Ey imam, sen ne iş yaparsın?

Dünkü yazımızda intihar eylemcisini konu etmiş ve “Cesede otopsi yapıp, cesedi o hale getiren ruh hallerini ıskalarsak altında ezilmekte olduğumuz problemi, görmezin fili tarif ettiği gibi tarif etmeye devam eder dururuz” demiştik.
Bu bahiste gerçekten acınacak haldeyiz?
Kandil’deki Karayılan, İmralı’daki Öcalan veya herhangi bir terör örgütü yahut bir Beşinci Kol faaliyetinin Türkiye ayağı bu toprağın Hasan’ına, Ahmet, Mehmet’ine, “Beline C4’leri sar, git masum insanların en çok olduğu bir yerde, infilak et, cehennemi boyla” diyor ve bunu yaptırabiliyorsa başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmek ve bu problemi çözmek gibi bir mecburiyetimiz yok değil midir?
Ve bu sorun terör örgütü yöneticileri ve dış güçleri suçlamakla geçiştirilebilecek bir konu mudur? İstatistiklere bakıldığında Türkiye büyük ve güçlü bir ülke.
Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı 80 binin üzerinde cami, cami sayısının iki katına yakın da din görevlisi var. Bu din görevlileri ömürleri boyunca bir intihar bombacısı kararlılığında bir mümin yetiştirebilmişler midir? Hadi bu kadarında muvaffak olamadılar, sabah namazlarında arkalarında kaç kişilik cemaat var? Göreve başladıkları gün ile emekli oldukları gün arasında geçen onlarca yıl içinde cemaat sayılarında bir artış olmuş mudur? Oysa ellerindeki değerlerle, yani Kur’an ve Sünnetle Peygamber ve ashabı bir kişiden milyonlarca mümine, Erkam’ın evi kadar yerden İran içlerinden Afrika’nın en Batı ucuna ve Cebelitarık üzerinden Avrupa’ya geçerek milyonlarca kilometrekarelik alana bir din görevlisinin devlet hizmetinde kaldığı süreden daha kısa bir sürede ulaşmayı başarmışlardı.
Terörün başı öl diyor, gençler ölüyor, öldür diyor masum insanları gözünü kırpmadan öldürüyor. Sen aynı genci arkanda namaza durduramıyorsun, niye? Teröristin ideolojisi Allah’ın dini ve Peygamber’in emanetinden daha hak ve gerçek olmadığına göre, ey din görevlisi, dağa çıkan bu gençler ve heder olan bu canların hesabı senden de sorulmayacak mı?
Gelelim devletin laik yüzüne!
Ey devlet!
Senin üç aşağı beş yukarı 70 küsur bin okulun, 800 bine yakın öğretmenin, 18 milyon civarında öğrencin var. Bu okullarda bu öğretmenler bu çocuklara insan canının değerini, vatan sevgisinin ve bağımsızlığın önemini, büyüğü sevmeyi, küçüğü saymayı, milletine ve insanlığa hizmet için öğrenme ve öğrendiğini hayata geçirme aşkını öğretmiyorlar mı? Öğretiyorlarsa bu caniler nereden çıkıyor? Öğretmenleri çocuklara şu saatten sonra televizyon seyretmeyin diyor söz dinletemiyor ama bir ülkenin Beşinci Kol mensubu veya bir terör örgütünün üçüncü sınıf insanı o çocuğa anneni kes dese çocuk gidiyor anasını kesiyor, bu nasıl iş? Ey devlet sen, “Bu gençler niye benim öğretmenimin, öğretim üyelerimin dediğini yapmıyor da doğru dürüst cümle kuramayan dağdaki teröristin dediğini hiç ikiletmeden canı pahasına yerine getiriyor?” diye niye düşünmüyorsun? İmamı, Prof.’u, devleti de bir kenara koyalım, biraz da evlerimizin içine bakalım..
Ey anne!
Ey baba!
Sen çocuğundan bir bardak su istiyorsun vermiyor, mırın kırın ediyor hatta vermiyor, ama uzatsa elini sıkmaktan iğreneceğin caniler, nasıl oluyor da her şeyini verdiğin, yemediğin yedirdiğin, giymediğin giydirdiğin çocuğundan canını istediğinde ikiletmeden alabiliyor?
Velhasıl, cesede otopsi yetmiyor.
Teröristin, onu yetiştirenlerin, cami ve din görevlilerinin, okulların, üniversitelerin, öğretmen ve öğretim üyelerinin, anne-babaların yani aile müessesesinin, yani müesses nizamın ve o nizam içerisinde bir yerlerde zaman ve mekân işgal eden her şey, şahıs ve kurumun ruhuna otopsi şart olmuştur...
Daha söyleyecek çoook şey var da, bu kadarını kaldırabilecek miyiz, önce onu görelim hele...

Yazarın Diğer Yazıları