ESKİ SOSYALİSTLER KIRMIZI HALILARLA KARŞILADI...
Hoşgeldin Gladio
Ümraniye Soruşturması ile ‘darbecilerin’ değil Amerika’ya karşı ’alternatif ittifak’ arayışına
girenlerin tasfiye edildiğini yazan liberallerin itirafı: Ulusalcılığa karşı, yaşasın emperyalizm!
Ümraniye Soruşturması’nda gözaltına alınan ordu mensuplarının ‘misyonları’ tartışılırken, medyanın farklı ideolojik çizgilere sahip yorumcuları şu noktaya gelmişti: “Operasyonlar ’Amerikan karşıtları’na dönük olarak yürütülüyor” .
Bu itiraf, bundan sonra yapılacak tahlillerin ’darbecilerle mücadele’ zemininden kaymasına neden olacak. Çünkü hukukta bir suçu (darbeye teşebbüs) ’Amerikan güdümünde olursa legal’, ’Rusya veya bir başka güç güdümünde olursa illegal’ sayacak bir yasa yok. Ha ‘Ergenekon’u icad edenler’ böyle bir keşif çalışması yürütüyorsa başka.
Mevcut halde ‘Amerikan karşıtlarını sindirmek üzere yürütülen psikolojik harp’, ‘hukukun siyasallaşması’ ve elbette ‘darbeler’ suç kapsamına alınmıyor gibi görünüyor. Dün de altını çizdiğimiz gibi darbe yapanlar korumalarla sayfiye keyfi yaparken, ‘darbe yapma ihtimali olduğu iddia edilenler’e dönük, sürek avını andıran bir girişim başlatılıyor.
CIA orduyu ikiye bölüyor
İlhan Selçuk ’TSK’nın her dönemde Amerika ile uyumlu çalıştığını’ yazdığında, bu ’bilinen gerçek’ yeterince tekrarlanmadığı için, medya-siyaset-sivil toplum-dış odaklar ekseninde yürütülen karalama kampanyasının TSK’ya karşı mı, yoksa TSK içinde belli bir misyona karşı mı yapıldığının muallakta kaldığını savunmuştuk.
Selçuk dünkü yazısında İhsan Dağı’nın “Rusçu darbeye izin verilmez” tespiti ve ’iki CIA ajanı enişte ve iki Amerikalı polis yazar’ı sayesinde ’istihbaratı sağlam olan Taraf’ın yazarı Yasemin Çongar’ın ’Amerika’nın 1920’lerin zihniyetine sahip TSK mensuplarından duyduğu rahatsızlığı’ dile getirmesi ile projenin apaçık ortaya çıktığını yazdı.
Dağı ve Çongar “Bütün bunlar operasyonda ABD-NATO parmağı olduğu anlamına gelmez” derken, Selçuk “Ergenekon tertibinde Savcı Zekeriya Öz’ün küçücük bir ’figür’ olduğunu”, iki yazıda da yapılan “Ergenekoncular-karşıtları” ayrımının CIA koktuğunu yazdı. Selçuk’un “zıt fikirde olup Amerika’ya dehalet etmiş kesimin tanıklarına” dayanarak sorduğu soru şu: “CIA Türk ordusunu ikiye bölmeye mi hazırlanıyor? ABD Ergenekon’u bu amaçla mı tezgâhladı?..”
Enis Berberoğlu’nun gündeme getirdiği ’Ergenekon Amerikan Barışı’nın parçasıdır’ tezi, bu sorunun cevaplandırılmasına katkı sağlayabilir.
Cunta hiyerarşisi bozulmuş
Zaman’dan Şahin Alpay da Dağı ve Çongar gibi, Ergenekon’un ’darbecilerin değil ulusalcıların tasfiyesi’ olduğunu şu cümlelerle itiraf ediyor: “Ergenekon, 9 Mart 1971’de başarısız kalan asker-sivil cuntaya benziyordu, ama çok daha tehlikeliydi. Çünkü medyadan sivil toplum kuruluşlarına ve siyasi partilere kadar uzanan, ”ulusalcı“ Batı düşmanı ve faşizan bir kitle seferberliğini başlattı.”
Alpay “ TSK komuta kademesi, siyasete müdahale yetkisini kendinde görüyor, ama ordunun hiyerarşisini bozan cuntalara hep karşı oldu” derken tam olarak ne anlatmaya çalışıyor?
Cunta hiyeraraşisinin en tepesinde kim var?
Bazen düzen tersine dönüyor ve ‘iki doğru bir yanlışı götürebiliyor’ demek ki. Zaman’daki köşesinde, önce 5 Ağustos 1980’de MHP Genel Merkezi ve 25 Ağustos 1980’de, Kızılay’da Ziraat Mühendisleri Birliği’ne düzenlenen saldırıları, sonra da İstanbul Üniversitesi’nde yedi solcu gencin hayatını kaybettiği 16 Mart katliamını hatırlatan Mümtaz’er Türköne, 1980 öncesinin iki zıt kutbu arasındaki uçurumu daha da derinleştiren, ‘Bizim Çocuklar’ın darbesine ise APS ile davetiye yollayan olayların, ne sağcılar ne de solcular tarafından gerçekleştirilmediğini yazdı.
Bir karar ver Mümtaz’er
Üç olayın da ’son derece profesyonelce’ olmasına, hepsinin dosyasının “faili meçhul” olarak kapanmasına, güpegündüz polislerin gözleri önünde gerçekleşmesine rağmen küçük ipuçları bile bulunamamasına dikkat çeken Türköne’nin işaret ettiği fail belliydi: Dün Rıza Zelyut’un kısa tarihçesini yazdı Amerikancı Gladio!
Bu saldırılarda ölen ülkücü gençleri kullanarak, “Bu hesap bir kan hesabı” satırlarıyla duygu sömürüsü ve kışkırtmaya başvuran Türköne, nasıl oluyor da bir yandan 12 Eylül öncesinde yaşananlarla 12 Eylül’ü yapanlar arasındaki ilişkiyi hatırlatıp “Katiller yargılanmalı ve adalet yerini bulmalı” derken, diğer yandan da bu katillere ’doknulmayan’ soruşturma sürecinin “bir hukuk devletinde olması gereken şekilde ilerlediğini” savunabiliyor?
++++++
Hey gidi günler hey!..
Ümraniye soruşturmasının TSK içindeki Amerikancı Gladio’ya karşı Rusçuların tasfiyesi olduğunu destekleyen en ilginç isim kuşkusuz Mehmet Altan oldu. Eski TİP’li, 300’den fazla davada yargılanan komünist yazar Çetin Altan’ın oğlu Mehmet Altan “kurulduğunda Sovyet’lere karşı en vurucu ölüm makinesi, Soğuk Savaş’ın en keskin kılıcı” olan NATO’nun günümüzdeki temel hedefinin ’demokrasiyi korumak’ olduğunu yazdı.
Merkezi Washington olan dünyanın en büyük askeri ittifakının, mesela İncirlik’i kullanarak Irak’a getirdiği demokrasiyi savunan Altan, merkezi Ankara olan TSK’nın herhangi bir küresel diktatorlüğe teslim olmak yerine, Tuncer Kılınç’ın ifadesiyle “Çin, Rusya, İran ve Suriye ile ittifak kurarak Batı hegemonyasından ve sömürgesinden kurtulması, bütün güç odaklarıyla ittifak esnekliğine sahip olabilmesi”ni darbe ile bertarafı hak eden bir tavır sayıyor. Şu satırları okuyun: “Ergenekon Terör Örgütü sadece içeride bir darbe girişimi değil. Türkiye’yi ’Batı’daki demokrasi ittifakından’ koparma girişimi.. AB, kimlik değiştiren NATO’ya karşı beliren ani alerji bundan. Şimdi, anlaşılan, içerde ve dışarıda, hedef alınan irade harekete geçti... Halk iradesi, demokrasi ve batı medeniyeti koalisyonu Ergenekon’u ortaklaşa teşrih masasına yatırmak istiyor. NATO askeriye üzerinden tekrar geri dönüyor denilebilir. Hükümet bu hayırlı süreci kazasız belasız yürütüp köklü bir değişime taşımak istiyor ise, var gücüyle AB sürecine bastırmalı... ”
Nasıldı türkü: “Bilmem söylesem mi? Söylemesem mi?” ama; Hey gibi Türkiye’nin tam bağımsız olduğuna inanmadığı için Dolmabahçe’de Türk bayrağı yarıya indirip, Amerikan askerlerinin suratına “6. Filo defol diye“ bağıranlar hey!
++++++
Gazeteciler muhbir vatandaş rolünde mi?
Fehmi Koru temmuzda İlhan Selçuk’un adını yazıyor, üç gün sonra İlhan Selçuk gözaltına alınıyor. Postmodern jurnalleme, nasıl oluyor da yüzde yüz isabet kaydediyor?
Adına Ergenekon denilen soruşturma ve dava çerçevesinde, medyanın bir kesimi ve bazı yazarlar yine hem muhbir, hem savcı, hem de yargıç görevini yüklendiler:
Bunlar önce, gözaltına alınacaklar listeleri yayımlıyor... Sonra bu listelere uygun gözaltılar gerçekleşince, derhal onları suçluyor ve mahkûm ediyorlar.
Oray Eğin 13 Ocak tarihinde Akşam’da bu yazarların kimliklerini, geçmişlerini ve bugünlerde yazdıklarının ortak noktalarını irdeliyor:
“Gazetelere servis edilmiş gibi duran bu ’ortak düşünceler’ medyadaki kimi isimleri Ergenekon’a bağlama amacı taşıyor. Bunun adı medyada cadı avı. Kimi insanlar hedef gösteriliyor, birileri fişleniyor, birilerinin kapısına çarpı atılıyor. Oysa bunu yazanlar adeta bir alternatif örgütün mensubu olduklarına dair el kaldırıp ’Burada!’diyorlar. Bu isimlerin neye hizmet ettiği, nereden emir aldıkları, nasıl oluyor da ’tesadüfen’aynı düşünceleri aynı anda söyledikleri üzerinde durulmalı.”
Yalçın Doğan da Hürriyet’te şunları soruyor:
“Bazı gazeteciler muhbir vatandaş rolünde mi? Kimin, ne zaman gözaltına alınacağını nereden biliyorlar?
Örneğin Fehmi Koru temmuzda İlhan Selçuk’un adını yazıyor, üç gün sonra İlhan Selçuk gözaltına alınıyor. Şimdi, yine muhbir vatandaş ya da polisçilik oynayan gazeteciler, meslek ahlak ilkelerini çiğnemiyor mu? Bu malum gazetecilerle siyasal iktidar ve polis arasında ne gibi ilişkiler var? Postmodern jurnalleme, nasıl oluyor da yüzde yüz isabet kaydediyor? Postmodern darbenin yerini şimdi postmodern jurnalleme mi alıyor?Jurnalde bulunan, sözüm ona, gazeteciler hiç mi utanmıyor? Utanmazlığın karşılığında bu sefiller siyasi iktidardan ne sağlıyor? İdeolojik kaynaşma daha mı pekişiyor, ucu açık çıkar zinciri mi? Yoksa ikisi birden mi?”
* Emre Kongar / Cumhuriyet
++++++
GÜNÜN SÖZÜ
Erdoğan, Ergenekon dalgaları için, “Bunlar daha işin başı” demiş.Devamını da bildiklerine göre “bağımsız yargı”yla koordineli çalışıyorlar demektir...
* Haldun Ertem
++++++
Mutluluk gözyaşları mı?
Emine Hanım ağladı..
Ertesi gün Başbakan ağladı...
Cumhurbaşkanı bugün yarın ağlamak için uygun yer arıyordur, ben biliyorum...
Türkiye ABD ve İsrail ile Büyük Ortadoğu Projesi’nin ortağıdır.
Başbakan Tayyip Erdoğan, BOP’un eşbaşkanı olduğunu mutlulukla kaç kez söyledi. İsrail’in Gazze’ye egemen olması ise BOP’un bir parçası...
Ondan sonra sen otur ağla...
* Bekir Coşkun/Hürriyet
++++++
VİZYONDAKİLER
Ertuğrul 3.5
Ertuğrul Özkök “kendine demokrat, liberal demeye utanmayan faşist linç mangası”ndan korktuğu için serbestçe yazamıyormuş... Ne Filistin’e gösterilen poltik tepkiyi... Ne Ümraniye Soruşturmasını... Ne başka bir şeyi... Oysa ne güzel günlerdi değil mi Ertuğrul; AB yoluna tam gaz verdiğin günlerde, bayrak, bölünmezlik, egemenlik diyenleri ‘marjinaller, faşistler, ırkçılar’, kafatasçılar’ diye etiketlemek. Ne güzeldi değil mi ulusalcığı bir terör eylemiymiş gibi öcüleştirmek...
Ne oldu? Şimdi gördün mü faşizmi?
++++++
MİNİ YORUM
Bağımsız hukukta çifte standart
İki gündür yazıyoruz; darbesi bile çifte standarta tabi bir ülkeye dönüştürüldük... Çünkü egemenliğimize “1920’lerin zihniyeti ile” sahip çıkamıyoruz.
Yargıtay AKP’nın yasadışı faaliyet yürütüp yürütmediği izlemek üzere Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Sevimli’yi görevlendirdi. Vay efendim nasıl ‘YARSAV’cı savcıyı atarlarmış. Kızılca kıyamet koptu. Aylardır birileri de ‘bu savcıyla, şu hakimle olmaz’ diye bağırıyor biryerlerde. Eğe hukuk o insanlar için bağımsızlığına güvenilmesi gereken bir krum ise, iktidarı elinde tutanlar için neden olamıyor?