ya; “Elimizden bir şey gelmiyor” diye.. İşte; size tarihi bir fırsat: Meydanı bunlara bırakmayın...
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
Bazı medya organları, 17 Mayıs 2009 günü yapılacak Cumhuriyet mitingine katılacakların terörist olarak fişleneceği korkusunu salıyor.
Devlette gizli görüşme olmaz
Büyükanıt Genelkurmay Başkanı iken, 2007’de Dolmabahçe Sarayı’ndaki Erdoğan’ın makamına gitmiş, 2.5 saat görüşmüş ve daha sonra hiçbir açıklama yapılmamıştı. Erdoğan da Büyükanıt da görüşmenin sadece ikisi arasında kalacağını söylemişler, Erdoğan bunun üstüne bir de “Bir ben, bir o, bir de Allah biliyor” demişti.
Büyükanıt televizyonda konuşurken “Bu gizli görüşme değildi, her şeyi konuştuk. Ama konuşulanların aramızda kalmasına karar verdik” dedi. Bu olabilecek bir şey değildir. Devletin en önemli görevlerinde bulunan kişiler, sadece kendi aralarında kalacak konuşmalar yapamazlar.
Bu demokrasiye de hukuka da devlet terbiyesine de sığmaz. Gizli görüşme farklıdır.
Milli Güvenlik Kurulu toplantıları da gizlidir. Ama burada konuşulanlar ilgili birimlerce paylaşılır ve uygulamaya konulur. Eğer devletin en tepesinde oturan iki kişi, sadece kendilerinin bildiği bir konuyu konuşmuşlarsa, bizim de bundan “bir pazarlık mı yapıldı” şüphesine düşmemize kimse şaşıramaz.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
Yaşlı kadınlardan hoşlanıyor
Baydar ucuz kurtuldu
1985, Ahmet Altan 35 yaşlarında bir aşk romanı yazarıdır. Kitapları henüz bakkallarda ciklet kutularının arasında satılmadığı için sınırsız tecrübeleri evlerimize sızamamıştır. Kadınca dergisine bir röportaj verir.
“Kadında fahişelik eğilimi olmalı”
Ağırlıklı olarak cinselliğin konuşulduğu röportajda söz Joseph Kessel’in 1967’de Luis Bunuel tarafından filme çekilen Gündüz Güzeli romanına gelir. Muhabir Altan’a sorar: Oradaki kadın gizlice fahişelik yapan evli bir kadın olduğuna göre kadınların içlerinde fahişelik yapma isteği taşıması gerektiğine mi inanıyorsunuz kötü ve çekici olabilmeleri için.
Altan cevap verir: Evet. Böyle bir eğilim olması gerektiğine inanıyorum... Bazen kadınlar bunu da özleyebilirler. Eski Roma’da Aristokrat kadınlar kölelerle yatarlardı. Böyle bir düşmüşlük özlemi olabilir kadınların içinde.
Frensiz bir anda, kazara ağızdan kaçırılmış kelimeler değil bunlar. Aksine Altan sapkınlığı hoşgören fikirlerinde, belki de hayatın başka hiçbir alanında olmadığı kadar istikrarlı. 20 yıl sonra yani 2005’te, Yeni Aktüel’de bir Gabriel García Márquez romanını değerlendiren Altan, burada da benzer düşüncelerini paylaşıyor: “Kader kurbanı olduklarından ya da paraya ihtiyaçları olduğu için değil orospu olmak istedikleri, aşağılanmaktan ve aşağılamaktan çamur yığınları içinde altın arar gibi bir zevk arayıp buldukları için o dünyanın karmaşık ve tehlikeli labirentlerinde korkuyla, tuhaf bir heyecanla dolaşan kadınlara rastladım.”
Altan her fırsatta “aşağılık, değersiz, ucuz ve kendisinin de sahip olduğunu söylediği mazohist eğilimleri olan sapkın bir kadın” tipi çiziyor. Bunu yaparken kendini tanık gösteriyor. Bana arkadaşını söyle, kim olduğunu söyleyeyim diyesi geliyor insanın.
Taraf Pavyon’un çalışanları
Altan’ın “pavyondaki namuslu kadın” tanımı iki parçalı. “Nesne” durumundaki Oya Baydar “namuslu kadın”olmakla bir anlamda kurtuluyor. Çünkü “tümleç” durumundaki Taraf “pavyon” olarak tanımlanıyor.
Gazetesini ‘köleleştirilen’ kadınları izlemenin zevk sayıldığı bir tür “batakhane”ye benzeten Altan’ın fikirlerinin 2009 yılında da değişmediği ortada. Bu açıdan Oya Baydar’ın ucuz kurtulduğunu düşünüyorum ben... Liberalizmin kalesi olduğuna inandığı bir yayın organından ayrılmak olarak değil; kendisine her baktığında muhtemelen fahişelik eğilimine sahip olup olmadığını irdeleyen sapkın bakışların hapsinden kurtulmak olarak değerlendirmeli geldiği noktayı.
Kadınca’ya verdiği röportajda roman kahramanlarının neden özellikle yaşlı kadınları çekici bulduğu sorulduğunda şöyle diyordu Altan: Burada benle ilgili bir şey ortaya çıkıyor. Evet, ben yaşlı kadınlardan hoşlanırım.
Baydar 69 yaşında. Altan 59 olmalı. Tek başına bu bile Baydar açısından tehdit oluşturan bir durum olabilirdi. Sekste aile bağı engelinin bir tabu olduğunu savunan Altan’ın arkadaşlık, yoldaşlık gibi dizginlerinin olması ihtimal dahilinde değil çünkü... Taraf, değerleri/sınırları olan kadınlar için adeta bir mayın tarlası... Bulundukları yer medya kariyerlerine bakıldığında bir düşüş eğrisi olan Taraf pavyonun kadın yazarlarının çalışacak başka yeri mi yok, yoksa gerçekten sınırları yok mu?
++++++
Hürgeneral zevahiri kurtarma derdinde
Son halife adayı Fatih Sultan Recep ile Dolmabahçe Sarayı’ndaki “has oda”da Genelkurmay Başkanı sıfatıyla “sır görüşme”yi yaptıktan iki yıl sonra konuştu hürgeneral Yaşar Büyükanıt. Emekli tümgeneral Naci Beştepe de hürgeneralin bu şekilde zevahiri kurtaramayacağı kanısında: “Bu ülkede yaşayan herkes Dolmabahçe Sarayı buluşmasından sonra sizde ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nde her şeyin birden değiştiğinin ayırdına vardı. Orgenerallerin tutuklanmalarına ve yargılanmalarına elbette engel olamazdınız. Kimse sizden tankları yürütmenizi de beklemiyordu. Burası bir hukuk devleti olduğuna göre her şeyi hukukun içinde kalarak yapmanız da doğal olanıydı. (...) Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Ergenekon tabirini kullanmazken, siz Ergenekon’un mağduru olduğunuzu söylüyorsunuz.(...) Aynı dönemde görev yaptığınız orgeneraller suçlu ama sizin hiç haberiniz yok. 27 Nisan 2007’de bildiriyi yayımlayan sizsiniz ama iktidarın artan irticai eylemlerine karşı oturup silah arkadaşlarınızla hiç konuşmamışınız. Biz de inandık! Yaptığınızın doğru olduğuna inanıyorsanız neden devamını getirmediniz? Dolmabahçe faktörü mü?”
* Deniz Som / Cumhuriyet
++++++
İşkenceye gülünür mü?
Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan ünlü milliyetçilerden. Yaşı sanıyorum şu anda 80’in üstünde. 1940’larda Alparslan Türkeş ve Nihal Atsız’la birlikte tutuklanıyor, emniyette işkence görüyor, o günün zalim kuralları dahilinde, tabutluk denilen ve ancak nefes alınabilen, bir insanın kıpırdamasına bile olananak vermeyen, hücre diyelim, ama işte tabutlukta kalıyor. Yedi aylık tutuklama sonrasında açılan davada beraat ediyor. Prof. Türkkan geçen akşam Fatih Altaylı ile Murat Bardakçı’nın Habertürk TV’de konuğu. Anlattığı işkence sahneleri ve emniyetteki kaldıkları mahzenler ki, lağım akıyormuş, dehşet verici. İşkence ve diğer fiziki koşullar insanın tüylerini diken diken ediyor. Yalnız anlayamadığım bir nokta var. Reha Oğuz Türkkan bu sahneleri anlatırken, Murat Bardakçı sürekli gülüyor, belki şaşkınlıkla, ama garip, yeri olmayan bir tavır. Bu bir yana, bana kalırsa, o söyleşi bir kez daha yayınlanmalı.
* Yalçın Doğan / Hürriyet
++++++
MİNİ YORUM
Ankara kımıldadı mı?
İsmet Berkan, Beşir Atalay’ın yer isimlerinin kürtçeleştirmesine olumlu bakışının öğrenilmesi için “Bir gazetecinin sorması mı gerekiyordu” diye yazmış?
Soruya soru eklemenin sonu yok ama, bu da sorulur mu?
Besleme kanaat önderlerinin düşü bu değil mi?
İlk adımı mesajcı gazeteci atacak, izinden yürüyen arkadaşları da “Ankara kımıldayana kadar” çanak soruları ve cesaret telkinleriyle iş takibi yapacak.