Faşist dinleme depremi
Buz dağının su yüzüne çıkışına rağmen yargıdan da, yürütmeden de birkaç cılız ses dışında ciddi bir tepki yaşayamadık. Yargının en tepesinin santralları hakim ve savcıların telefonlarının resmen dinlendiği kanıtlanmışken adı sivil toplum kuruluşu olanlardan çıt çıkmıyor. On binlerce üyesi olan Barolar harekete geçmiyor.
Bırakınız kapısında onurumuzun üç para edildiği Avrupa Birliği ülkelerini, Afrika’nın en ücra köşesinde böylesi bir hukuk skandalı yaşanmış olsa, dinleme terörünün sorumlularının tamamı o anda görevden alınırdı. Emri veren Adalet Bakanı, uygulamayı yapan Ulaştırma Bakanı ve bu icraatın sorumlusu Başbakan, kabinesi ile beraber istifa eder, anayasal suç işlediğini beyan ederek vatandaşlarından özür dilerdi. Muhalefet meydanlara inerek milleti uyandırmakla kalmaz, istifa etmeme pişkinliği gösteren hükümeti çekilmeye zorlardı. Ama canım memleketimde doğal siyasi gelişmelerin hiçbirine tanık olamıyoruz. İktidarı ve muhalefetiyle Türk siyasetinin ne yazık ki bağımsız olmadığı kanaatimiz, giderek artıyor.
Dinlenen dinlenene...
Duyarlı, bağımsız düşünebilen bir ülkenin yetkilileri, hukukçuları, öğretmenleri, öğrencileri ve vatandaşları çoktan dilekçelerini vererek yargıdan bu faşist uygulama için şikayette bulunmalıydılar. Bu konuda milletin vekili unvanını alan TBMM’deki milletvekilleri, çoktan suç duyurusunda bulunarak vatandaşa örnek olmalıydılar.
Heyhat... Siyasetimizin derebeyleri gelecek nesilleri düşünmek yerine, gelecek seçimleri düşündükleri için parti disiplini adına lider sultasına boyun eğerek, görevlerini yerine getirmemektedir.
Oysa dinlenen sadece yargı değil, bugün dokunulmazlık sınırına bürünmüş olan milletvekilleri de gözetlenmektedir. Bugün konuşmaları, ilişkileri ortaya çıkarılmıyor ama yarın, seçim sathı mailine girildiğinde dinleme tutanakları başka partilerin genel başkanlarına verilerek tasfiyeleri sağlanacaktır. Her zaman olduğu gibi yandaş medyaya servis edilerek milletvekillerinin haysiyetleri, onurları ayaklar altına alınacaktır.
Dinlenen sadece yargı ve yasama değil. Yürütme de dinleniyor. Asker de, bürokrat da, vatandaş da dinleniyor. Üniversitedeki rektör, dekan, öğretim görevlisi, öğrenci de dinleniyor. Lisedeki müdür, öğretmen, öğrenci de gözetleniyor. Sendikacı, işçi, medya da dinleniyor.
Yasa dışı hiçbir eylemi olmayan insanımızın özel hayatı, bir nevi şantaj malzemesi olarak arşivlenerek günü geldiğinde tehdit unsuru olarak kullanılacaktır, hatta kullanılmaktadır.
Şantaj trajedisi...
Liseli gençlerin masum aşklarının, ailesine, okuluna karşı şantaj olarak kullanılma trajedisini düşünebilir misiniz? Gençlerin, telefon mesajları, internetteki sohbetlerinin gözetlendiği duygusuyla, uykusuz geceler geçirdiğini düşünebilir musunuz?
Kısacası dünyanın hangi ülkesinde böylesine bir düzenin olduğuna tanık oldunuz? Komünist rejimde KGB böylesine bir ava çıkmış mıdır?
Nazi Almanya’sında Gestapo bile hukuku takip altına almış mıdır?
Türkiye tam da Düzce depreminin 10’uncu yılını anarken, hukuk depreminden daha fazla acı çekmiş midir?
Bu depremin yaşandığı ortamda TBMM’de tartışılan açılım, saçılım gibi dayatma paketlerinin demokrasi gibi süslü kelime ile yutturulmaya kalkışılması asla kabul edilemez. İktidar önce yargıya uzanan faşist dinlemenin hesabını vermelidir.