‘Evet’e bir kurban daha!..

Başlık terör haberi anonsu gibi oldu çünkü siyasal mayınlar patlıyor medyada. Coşkun’un kovulmasından sonra Zelyut da, yazılarının hesabını vermek üzere “ileri demokratik yüzde 58 yargısı”nın huzuruna çıktı


Referandum yaptık; evet diyerek darbe anayasasını yok ettik. Türkiye’yi özgürleştirdik. Kimse düşüncesi, inancı yüzünden suçlanamayacak; her şey güllük gülistanlık olacak.
Ama ben, yarın(bugün) saat 09.55’te hakim karşısında olacağım. Hakkımda ceza davası açıldı.
Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanacağım.
Adam öldürmedim, ırza geçmedim, hele hele devlet malını çalmadım, hazineyi tırtıklamadım; ihale almak için çete oluşturmadım, naylon fatura düzenleyerek devleti soymadım.
Bu gazetede, bu köşede fikirlerimi açıkladım diye suçlanıyorum.
Evetçi arkadaşlar!
Başbakan Erdoğan’ın gazetelere verdiği o evet ilanlarını bir hatırlayın lütfen.
Hani daha ileri, daha demokrat, daha özgür bir Türkiye olacaktı?
Halbuki bir gazetede fikrini açıklaman bile suç gösteriliyor; hapis tehdidiyle karşı karşıya kalıyorsun.
Alevilerle ilgilenmeyi terör suçu göstermeye çalışan Erzurum’daki malum savcıları eleştiren bir köşe yazım yüzünden toplam 7 yılı bulabilecek hapis tehdidi...
Görüyorsunuz 12 Eylül darbesinin eserleri yerinde ama üstüne katmerlisi geldi. İktidarların karşısındayım; o yüzden üçüncü darbede de yargılanıyorum:
Birincisi 12 Mart 1971, ikincisi 12 Eylül 1980, üçüncüsü 22 Eylül 2010.
Ama ben; Başbakan Erdoğan’ın beğenmediği Türk mahkemelerine güveniyorum.
Anayasanın ve yasaların onlara vermediği özgürleştirici hakkı, bizim yargıçlarımız yüzlerce kez özgürleştirme biçiminde olumlu kullandılar.
Mahkum olmak mı?
Düşüncelerimden vazgeçeceğime hapiste çürümeyi yeğlerim. Acaba Başbakan Erdoğan benim gibi muhalifler için de demokratik hak istemiş miydi?
Benim yargılanmama da karşı çıkacak mı?
Ben yargılanacağım ama evetçiler düşünecek... Aldatıldık mı diyerek...
* Rıza Zelyut / Güneş


++++++

Ayhan Aktar, benim gibilerin kaça satın alındıklarını merak ettiğinden dem vurmuş. Madem “piyasa”ya bu denli merak sarmış durumda, o halde kendisine kötü haberi vereyim: “Dikkat çekmek için kafayı ne kadar çıkarırsan çıkar, sen beş para etmezsin.”
* Ahmet Hakan / Hürriyet

++++++

Taraf’ın “suç ortağı”
Balyoz davası belgelerinin içeriği açıklanmıyordu.
İddianame mahkemeye teslim edilince belgeler de geçen ay incelemeye açıldı.
Avukat Celal Ülgen ve Hüseyin Ersöz dün bu belgeler üzerinde yapılan incelemelerin sonuçlarını açıkladılar.
Balyoz planı ile ilgili tüm suçlayıcı belgeler 11 no’lu CD içinde toplanıyor... Bu CD’nin dikkatle incelenmesi sonucu sahte olduğu anlaşılıyor... 2003’te değil, 2008’de hazırlandığı yolunda bulgular ortaya çıkıyor.
Mesela... Bir ilaç firmasından “Yeni Recordati İlaç”
diye söz ediliyor ki...
Bu firmanın adı bu şekle 2008’de girmiş. Planda adı geçen Medical Park Sultangazi adlı hastane bu adı 2008’de, dernekler arasında adı geçen “Liberal Avrupa Derneği” bu adı 2006 yılında almış.
Verilen diğer örnekler de CD’nin 2008’den sonra hazırlandığı savını güçlendiriyor.
Çetin Doğan’ın avukatları Ülgen ve Ersöz, Taraf gazetesi yazarları Yasemin
Çongar, Mehmet Baransu ve Yıldıray Oğur’a çağrı yapıyor.
- Bu belgeleri aldığınız kişiyi açıklayın...
Çünkü bu kişi bir haber kaynağı değil “suçlunun kendisi” ya da suç ortağıdır.
Bakalım çağrı nasıl karşılık bulacak?
* Melih Aşık / Milliyet


++++++

KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun davetiyle adaya giden gazeteciler arasında bulunan Hürriyet yazarı Yalçın Doğan, Rum tarafındaki Türk düşmanlığından bahisle “O kadar ki, Rum nineler kundaktaki torunlarını, ”uyusun da büyüsün, büyüsün de Konstantiniye’yi (İstanbul’u) feth etsin“ ninnileriyle uyutuyor” yazmış.
O da bir şey mi; bizim iktidar koca bir milleti “uyusun da dalsın, uyusun da Sümela’da, Akdamar’da, Ayasofya’da çaldırdığımız çanları duymasın...” diye uyutmuyor mu!


++++++

Söküp çıkarması kolay olsun...
Türkiye yedi bölgedir. Peki, niye yedi
bölgedir? Niye sekiz değildir mesela?
Ya da altı, dokuz?
*
Çünkü... Mustafa Kemal öldükten sonra, 1941’de, Birinci Coğrafya Kongresi’ni topladılar. Saygın coğrafyacılarımız masaya oturmaya hazırlanıyordu ki, Almanya, Fransa, İngiltere ve ABD’den “biz bu işleri iyi biliriz, tecrübeliyiz, yardımcı olalım” teklifi geldi... E iyi niyetle yardımcı olmaya gayret eden bu ülkelere “hayır” denmedi tabii, “buyrun, yardımcı olun” dendi.
*
Profesörler gönderdiler. Bi yardımcı
oldular... Türkiye yedi bölge!
Hesapta “üniter devlet”in haritası
çizilecekti, el âlemin yardımını yardım zannettiler, kaş yapalım derken, göz
çıkardılar, oturup, memleketi güzel güzel yediye böldüler... Lego gibi. Parçalar boyandı... Yerlerine tak’ıldı. Aynı’lıklar değil, ayrı’lıklar benimsetildi. Sök’meye hazır hale getirildi. Bilmiyorum, “nerden çıktı bu demokratik özerklik” meselesini yeterince açık anlatabildim mi!
* Yılmaz Özdil / Hürriyet


++++++

Tarihe gömülmek biatçının değişmez yazgısı
Açılım politikalarını “herkesten önce” anlayıp, kayıtsız şartsız destekleyen ve desteklemeyenleri “iki cihanda lekeli” ilan eden... Sonra da referandumda “Evet” oyu vereceğini açıklayan “AK Serçe”, liselerin son sınıflarında okutulacak olan “Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi” kitabına girmiş...Hani bilmem kaç milyon Ermeni’yi ve Kürt’ü öldürdüğümüzü açıkladıktan hemen sonra “Nobel Edebiyat Ödülü”nü kapan “AK Pamuk” da girmiş aynı kitaba... Ama... Büyük eksikleri var bu kitabın! Partinin yılmaz savunucusu kesilip, kendi geçmişini ve çevresini karşısına alan modacı “AK Cemil”e...
... “Radikal liberal” geçinip bu partiyi destekleyen ve devletten iyi işler kapan yapımcı ve yönetmen “Ak Sinan”a... Partinin en sadık destekleyicilerinden karikatürist “AK Heten Keten”e... Referandum kampanyası sırasında düzenlenen “Evet iftarı”na katılarak Başbakan’la sarmaş dolaş fotoğraf çektiren AK Gencebay’a, AK Acun’a... Diyarbakır’da miting kürsüsüne çıkan eski futbolcu, yeni TRT’ci AK Hakan’a... Milli Takım kampından “Eveeeeeettt” diye bağıran AK Emre’ye... Kampanyanın basketbol ayağını tek başına üstlenen ve karşılığında “maddi-manevi destek” diye tutturup, istediğini koparan AK Hidayet’e... Büyük haksızlık edilmiş!
Böyledir bu işler: İktidarı desteklersin adın sokağa verilir. Yetmez, tarih kitaplarına geçersin! Ama... Adının verildiği sokağa çıkamazsın kardeşim... Doğru yapmış AKP’li Milli Eğitim Bakanlığı; “AK Serçe”yi ve “AK Pamuk”u “tarih” kitabına koymakla... Bundan sonraki yerleri orası çünkü! “Biat eden”lerin kaderidir bu...
* Mustafa Mutlu / Vatan

++++++

Lahana turşusu ayarında
Mehmet Barlas “muhalefet”e baskıyı meşrulaştırmak için Falih Rıfkı Atay’ın 29 Teşrinisani (Kasım) 1930 tarihinde Hakimiyet-i Milliye’de yayımlanan şu satırlarını referans gösteriyor:
“Hiç şüphe etmeyiniz. Bütün bu muhalif gazeteciler, hepsi bir kelime ile alçaktırlar. Balkanlar’dan Amerika’nın öbür ucuna kadar böyle mahluklar, casus ve baba katili gibi en iğrenç mücrimlerle bir sıraya konulur ve şahsi hürriyetleri bile kendi ellerine teslim edilemez. Biz ise gazete denilen müesseseyi teslim etmişiz.”
Barlas’a göre “AKP iktidarı”na muhalif olmakla “rejim”e muhalif olmak aynı ayardaymış yani... Rejim muhalifleri “alçak”larsa, pekala AKP muhalifleri de “alçak” sayılabilirmiş; ben öyle anladım.
Oldu olacak ne kadar MHP veya CHP seçmeni varsa, tutun onları da Öcalan’la birlikte yargılayın ve hatta Anadolu’yu yarı-açık esir ve zulüm evi yapın...
Barlas’ın Falih Rıfkı üzerinden Atatürk ile Erdoğan arasında kurduğu ilişki, lahana turşusuyla perhiz ilişkisi ayarında olmuş...


++++++

Onun da bir şeref madalyası oldu
Bekir Coşkun şimdi boşta!
Bu kovulma nedeniyle, artık onun da göğsünde taşıdığı bir şeref madalyası var. Bizler yanlış yazdığımız, yolsuzluk, ahlaksızlık veya terbiyesizlik yaptığımız, kalemimizi kendi çıkarlarımız doğrultusunda kullandığımız için kovulan veya ayrılmak zorunda kalan gazeteciler değiliz. Bizlerin başına bu işler, bu baskı ve rezillik ortamında iktidar karşıtı yazılarımız nedeniyle geldi...
* Emin Çölaşan / Sözcü


++++++

Camiden alıp da mı Metris’e götürdüler
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, New York’a giderken devlet uçağında yanına aldığı büyük gazetecilere; “Ben de 12 Eylül’ün Metris Cezaevi zindanında yattım... Gözümü bağlayıp sorguya çektiler... Kardeşim Macit’e Kayseri’de işkence yaptılar... Hanımım, beni tevkif etmeye gelen subaya orta şekerli kahve kaynattı...” diye özetleyeceğim mağduriyetini anlatmış.
Sayfa, sayfa yazdılar.

* * *

Beni hiç uçağa çağırmıyorlar!
Çağırsalardı; “Sayın Cumhurbaşkanı, 12 Eylül’den önce siz hiçbir şey yapmadınız, bütün günü camide geçiriyor, Allah ile baş başa dualar ediyordunuz, hiç sağcı-solcu çatışmalarına katılmıyor, öğrencilerin birbirini vurmasını tahrik edenlerin içinde yer almıyordunuz. Sizi camiden alıp Metris’e götürdüler öyle mi?” diye sorardım.
Can Dündar yazdı. İşte orada gazete arşivinde. İsteyen bulur okur.
Abdullah Gül; darbeye ortam hazırlayan sağcı-solcu öğrenci çatışmasında; sağcı tarafın önde gelen militanlarından biriydi. Çetin Altan (Şimdi oğulları, Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan hayranı) Kayseri’deki bir toplantıya geldiğinde Altan’ı “Rus tohumları Moskova’ya...” diye taşlayanlar arasında Abdullah Gül de vardı.
Kayseri Emniyeti’nde kayıtlı.
Ben darbecileri savunmuyorum. Kenan Evren’e sevgim hiç olmadı. Fakat insaf, vicdan isterim. Sanki General Evren, ortada hiçbir sebep yokken, “biz bir darbe yapalım da şu Kayserili sağcı militan Abdullah Gül’ü de alıp Metris’e kapatıp gözlerini bağlayalım” dedi.
Ak kaşık misali anlatılıyor. Tamam, darbecileri taşlayalım ama ilk taşı “günahı olmayan” atsın. Sanki 12 Eylül’den önce Abdullah Gül’ün hiç kimseye kötülüğü olmadı.
Darbe ortamı hazırlamış. Kardeş kavgasına nefret taşımış. Kenan Evren darbesi ve onu izleyen 28 Şubat tanklı ittirmesi olmasaydı; ne AKP ve ne de Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olacaktı. AKP’nin kendisi 12 Eylül ürünü!
Ayıptır. Doğruyu anlatın.
* Necati Doğru / Sözcü


++++++

MİNİ YORUM
Değişen İstanbul’un değişmeyenleri

Santral İstanbul’daki 1910-2010 sergisi İstanbul’un değişen siluetini göstermesi açısından faydalı. Tepeleri, kutsal mekanları ilk bakışta algılanabilen yatay bir şehirken, “herşeyden büyük” olma sevdasına kapılan, demirden ve betondan “dikine” bir görünüme bürünen İstanbul’un değişimini farkettirmek iyi de, bir de İstanbul’un değişmeyen yüzünü idrak gerek bize; 1918-2010 “kalemler” sergisi mesela...

Yazarın Diğer Yazıları