Evet gazetecilik suçunu işledim!
Tutukluluğunun dördüncü yılında “Silivri Tanrıları”na itiraf etti:
Evet gazetecilik suçunu işledim!
Hesapta “çalışamaz” hale gelecektiler, tıkıldıkları “tecrit hücreleri”nde sinecektiler... Ama onlar boyunlarında “terörist” yaftası, yargısız infaz edilen cezalarını çekerken “gazeteci”likten de “çalışmaktan” da vazgeçmediklerini gösterdiler... 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ne yetiştirdikleri Tutuklu Gazete’nin yeni sayısında “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” ayarındaki trajik hikayelerini yazıya döktüler. Korkmayın okuyun; elinizde patlamaz kelimeler!
Polis kapımda, 23 Eylül 2008. “Ne var?” dedim. “Arama yapacağız” dediler. “İzin var mı?” dedim; “var” dediler ve gösterdiler. “Suç neymiş?” dedim. Bir bayan polis vardı. Hani neredeyse üstüme atlayacaktı. Öyle yerinde duramıyor. Amirinden önce atıldı. Ağzını büzdü, kasıldı, kasıldı:
- Ergenekoncuuuluk!..
“Ey Devlet-i Âli; söyle
bana Ergenekon ne ola?”
Gidinin dünyası... Şimdi hepiniz böyle bir suç olmadığını biliyorsunuz. Ama “Ergenekon” denince ne olduğunu da biliyorsunuz. Leb deyince, “leblebi”yi biliriz biz.
Ben dördümcü yılımda hâlâ bu örgütü arıyorum. Yani Ergenekonculuğa adını veren “Ergenekon Terör Örgütü”nü... Bunun gibi bir örgüt yeryüzünde yok. 2007 yılından bu yana bu örgütle ilgili iki bine yakın insan sorgulandı. Aralarında 17 yaşından 80 yaşına pek çok mevki makam sahibinden, sahipsizlere kadar herkes vardı. Önce polis bu iki bin kişiye sordu:
- Ergenekon Terör Örgütü?..
Yanıt tek oldu:
- Ben böyle bir örgüt bilmiyorum.
“Karakolda doğru söyler mahkemede şaşar” terimi; bizde polisin maharetini anlatıyor. Polis sorgusunda bunca insandan bir Allah’ın kulu, “evet, ben biliyorum” demez mi? Dememiş. Örgütü kimseler bilmiyor. Kurgulayanlar hariç!
Mahkeme; Emniyet Genel Müdürlüğü’ne, Jandarma Genel Komutanlığı’na, MİT’e, Genelkurmay Başkanlığı’na sordu: “Ey Devlet-i Âli; söyle bana Ergenekon ne ola?” diye. Devlet-i Âli yanıt verdi:
- Biz böyle bir örgütü bilmiyoruz!
Al sana kaya... Dünyada böyle bir örgüt var mı?
Taraf yazarı dedi ya:
- Bu, öyle bir örgüt ki; üyeleri dahi üye olduklarını bilmiyorlar.
Peki kim biliyor?
Hınzır hınzır gülmeyin: “Dünyanın en gizli örgütü bu!”
Örgütümü bilip de
ihbar etmeyen şerefsizdir
Duruşmada 22 ay sonra ifadeye çıktım:
- Ey yücelerin yücesi yargıçlar, ey savcılar, ey Silivri Tanrıları; bana suçumu söyleyin savunma yapacağım; çünkü dilekçe de yazdım; iddianameye yazmamışsınız!
Yüce savcılık makamı; yarı beline kadar makamı devletinden üzerime sarkıp ve de parmağını sallayarak (Tabii bunu yücelerin yücesi Silivri Mahkemesi’nin yargıçlarının; “söyleyin savcı bey” demesi üzerine yaptı):
“Efendim sanık suçunu en iyi kendisi bilmektedir...” dedi. Hatta; mahkemenin ısrarı üzerine; “suçumun söylenmesi için mehil” (yani süre) talep etti.
Tanıyanlar bilir (bilirsiniz) biraz inatçı ve ısrarcıyımdır. Savcılık makamı bu tür dayatmam sonunda; “suçunun söylenmesi ihsası rey (kararın söylenmesi) olacağından, suçunun söylenmemesine” dedi. Yüce Silivri Mahkemesi’nin yüce yargıçları da “evet, evet ihsası rey olur” diyerek bu görüşe uydular.
“Oldu mu canım şimdi” deyince de bana; “oldu da bitti” denildi. Dedim ki; “yeminle söylüyorum; muhalifsin ondan, deyin bir daha duruşmaya gelmeyeceğim. Suçumu kabulleneceğim.” Sustular.
Şimdi ben bu yazıyla kamuoyuna sesleniyorum. Kimsenin bilmediği, kimsenin kabullenmediği, devlet denilen organın dahi belleği dahil hiçbir yerinde kendisiyle ilgili bilgiye rastlamadığı bu Ergenekon örgütünü bilen, duyan biri varsa insaniyet namına ilk karakola bildirsin. Bu örgüt nerdedir? Ne yer? Ne içer? Lideri kim? Kimler yönetir? Bilenler savcıya koşsun. Çünkü madara çıktı. 10 bin sayfalık iddianamede, bir milyondan fazla ek dökümanda bunlar yok. Hatta; “biz itirafçı olacağız” diye mahpustan yırtmak için gizli tanık olanlar dahi; “biz örgütü bilmiyoruz ama, duyduk ki...” diyorlar.
Ben de diyorum ki; benim örgütlerim belli! Üyesi olduğum Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Basın Konseyi, Uluslararası Gazeteciler Federasyoonu...
Savcılık hakkında suç
duyurusunda bulunuyorum
Ben bir örgüte üye olacağım da onu savunmayacağım! Ben bir eylemde bulunacağım da onu savunmayacağım! Ben, Ergenekon denen hayali zırvayı bilmiyorum. Mahkemede söyledim; buradan da ilan ediyorum: Beni bu örgüte alan kimdir? Yönetici kimdir? Ne zaman almıştır? Bunlar kim? Her kim bilip de söylemiyor, ihbar etmiyor, gizli tanık olmuyorsa şerefsizdir. Ben yaptıklarımı biliyorum: Cumhuriyet mitingleri mi? Ben yaptım. Buradayım. Söyleyin suç ne? Neden bana bunu sormuyorsunuz? Muhalifim; neden sormuyorsunuz? İddianamedeki iddiaları neden sormuyorsunuz?
- Tuncay Özkan’ın; Kanaltürk ile ADD arasındaki para ilişkileri,
şaibeli...
Önceleri sustum. Güya ben ADD’ye (Atatürkçü Düşünce Derneği) 6 milyon dolar ödemişim. Son ana kadar bekledim. Sabrettim. Sonunda sorgumda bir yargıç sordu:
- ADD ile Kanaltürk arasında 6 milyon dolarlık bir para ilişkisi var! Ne diyeceksiniz?
- Bu soruşturmanın ne hukukla, ne yargılamayla, ne gerçekle bir alakası vardır. ADD; Atatürkçü Düşünce Derneği’dir. Siz o derneği bastınız. Hesaplarına baktınız. Benimle, Kanaltürk şirketiyle onların arasında bir tek kuruş gördünüz mü? Buna bakmadınız değil mi? Böyle soruşturma olur mu? Kanaltürk ve dolayısıyla benimle ilişkilendirdiğiniz ADD, Atatürkçü Düşünce Derneği değildir. Bizim 6 milyon ödeme yaptığımız ADD, şirkettir.Digitürk platformunun finans şirketidir. Ödemeler, yıllık 500 bin dolar olan Digitürk üzerinden yayın yapmanın bedelidir. Bunu nasıl araştırmazsınız? Savcılık hakkında suç duyurusunda bulunuyorum.
Herkes sustu. O günden beri konuşan yok. Ama internete girince; “Tuncay Özkan, Kanaltürk televizyonunun bazı para ilişkilerini açıklayamamakla suçlanıyor” diye yazıyor!..
Yazıyorrr... CHP’yi nasıl
ele geçireceğimi yazıyor...
Rüzgarlı Sokak’ta 16 yaşımda, gazeteciydim. Ankara’nın gazetelerinin bulunduğu sokağın adıydı. Orada küçük bir gazetede her işi yapardık; kalıp bağlamadan, takvimden günün yemek tarifini yazmaya kadar. Akşam üzeri gazeteler çıkardı. Çocuklar alır; “yazıyor, yazıyor” diye bağırarak satardı. İddianame çıkınca bağırasım geldi; “yazıyorrr... Tuncay Özkan’ın CHP’yi nasıl ele geçireceğini yazıyor...” Sabrettim; gıkımı çıkarmadım. Tam 22 ay sustum. Sonra ifademde; iddianamenin benimle ilgili bölümünün neredeyse dörtte üçünü kaplayan bu olayla ilgili bir tek soru bekledim. Sormadılar. Ne savcılar, ne de yargıçlar. “Bunu nasıl sormazsınız?” dedim. Sustular. İddianameye göre ben CHP’yi ele geçirmek için çalışıyordum. Genelkurula gitmiştim. Alkışlanmıştım. Soruları kendim sordum yanıtladım.
- Evet, gittim. Gazeteci olarak. Üç gün oradan canlı yayın yaptım. Bu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın CHP’yle ilgili biriminden alınan belge... Bu, CHP Genel Merkezi’nden alınan belge. Ben hiç CHP üyesi olmadım. İddianame benim CHP’ye genel başkan olacağımı yazıyor. Oysa CHP tüzüğü burada... Size veriyorum. CHP üyesi olmayanlar, CHP’de kapıcı bile olamazlar. Ben CHP üyesi değilim. Her üye Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirilmek zorundadır. Siyasi Partiler Kanunu böyle diyor. Yoksa parti kapatılır. Savcılar, Yargıtay’a sormamışlar. İşte belgeler... Ben CHP üyesi değilim, dolayısıyla CHP’yi ele geçiremem. Üstelik benim CHP’de olmamdan, orada siyaset yapmamdan savcılık neden korkuyor? Bu anayasal bir hak... Buna suç isnat eden savcılık hakkında suç duyurusunda bulunuyorum.
Onlar, o yüce Silivri Tanrıları, bana Cumhuriyet Mitinglerini de sormadılar.
İddianameye yazmışlar ama sormadılar. Ben anlattım, şanla şerefle...
Şimdi bunları niye mi yazdım? Dört yıl geçti aradan. Hatırlayın diye.
Aynı kazanda yalanlarla
kaynayıp gidiyoruz
Ben Tuncay Özkan, bunlara ek olarak bir de Susurluk raporunun bende bulunması ile MGK tutanaklarının -ki en erken tarihlisi 1986- arşivimde yer almasının nedenlerine yanıt verdim.
İşte bunlardan dolayı T-E-R-Ö-R-İ-S-T-İ-M. Hatta: E-R-G-E-N-E-K-O-N-C-U-Y-U-M.
Arşivim, gazetecilik belgelerim suç sayılıyor. Evet, ben gazetecilik suçunu hep işledim. İşlemeye de devam edeceğim. Susurluk yargılamalarında; benim ortaya çıkardığım belgeler nedeniyle 6 yıl hapis cezası alan İbrahim Şahin ile aynı örgütteyim. Şahin de “ben böyle bir örgüt bilmiyorum” dedi ve ekledi: “Ama Tuncay Özkan benim yaşam boyu düşmanımdır!”
Ve ben Susurluk Raporu arşivimden çıktığı için suçluyum...
Duruşma salonu çok renkli... Hepimiz aynı kazanda; yalanlarla kaynayıp gidiyoruz işte.
Ben gazeteci değilmişim; iktidara göre! Zırva tevil götürmez.
Evet, ben hiç iktidar gazetecisi olmadım. Gün gelince bunu diyenleri de karşıma alır, “Hodri Meydan” yaparız. Konuşur, halleşiriz.
Şimdi benim derdim; bu cami avlusu örgütü Ergenekon’u bulmak.
Öyle hınzır hınzır gülmeyin. Siz de yardım edin. Ciddi ciddi arıyoruz. Devlet işi gücü bıraktı bu işin üstünde. Haydi boş durmayın, sorun soruşturun; Ergenekon Terör Örgütü’nü; bilenlerin, tanıyanların, insaniyet namına... Gülmeyin yahu; dört yıldır zindandayız; Ergenekon olmasa ne yaparız?..
Tuncay Özkan
Silivri 1 No’lu L Tipi Cezaevi B-3 Alt Tecrit Hücresi İSTANBUL
+++
Haber yazmanın kahramanlık sayıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bu gazetecilerden çok, sistem için bir kriz durumudur. Çünkü gerçekler hakim sınıfların düşmanı haline geldiyse, o sistemin sonu gözükmüş demektir.
Deniz Yıldırım / Silivri Cezaevi
+++
İşsiz kalan, tutuklanan gazeteciler kalanlara ibret oldu. Kimi korkarak, kimi evrim teorisindeki gibi koşullara uyum sağlayarak dönüştü. “Yeni Türkiye”nin, “yeni rejim”ini selamlayan, hükümetin ses telleriyle konuşan bir tür rejim gazetecisi idealleştirildi. (...) Nazi Propaganda Bakanı Goebbels “Basının bugünkü tekdüzeliği hükümetin aldığı önlemler sonucu değildir, bizim istediğimiz bu değildi...” dediğinde baskıcı rejimin çöküşüne çok az kalmıştı.
Barış Terkoğlu / Silivri Cezaevi
+++
“Hasta ve hastalığı övmek”ten
rehabilitasyona dahil edilebilirsiniz
Bir süredir bazılarımız “muhalefet” diye bir hastalığa yakalandık. Bunun antibiyotik benzeri ilk tedavisi de “tutuklama” ... Rehabilitasyon Merkezi’nden yararlanabilmek için bu şart!.. Buralarda sadece biz tedavi olmuyoruz; böyle “hayırsız” evlatlar yetiştirdiği için ana babalar, böyle “ıslaha” muhtaç kişilerle evlendikleri için eşler ve biz “kendini, haddini bilmez” insanların doğurduğu çocuklar da dolaylı şekilde “tedavi” ediliyor. Böylece önemli bir sağlık hizmeti, üstelik ücretsiz, tabana yayılmak suretiyle “ileri demokrasi”nin hazmı kolaylaştırılıyor!..
Bu gazetenin çıkmasını organize eden, bizler için gösteriler yapıp, fotoğraflarımızı taşıyan siz değerli dostlara da ufak bir uyarım var: Siz siz olun, bu işleri yapmayın. Yarın öbür gün “hasta ve hastalığı övmekten, tedaviyi etkilemekten, hastalık propagandası yapmaktan” rehabilitasyon programına dahil edilebilirsiniz, aman dikkat!..
Müyesser Uğur Yıldız / Silivri Cezaevi