Eşkiyalığın hazır kıtası!..
"Basın" sektörünün adı "medya"ya dönüşünce, yalnızca yandaşlaşma başlamadı, aynı zamanda yozlaşma hakim oldu, özgürlükler kısıtlandı, yandaş kalemşörler algı operasyonlarının figüranlarına dönüştü ve iktidar yalakalığı medya sayfalarından- ekranlarından balçık gibi akmaya başladı...
Peki; medya bozulur da gazeteciliği layıkıyla yapmaya çalışanlar memlekette rahatça kalem oynatabilir mi?..
Ne yazık ki Türkiye bu konuda da, kirli bir çelişkinin ikileminde ayakta durmaya çalışırken, gazetecileri zapturap altına almak isteyen karanlık odaklar da boş durmuyor...
İşte bağımsız medya bir taraftan yandaşların kendi meslektaşları üzerindeki taarruzları ile boğuşurken diğer yandan da eşkiyalığın hazır kıtalarının kurban olabiliyor... Hem de Ankara'nın göbeğinde, karanlık pusular kurularak!..
Yeniçağ'ın değerli yazarı Yavuz Selim Demirağ işte başkentin ortasında, böylesine sinsi bir tezgahın kurbanı oldu...
Türkiyem TV'de, belediyelerdeki yolsuzlukların tartışıldığı bir programın hemen ardından evinin önünde, bir eşkiya grubunun saldırısına uğrayan Demirağ ağır yaralandı...
Polis 6 saldırganı tespit etmiş, gözaltına almış ama asıl mesele bu değil... Saldırı kadar vahim bir "organizasyon" var ki, Türkiye'de gazeteciliği ahlaklı yapmaya çalışan insanların nasıl kolaylıkla tehdit ve baskı altında tutulduğunu, bu konuda nasıl "çeteler" oluşturulduğunun da kanıtı...
Ne kadar şaşırtıcı değil mi; demek ki AKP'lilerin, belediyelerin ve rantiyenin aleyhine konuşmaların yapıldığı televizyonların önünde artık sahte plakalı minibüslerde, ellerinde sopalarla ve belki de silahlarla, hazır "eşkiya kıtaları" bekletiliyor!!!
Baksanıza; saldırganlar - nasıl hızlıca ve kolaylıkla (!) organize olabilmişlerse - Demirağ'ı televizyon binasından evinin önüne kadar pervasızca takip edebiliyor ve alçakça saldırabiliyorlar!!!
Demirağ'ı kim hedef yaptı?..
Sormak lazım, Türkiye'de artık televizyonların önünde "hazır kıta" eşkiya grupları mı bekletiliyor?..
Bunlar, hükümetin ya da belediye başkanlarının aleyhine konuşan gazetecileri- yazarları susturmak için karanlık odaklardan aldıkları talimatlarla mı harekete geçiyor?..
Demirağ, geceyarısı bir gazeteciye saldırabilecek kadar "hızlıca organize" olan bir grup tarafından hedef alınabiliyorsa, bu iş 5-6 kişinin sıradan ve ani gelişen kabadaylığı olamaz herhalde!..
Türkiye; hükümet şakşakçılarının polis korumasında, bağımsız gazetecilerin ise eşkiya baskısında yaşadığı bir ülke haline gelmişse, yalnızca "basın özgürlüğü" sorgulanmaz, devletin varlığı da milletin kafasında karanlık bir soru haline gelir...
İçişleri Bakanlığı, olayın bu yönüne de bakmalı, televizyonların önünde sahte plakalı minibüslerde, saldırı kıtaları mı bekletiliyor sorusunun yanıtını aramalı?..
En önemlisi de bu hazır kıtaları kim oluşturdu, Demirağ'ı "kim" ya da kimler hedef yaptı ve asıl amaç neydi, bunların acilen ortaya çıkarılması gerekiyor...
Arkadaşımız Yavuz Selim Demirağ'a bir kez daha geçmiş olsun dileklerimizi iletirken; Yeniçağ'ın, bağımsız- yurtsever yazarların ve mesleğini kirlenmeden - kalemini satmadan yapan gazetecilerin susmayacağını da haykırıyoruz...
200 milyon yıl sonra!..
Doğanın insandan başka düşmanı yok!.. Kendi ayağına kurşun sıkmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor insanlık...
Beslendiği tarım alanlarını, yararlandığı denizleri, nefes aldığı ormanları kirletmek- tahrip etmek- katletmek için hiç acımıyor, hiçbir fırsatı kaçırmıyor insanlık...
Velhasıl, Türkiye gibi ülkelerde, başta ormanlar olmak üzere, doğaya taarruz etmek neredeyse bir gelenek haline getirildi...
Hele de İstanbul ve çevresinde neredeyse tahrip edilmemiş orman kalmadı...
İşte bu tahribatın en büyük nedenlerinden biri olan Kuzey Marmara Otoyolu'nun yolaçtığı yıkımlar ne yazık devam ediyor, durmuyor, durmayacak gibi görünüyor...
Son örnek yalnızca dehşet verici değil, aynı zamanda tarihin geçmişine ağır bir saldırı olduğu için de utanç verici...
Çünkü tarihin eski çağlarından itibaren oluşmuş bir vadide bile, acımasız kıyımlar doğaya yıkım getirmeye çalışıyor!..
İşte Kuzey Marmara Otoyolu'nun, Kocaeli'nin Gebze ilçesindeki Ballıkayalar Tabiat Parkı'nın bulunduğu sahadan geçebilmesi için 17 binden fazla ağaç kesilecekmiş...
Yani; Tavşanlı köyünde bulunan 1. derece doğal SİT alanı olan Ballıkayalar'da kısa süre sonra tarihin çok eski çağlarından itibaren oluşan doğa varlığı tamamen kaybolacak...
İstanbul'a yakın olduğu için çevrecilerin akınına uğrayan ve Ballıkaya deresinin geçtiği kanyonda doğa yürüyüşlerinin yapıldığı orman, ağaç katliamının ardından özelliklerini de yitirmeye başlayacak...
Çevre Mühendisleri Odası Kocaeli Şubesi eski Başkanı Sait Ağdacı, Ballıkayalar'ın doğa yürüyüşü, kampçılık ve birçok aktiviteye uygun olduğunu belirterek şunları söylemiş;
"Ballıkayalar 200 milyon yılda oluşmuş bir kanyona ve onun devamında da göletlere sahip bir yer. Yol geçerken orada yapılacak olan çalışmalardan dolayı park zaten elden gidecek. Toz çıkacak, toprak çıkacak oradaki köyler, tarihi güzellikler zarar görecek. Parkın içerisinde yaşayan ve nesli tükenme tehlikesinde olan kuş türleri tamamen yok olacak."
Peki; çevreciler, 5-10 yıl önce değil, tam 200 bin yıl önce oluşmuş bir doğa harikası parkta yaşanacak katliama karşı neden suskunlar acaba?..
Park yok olduğunda, dereler kuruduğunda, kuşlar sustuğunda mı sesleri çıkacak doğaseverlerin?..