Farkı fiyatı
Gemicik sahibi Erdoğan, banka kredisiyle otomobil alan Arınç’a karşı
Farkı fiyatı
Deniz Feneri Davası’nda ortaya atılan iddiaların ucu Türkiye ve AKP’ye uzanınca ikisi de sert çıktı: Biri cüzdanının, diğeri vicdanının nabzını tuttu.
Radikal’in manşeti yerindeydi: “Bunları Başbakan’dan duymak isterdik.”
Keşke bunları Erdoğan meşhur parmağını üzerlerine sallamadan önce de yazabilselerdi. Tabi bu işin başka yönü. Bugün konu Radikal değil Arınç’ın tutumu.
Başbakan’ın söylemesi gereken hangi sözleri söylüyor Arınç: “Hiç kimse işi Allah’a havale ederek kurtulamaz. Türkiye bir hukuk devletidir.” Tabi iktidar partisi bu mantığın çok uzağında. Hatırlarsanız Şaban Dişli, hakkındaki rüşvet iddialarını ortaya atanları Allah’a havale etmişti. Havale bedeli olarak Genel Başkan Yardımcılığı koltuğunu ipotekletti ama dokunulmazlık zırhını elden çıkarmadı.
İki siyasetçi örneği var karşımızda. Bülent Arınç’ın siyasi yaşı Erdoğan’dan belki biraz daha fazla... Ama siyasi kronolojileri aralarına karbon kağıdı koymuşçasına benziyor. Siyaset yapma biçimleri ise siyah ile beyaz kadar zıt.
Belki bu birinin ’cefa çekme’de, diğerinin ’sefa sürme’de tecrübe kazanmasıyla ilgilidir. Öğneğin 12 Eylül’ün Erdoğan’ın hayatındaki en derin izi ’top oynamayı’ bırakmasıyken, Arınç için mahkeme mahkeme dolaşıp farklı ideolojilerden ama masum olan gençlerin idamlarını engellemeye çalışmak demek.
Arınç da siyasette Milli Görüş çizgisindeki partilerin Gençlik Kolları ve İl Başkanlıklarını yaparak yükseldi, Tayyip Erdoğan da. Uzun soluklu koşunun sonunda biri Başbakan oldu, diğeri Meclis Başkanı. Arınç protokolde Erdoğan’ın üstünde yer aldı. İkisi de çok tepki çektiler. Ama tepki çekme nedenlerinde ayrıştılar.
Arınç’a, ’inandığı gibi yaşama’ felsefesini, ’inandığım gibi yaşatırım’a dönüştürdüğü için kızdılar. Toplumun kabullenemeyeceği sivri ifadelerle, kendisini Cumhuriyet değerlerinin karşısına konuşlandırdı.
Erdoğan ise ağzından çıkanı kulağı duymadığı zamanlarda tepki gördü. Bir de adı yolsuzluklara karıştığında... Gemiciklerine, mısırcı, yumurtacı bakan çocuklarına, emlak zengini bakanlarına, rüşveti belgeleyebilen milletvekillerine kızdılar...
En son Deniz Feneri yolsuzluğu patladı. Müslümanların bir kere daha ’Allah ile aldatıldığı’ gün gibi ortadaydı.
Bülent Arınç, bağırıp çağırmadı, ama tek bir cümle ile soğuk duş etkisi yarattı partisinde: “Eğer yoldan çıktılarsa Allah belalarını versin.”
Necati Doğru’nun vurguladığı gibi Mübarek Ramazan günü, Arınç gibi koyu bir dindara bela okutacak kadar vahimdi durum. Neyse hemen ertesi gün Arınç günah işlemekten korkmuş olacak ki, “Allah cezalarını versin” dedi bu kez.
Erdoğan ne yaptı peki? Yardım bahanesiyle müslümanların cebinden aldıklarıyla lüks bir hayat yaşayan din kardeşlerinin ‘varsa’ cezalarını çekmelerini bile dileyemedi. O ceza müessesinin varlığını medyaya hatırlatmayı tercih etti: Cezanızı veririm haaa!!!
Tek başına iktidarlarının 2. döneminde AKP’ye artık kamyonla taşınacak yolsuzluk iddialarına karşı Arınç ’onur’ diyor, Erdoğan ’olur’!
İki siyaset adamının arasındaki fark!
Siyaset kariyeri İETT ile semt takımları arasına sıkışmış Erdoğan’n hayatına zenginlik katıyor. O artık oğluna gemicik alabilecek kadar büyük bir servetçiğe sahip...
Siyasete kolunda altın bileziğiyle atılan, mesleki çevrelerde kabul görmüş bir hukuk adamı olan Bülent Arınç ise bunca yıla, makama rağmen hala ancak banka kredisi kullanarak otomobil alabiliyor!
+++++
GÜNÜN SÖZÜ
Aydın’da AKP’lilerle Deniz Feneri Derneği iftar yemeğinde buluşmuş. Birlikte yemekten hoşnut oldukları giderek daha da belirginleşiyor...
Haldun Ertem
+++++
Ümraniye’nin karar günü belli oldu:
Çıkmaz ayın son çarşambası
Gazetede Deniz Feneri konuşuluyor, içimizden biri diyor ki:
- Karar çarşamba günü verilecekmiş...
- Yok canım, olamaz...
*
Ergenekon davasında yalnız soruşturma bir yıl sürdü...
Dava ise bir ömür boyu sürecek; ölen ölecek, kalan kalacak; yargıçlar, savcıların da -Allah uzun ömürler versin- ne olacakları belli değil...
Yalnız iddianame 2450 sayfa...
Eklerle birlikte hiçbir savcı bu iddianameyi doğru dürüst okuyamaz ve salim kafayla yazamaz...
Dava ilk iddianame ile de sınırlanmıyor ki...
Bir de ek iddianame hazırlanıyormuş...
*
Demek ki bir yıllık soruşturma yetmemiş...
2450 sayfalık iddianame, gazete tefrikalarında olduğu gibi, iki sözcükle bitiyor:
“- Devamı yarın...”
’Yarın’dan amaç ne?..
Bir hafta mı, bir ay mı, bir yıl mı, beş yıl mı?..
Bir dava bir yıl süren soruşturmadan sonra da yasal, kesin ve tutarlı iddianamesini yazamaz da ’ek iddianame’lafıyla soru işaretine dönüşürse, hukuk guguk olmaz mı?..
*
Frankfurt Ceza Mahkemesi’ndeki Deniz Feneri davasında karar çarşamba günü verilecekmiş...
Ergenekon davasında da çarşamba günü verilecek...
Ama, çıkmaz ayın son çarşambasında...
Ergenekon davasında tutuklu iki E. Orgeneral haklarında açılacak ek iddianameyi bekliyorlar...
Devletin ağır sorumluluk isteyen noktalarında bulunmuş bu iki komutan daha ne kadar bekleyecekler?..
Tahliye edilirlerse kaçacaklar mı?..
Delilleri mi değiştirecekler?..
Darbe mi yapacaklar?..
Olay ilk iddianame ile bir komedyaya dönüştü...
Ek iddianame de ilk iddianameye benzerse ne olacak?
*
Frankfurt Ceza Mahkemesi’nde karar çarşamba günü verilecekmiş...
Ergenekon davasında ne zaman verilecek?..
Çıkmaz ayın son çarşambasında verilen kararın ne adaletle ilişkisi olur, ne hukukla, ne de yasalarla...
*
Büyük Frederik Almanya’da demokrasi oluşurken ne demişti:
“- Berlin’de yargıçlar var...”
Türkiye’de de yargıçlar var...
Ve bu yargıçlar şimdi Türkiye’de anayasa ve yasalara göre demokrasiyi savunmak, daha da ötesi koruyup kollamakla görevli ve sorumludurlar...
İlhan Selçuk / Cumhuriyet
+++++
“Bu gazete okunmaz”
İktidarın işine gelmeyen haberler görmezden geliniyor. İlle de verilenler çok küçük konuyor. Başbakan ve partisiyle ilgili haberlere ise büyük özen var. AKP organı gazetelerle yarışıyoruz sanki.. Sabah birinci sayfasıyla, o bizi milyon tirajlara taşıyan halk gazetesi görüntüsünden çıkıp, siyasal parti gazetesine dönüşüyor adeta..
Yazı İşlerine böyle bir talimat verilmediğine göre yapılan “Kraldan fazla kralcılık” mı, bilemem..
Bazıları hiç tanımadıkları, tanışma, konuşma fırsatı bulamadıkları yeni patronları için vehimlere girerek mi bunu yapıyorlar, anlayamıyorum..
Bu mudur çıkartmak istediğimiz Sabah!..
Başbakan’la baş medya patronu arasındaki Kayıkçı kavgasından bize ne?. “Hilton medyasına Baykal teşhisi” manşeti, insana “Bu gazeteyi alıp okuyayım” heyecanı verir mi, bayide asılı gördüğünde.. “İki yıl öncenin olayı nerden çıktı, şimdi” dedim, gazeteyi Etiler’deki evimin kapısından alınca..
Sonra gerçeklerle karşılaştım.
İçerde.. Umur Talu’nun yazısından anlıyorsunuz ki, Sabah’ın manşeti, Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru’nun bir gün önceki makalesinden alınmadır.
Bu mudur?. “Sabah, Yeni Şafak’tan mı yönetiliyor. Yazı İşleri Müdürü Fehmi Koru mu” demez mi okuyan? Biz niye kendi gazetemizi çıkarmıyor da, onun bunun kavgasında, ona buna endekslenebilecek, bakanın artık midesini bulandıran baş sayfalar yapıyoruz?.
Hıncal Uluç/Sabah
+++++
AB bunları mı öğretiyor sana?
Savaş karşıtları ABD’nin Irak İşgaline destek veren Danimarka Başbakanı Rasmussen’e “elleriniz kanlandı” diye bağırarak kırmızı boya fırlatmışlardı. Hem de mecliste. Bir yıl önce de yumurta fırlatmışlardı. Bunlar başbakanın halkla arasına panzer sokmasını gerektirmedi.
AB’yi adeta putlaştıran, önünde diz çöküp ’beni yanına al’ diye dualar eden Erdoğan ise “özgürlüğün temeli eleştiridir” dediği İTÜ’nün açılış törenini ’eleştirilirim’ korkusuyla öğrencilere kapattı.
Bir İTÜ öğrencisi Milliyet yazarı Melih Aşık’yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Okulumuzun açılış törenine katılmak üzere dün sabah yola çıktık... Kampus duvarlarında 5 metrede bir polis var, girişler polislerce tutulmuş... X-Ray cihazları, çevik kuvvet otobüsleri, panzerler, tazyikli su tankerleri, silahlar, kalkanlar, kasklar, coplar, kelepçeler... Banka oturmak yasak, çimlere oturmak yasak, yolda yürümek yasak! 12 Eylül’ün 28. yıldönümüne yakışır bir manzara! Toplantının yapıldığı salona yöneliyoruz, törene girişimiz de yasakmış meğer! Öğrencisiz bir ’açılış töreni’ yeni rektörün getirdiği yeni bir adet olsa gerek! Dışarıda protesto ediyoruz bu durumu... Dağılın, diyor bize polis. Coplar, tekmeler, yumruklar konuşuyor. Aynı sıralarda içerdeki konuşmacıların sesi geliyor dışarıya: ’Üniversitede hakaret içermeyen her türlü düşünce serbestçe var olabilmeli’.
Biz o sırada polis otobüsüne bindiriliyoruz tek tek.
Hükümetin borazanı kanallar ” Erdoğan, İTÜ’de demokrasi dedi“ diyor haberlerinde.
Okulun tarihine bir kara leke sürülüyor...”
+++++
MİNİ YORUM
Terörist’in derdi Osman Tan’mış!
Yapımcı ve sunucu Osman Tan Erkır, şehit verdiğimiz günlerle şov programlarının çakışmasını değerlendirmiş. PKK’nın Mehmetçiği şehit etmek için özellikle şov programlarının yayımlandığı günleri seçtiğini söylüyor. Arkadaşın bir çok kanalda yayımlanan sazlı sözlü, şamatalı, kahkahalı programları var ya, programının tadı kaçmasın istiyor herhalde...Vallahi pes! Bir insanın egosu terör örgütünün eylem takvimini belirleyen adam olduğuna inanacak kadar şişer mi? Pes... Pes...
ST