Fahrettin Demir’in ardından...

Kötü haberler almışım, neyle karşılaşacağımı tahmin ediyorum. Tahminimin ötelerine gidiyorum içeri girip onu görünce. Yatıyor upuzun, solunum cihazı bağlı ağzına burnuna. Eşi ve kızı karşılıyorlar. Eşi, “Tanıdı sizi” diyor, çıkarıyor solunum cihazını ağzından, bir şeyler diyor Fahrettin, anlamıyorum, eşi yardımcı oluyor “Dişleri de olmayınca, iyice zorlaşıyor anlamak” diyor. O diyor, Fahrettin demeye çalışıyor, ben diyecek hiçbir şey bulamıyorum. Susmuş olmamak için soruyorum: “Nasıl bir tedavi uyguluyorlar?” diye. Oysa Fahrettin “İnsan susarak da konuşur” derdi. İzin isteyip çıkıyorum. “Ben yine uğrarım” diyorum ama içim öyle demiyor “Bu son görüştür” .
Altı gün sonra cenazesine gidiyorum dostum Fahrettin Demir’in.
“Fahrettin Demir de kim?” diyorsunuz şimdi çoğunuz. Fahrettin Demir, öykücüydü, eleştirmendi, dostumdu benim. Gündüz cenaze namazını kıldım, gece “O Otobüste Ben Yoktum” adlı öykü kitabını yeniden, farklı duygular ve değerlendirmelerle okumaktayım. Ölümü de yazmış dostum, sorgulamış: “Dünyanın sonu. Öldüm mü yoksa? Ölü müyüm? Ya bu acı!.. İnsan ölünce de acı duyar mı?” Bilmiyorum dostum, Nazım Hikmet’in deyimiyle “Senin başından geçen iş benim de başımdan geçince” öğrenirim ben de.
Fahrettin Demir’i 16 yıl önce Kocaeli’de tanıdım. Ayrı kamplardan geliyorduk. O devrimci, ben ülkücü, o yılları o “Önceden boyutları çizilmiş bir hesaplaşmanın içindeydik” diye değerlendiriyordu, katılıyordum ben de. Edebiyat dost etti bizi, konuştuk konuştuk konuştuk, sonra bir de baktık ki, biz ayrı düşünmüyormuşuz meğer.
“Vadesi yetmiş dostun/Dostun dostları üzgün/Dostluğun son borcunun vadesi gelmiş bugün” demişim bir şiirimde, şimdi bu şiir düşüyor yâdıma. Uğur ola Dostum, umarım buluşuruz bir gün cennetin kütüphanesinde.

Fikret Otyam 85 yaşında
Lise son sınıf öğrencisiydim Fikret Otyam’ı ilk okuduğumda. Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan bir röportajdı, adı: “Oy Fırat Asi Fırat”. Halit Çapın’dan sonra zevkle okuduğum ikinci isim olmuştu. İğnelerken güldüren, fotoğraf makinesi ve kameranın ayrıntı kaçırmazlığını, yazıda başarabilen, özel ve özgün bir kalemi vardı Otyam’ın. Sonra televizyon icat olununca, çok hoşsohbet bir adam olduğunu da görüverdim. 15 yıl kadar önce “Ceylanlar Suya İndi” adlı bir kitabını okumuştum, Urfa ceylanlarını, onların acımasızca nasıl katledildiklerini işliyordu. O işliyordu, okuyanın da içine işliyordu. Çok etkilenmiştim. O kitabı biri alıp vermedi, şimdi bulsam bir yerde durmaz alırım yeniden. Otyam, Urfa ceylanlarını da iyi bilir, Urfa’nın ceylan gözlü kadınlarını da. Burada ressam yanını konuşturur, o ceylan gözler, onun fırçasıyla Urfa’dan çıkıp dikiliverirler karşınıza, bakarlar kara kara, siz de bakar yitersiniz o gözlerin içinde. Fotoğraflarında habere katılacak insan unsurunu verir yeterince, sanatsallık ve estetik yan ise Otyam farkıdır.
Berfin Bahar Dergisi, vefa gösterip, Fikret Otyam’a özgülemiş Şubat 2011 sayısını. Otyam’ın ceylan gözlü bir Harran güzelini yansıtan tablosu süslüyor derginin arka kapağını, iç sayfalarda ustanın başka tabloları, çektiği fotoğraflardan örnekler yer alıyor. Vecihi Timuroğlu ve Halit Payza, Otyam’ı anlatıyorlar, Otyam da bir yazıyla kendini anlatıyor.

Yazarın Diğer Yazıları