ETÖ’dür o ETÖ!..
Yok zamanlaması manidarmış, yok açılımı baltalayacakmış, altında da “ETÖ” varmış; çoğu palavra da son iddiayı yabana atmayın derim. Barzani de Türkiye yolundayken, gözünüz kulağınız Erbil Terör Örgütü’nde olsun
Prof. Deniz Ülke Arıboğan, Akşam’daki köşesinde kendi kendisiyle röportaj yapmış ve üç günde 6 şehit verdiğimiz terör eylemlerinin ’zamanlaması’nı analiz etmiş.
Böylece “Türk halkı ”demokratik açılım istemiyoruz“ diyen, dünyadaki ilk halk olmuştur herhalde. Terör saldırıları, yumruklu protestolar, saldırgan demeçler bu işin daha da ileriye götürülmesini engelleyecektir” diyor.
Şu veciz ifadenin teziyle ilgili fikir vermeye yeteceğini sanıyorum: “Bir ucunda PKK varsa, diğer ucunda yozlaşmış devlet unsurlarını, çeteleri ve en terör karşıtı sloganları kullanmasına rağmen, terörden nemalanan siyasi grupları görebilirsiniz.”
Koskoca uluslararası ilişkiler, terör, küreselleşme, strateji vs. uzmanı profesörün “derin” analizinden çıkan sonuca göre, bu şer odakları el ele, kafa kafaya, omuz omuza vermiş;
1. AKP referandumda istediği sonucu alamasın,
2. Demokratik açılım kapansın,
3. Anayasa Değişikliği Paketi ile ilgili Meclis oylamalarında AKP fire verir de, BDP’den destek isterse, bu ittifak, olası bir seçimde elini zayıflatsın (biz buna dıdının dıdısı diyoruz) diye son çare karakol taramışlar!
Ne akademik bir yaklaşım!
Oysa bu ülkenin dağlarında atılan her kurşunun (kimi zaman kendi kafasına sıkılıyor olsa da) ABD’nin cebinden çıktığını hatırlatmak için profesör olmaya bile gerek yok!
Sanırsın “ben her bahar ağıt yakmamışım...” Ama madem ille de bir “Neden şimdi” sorusuna ihtiyaç var daha makul ve mantıklı, cevabı daha “bereketli” bir soruya ne dersiniz:Aşiret reisi çapulcu Barzani, “Kürdistan Bölgesi Başkanı” olarak Türkiye’ye geliyor. “Neden şimdi?”
Mesela ABD, Barzani ile PKK arasındaki “Bütün bu dağlar benden sorulur” yarışında Türkiye’yi “kendi teröristi ile işbirliği halinde” görmek istediği için olabilir mi?
O zaman bu eylemler...
Biz tabii profesör filan değiliz ama, farzı mahal; Türkiye’nin Barzani’yi aynı Diyarbakır’dan Erbil’e direksiyon kıran ABD’nin istediği gibi “Kuzey Kürdistan”ın başkanı olarak tanıdığı ve peşinen “doğu, batı ve güney Kürdistan’larının” da başkanı olarak kabul etmiş olduğu için...
“Burada ben varım” mesajı vermek için yapılıyor olabilir mi?
Onca yıllık hamisi, bölgeyi, konjonktürel olarak daha elverişli bir ’maşa’ ile karıştırmak istediği için saf dışı bırakıldığının/bırakılacağının farkında olan PKK, bunca yıl kendisini bölgenin tek hakimi olduğuna inandırmışken, şimdi bir kaç dağ ile mağaranın bekçiliği ile yetinir mi? Hem de Barzani’nin gölgesinde!
Sakın bu terör eylemleri ABD’nin eski ve yeni kuklaları arasındaki güç mücadelesinin yansıması olmasın?
Veya çok daha vahimi...
ABD’nin kendi teröristini; Barzani’yi meşrulaştırabilmek için tertip ettiği son tezgahı!..
Dediğiniz gibi Sayın Hocam; “terör saldırılarının ürettiği şiddetin ötesinde birçok siyasi yan etkisi de bulunur” onun için AKP’nin resmi tezini kağıda dökmeden önce, keşke bir de bu işleri iyi bilen babanıza danışsaydınız!
***
Obama-Erdoğan dostluğunun meyvesi mi
Herkesi inandırmaya çalışmışlardı:
ABD ile Türkiye ortaksa! Obama-Erdoğan arkadaşsa! Bu fotoğraf sahte değilse!
Meyvesini görecektik. Kandil’de PKK’nın başında bulunan 3 eroin şefi çuvallanarak (başına çuval geçirilerek) 15 gün içinde Türkiye’ye teslim edilecekti.
ABD izin verir. Engel koymaz. Kandil’deki dağları avucunun içi gibi bildiği söylenen Türk ordusu, gider bu üç ismi yakalar, başına çuval geçirir, getirir. PKK’yı ABD ile Türkiye birlikte bitirirlerdi.
En son Tunceli ve Diyarbakır’da haince saldırılarla canlarına kıyılan ve matemlere gömülerek tabutlara koyduğumuz 5 şehit vatan evladı dahil, 25 yıl boyunca bütün şehit analarının acılı feryadı ancak dinerdi.
Şehit kanı akmaya ve “analar ağlamaya” devam ediyor. ABD, “PKK’nın dağ-ova-ada-meclis-şehir tüm gücünün yok edilmesi yönünde” anlık istihbarat verme sözünü tutuyor mu? Tutuyorsa; Tunceli’de Sarıyayla Jandarma Karakolu’nun roketatarla taranması ve tarayanların 4 can alıp sadece 1 ölü vererek sisten yararlanıp kaçabilmelerini nasıl izah edeceğiz?
ABD isterse bitiremez mi?
PKK’yı Irak’tan kazıyamaz mı?
Şehit sayısının her gün yeniden artmasının altında ne yatıyor?
ABD, Iraklı Kürtler üzerinde baskı kuruyor ve anlık istihbarat veriyor da Türk ordusu mu bunu kullanamıyor?
Yoksa ABD desteği ve istihbaratı; PKK’ya “karakol bassın Mehmetçik öldürsün” diye mi akıyor?
PKK’nın kökünün kazınması; ABD’nin izin ve insafına bırakılamaz. Türkiye bölünmez bütünlüğünden ve laik yapısından dönemez.
Kimlik gettoları kurulamaz.
Şehirler kimliklere ayrılamaz.
Türkiye ancak bir bütün ortak vatan ve “demokratik hukuk ulus devleti” olabilir. Bu gerçeğe sarılsalardı. O fotoğraf sahte çıkmazdı.
Dün gazetelerde bazı iktidar yandaşı kalemler, PKK’nın karakol baskınını içeriden Ergenekoncu birilerinin haince desteklemesi sonucu başardığını, çünkü “iktidarın açılımlarını kötülemek” niyeti taşıdıklarını yazdı.
Bunu yazabiliyorlar.
Kim bu Ergenekoncular?
Belge var mı? Yok.
Türkiye yandaş kalemlerin “Şehit kanını bile iktidar için yağcı propagandaya dönüştüren kirli dönemden” geçiyor.
Necati Doğru / Sözcü
***
AKP’nin ikinci yenilgisi
TGC’nin son seçimi büyük bir hesaplaşmaya sahne oldu.
“Değişim Grubu” beklediğini bulamadı, bu seçimden mağlup ayrıldı.
Orhan Erinç’in başkanlığındaki eski ekip seçimi zaferle kazandı.
Bu seçim bana kısa süre önce Kıbrıs’taki Cumhurbaşkanlığı yarışını hatırlattı.
AKP medyasının önde gelen isimleri Kıbrıs’ta Mehmet Ali Talat’ın seçilmesi için propaganda yapmışlar, bizzat kampanyada yer almışlar, televizyona çıkıp Talat’a adeta oy istemişlerdi.
Sonunda Kıbrıs’ta Talat seçimi kaybetti...
Ancak aslında burada kaybeden Talat değildi...
O seçimi AKP kaybetti...
AKP ilk seçim yenilgisini Kıbrıs’ta aldı...
Hemen ardından da medyada...
Yandaş medya, yeni patronlar, yeni gazeteler, yeni yayın çizgileri derken bu “değişim umudu” duvara tosladı...
Bu da AKP’nin ikinci seçim yenilgisidir.
Yeri gelmişken TGC’nin mevcut yönetiminin bu seçimden gerekli dersi çıkaracağını umuyorum.
Atıl ve eski tip yapılanmaya son verip daha aktif, daha dinamik bir gazeteci örgütü olarak çalışmasını umuyorum.
Bu seçim onlar için de bir uyanış olur umarım.
Oray Eğin / Akşam
***
Oh bir de Subay şehit oldu(!)
“Bugün maalesef Türkiye’de basının bir bölümü, çok açık söylüyorum,
İstiklal Savaşı’ndaki mütareke basınını dahi aratacak seviyede. Ben inanıyorum ki, mütareke basını dahi bu kadar hain, bu kadar önyargılı değildi.” Bu sözler Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’a ait ve aynen katılıyorum. Bir ülkede eleştirilmeyecek kişi ve kurum yoktur, olamaz. Silahlı Kuvvetler dahil... Ama eleştiri başka şeydir, yıkıcılık, saldırı, hainlik başka şeydir. Hiç kimse bir gazeteciyi Silahlı Kuvvetler’den yana olmaya zorlayamaz. Ama Silahlı Kuvvetler’in düşmanı olmak da gazetecilik değildir.
Vurun abalıya
Evet, Kurtuluş Savaşı öncesinde de sırasında da Türk ordusunun savaşmayacağını söyleyenler, savaşmaması gerektiğini savunanlar, bir savaş vermek yerine büyük bir ülkenin mandası altına girmek gerektiğini öne sürenler vardı. Ancak, onların belki de hiçbiri, Türk ordusunun uğradığı bir saldırı karşısında “Oh olsun” naraları atmıyor, akla hayale, ipe sapa gelmeyen suçlamalarda bulunmuyordu. Bilerek eleştirseler ne gam... Ama TSK’ya, “Tam zamanıdır, vurun abalıya” zihniyetiyle yüklenmek, işte bunun kabul edilebilir tarafı yok. Üstelik, önde bir terör örgütü görünse de arkasındaki büyük güçlere karşı direnirken...
‘Avcı taburları’ özlemi
Her şehit için milyonlar kan ağlarken, kimilerinin şehit ayrımı yapmasını nasıl açıklamalı? “Neden subaylar şehit olmuyor?” diye güya hince bir soru sorduktan birkaç saat sonra gelen bir teğmenin şehit olduğu haberi de mi yüzlerini kızartmıyor. Yoksa “Oh oh, bir de subay şehit oldu” diye mi geçiyor içlerinden bu arkadaşların?
Yoksa, halkın Silahlı Kuvvetleri’ne güvenini sarsmak için ellerine fırsat geçtiğini mi hesaplıyorlar? Yoksa?.. Yoksa, dilim varmıyor ama, askerin içine nifak sokmak, “avcı taburları” özlemini mi dile getirmek istiyorlar?
Yazık. Gerçekten çok yazık. “Mütareke basını”nı bile aratıyor kimileri...
Hikmet Bila / Vatan
***
‘En’ler yarışıyor
Pamuk Prenses, Süpermen ve Pinokyo, şenlik alanında dolaşıyorlarmış. Bir çadırda “En’ler Yarışması” duyurusunu görmüşler. Katılmaya karar vermişler. Çadıra ilk önce Pamuk Prenses girmiş. Çok geçmeden de şen şakrak çıkmış:
“Evet, yine ben en güzel seçildim.”
Süpermen de çadırdan heyecanla çıkmış. “Beklediğim gibi” demiş, “Durumda bir değişiklik yok. En güçlü ben seçildim.”
Sıra Pinokyo’daymış. Çadırın kapısında göründüğünde, diğerlerinin tersine suratı sirke satıyor, kendi kendine söyleniyormuş: “Kim ya bu Tayyip, kim ya bu Tayyip?”
Işık Kansu / Cumhuriyet
***
Bir senaryo karaysa diğeri ondan kara
Geçen perşembe Vatan’da Okay Gönensin’in “En kara senaryo” başlıklı bir yazısını okudum.
Senaryo özetle şöyleydi: Anayasa Mahkemesi AKP’nin değişiklik paketini iptal ediyor; ardından Başsavcı’nın açtığı dava sonucu AKP kapatılıyor; hükümet düşüyor; bir CHP-MHP azınlık hükümeti kuruluyor ve ülke bu hükümet altında seçime gidiyor...
Senaryo finalde çatallaşıyordu: Seçmen “iktidarı teslim etmezler” diye AKP’nin devamcısından oyunu esirgeyecek ya da tam tersi AKP’yi kapatanları cezalandırmak için yeni AKP’ye yüzde 47’nin üzerinde oy verecekti...
Gönensin’den 23 gün önce Hasan Cemal benzer bir senaryoya “Sivil darbe, rejim içi darbe vesaire...” başlıklı yazısında yer vermiş, ancak medyadaki çeşitli derecelerden AKP yandaşları Gönensin’in yazısına gösterdikleri büyük ilgiyi her nedense Hasan Cemal’den esirgemişlerdi.
Senaryoyu AKP’nin “medya networkü” ne mensup olmayan, “çevrimdışı” bir yazar gündeme getirirse, bunun vahamet etkisi artar tabii. Ya da Gönensin’inki onlar için daha faydalı bir konjonktüre denk gelmişti; bilemeyiz artık...
Ben “en kara senaryo başarılı olur mu, olmaz mı” diye tartışarak kendimi AKP senaryosunun istifadesine sunacak değilim.
Malum, senaryolar muhtelif... Biri karaysa, diğeri ondan kara...
Bir taraf kendi sınırsız iktidar senaryosunu anayasa değişikliğini araçsallaştırarak uyguluyor... Öteki tarafın senaryosu da gerekirse iktidar partisinin kapatılmasını içeriyor...
Her iki senaryo da Türkiye’yi krizlere sürükleyecek, demokrasiden uzaklaştıracaktır. Her iki senaryo da iğretidir.
Kadri Gürsel / Milliyet
***
MİNİ YORUM
Ey özgürlük...
Kürsüye çıkan kimi milletvekilleri “Basın Özgürlüğü Günü”nü kutlayınca gülesim geldi... Yazdıkları yazılar, savundukları en hazini “Türkçü” fikirler dolayısıyla; gazeteci, akademisyen, doktor, mühendis birçok aydınının “tabutluk”lara atılışının yıldönümünde, “özgürlük” kutlaması pek yakıştı, pek...