Eski İstanbul Ramazanları

Neyzen Tevfik'i bir gün fena halde döverler. Öyle hale gelir ki, evinin yolunu zor bulur. Sonra da oturur şu dizeleri kaleme alır:

"İnsaf kalmamış benî ademde

Dün gece anamı hallettiler Acıbadem'de"

NOT: Hemen buraya bir not düşeyim. Bazı konuları motomot yazmak alışkanlığım bulunmuyor. "Bu satırlar böyle değil, şöyle" diyenler zahmet etmesinler.

Neyzen'in pataklanma sebebi "oruç yemesidir."

Eski İstanbul'da dinî vecibelere dikkat edilirdi. Oruç tutanlara saygı gösterilirdi. Şimdi öyle mi? Cuma günü saat 15.00 sıralarında Sayısal bayisine gittim. Her zaman olduğu gibi tüm oyunlardan küçük küçük oynadım. Bu sefer fazladan bir Millî Piyango bileti de aldım.

Önemli olan

Esas üstünde durmak istediğim konu başka. 30 metre arayla esnaf lokantaları var. İkisi de de kapalı. Camlarına yazı iliştirilmiş; "Mübarek ramazan dolayısıyla bir ay kapalıyız." Bu güzel taraf. Bir de rahatsızlık yaratan durum mevcut. Kaldırıma tabureler atılmış. Tamamı dolu. Oturanların bir elinde sigara, diğerinde çay bardağı. Mübarekler bu işi gizli yapsalar ya...

Doğrusu sigara ve içkiyi yıllar önce terk etmiş biriyim. Yine de bu manzaradan rahatsızlık duydum.

Anılar

İlk gençliğimden hatırladığım Balıkpazarı'ndaki "koltuk meyhaneleri" bile kapalı olurdu. Şimdiki duruma bakıyoruz, koskoca adamlar hiçbir kutsala saygı göstermiyor.

Yok olan Direklerarası

Lise yıllarımda, Şehzadebaşı'ndaki eğlence yerleri perdeyi indirmek üzereydi. Daha sonra bunların yerini belediyelerin Karagöz ve Orta Oyunları aldı. Şimdi imkânım olsa, eski alışkanlıklarımı sürdürmek isterim. "Hepinize gideceğim" derdim. Oysa yerlerinde artık yeller esiyor.

Dümbüllü dönemi

Balat'la Fener'in arasındaki Çiçek sinemasındaki Ramazan eğlencelerini hatırlıyorum. En önemli isimler, Dümbüllü İsmail, Karagöz ve Hacivat'lı hayal dünyası canlandırıcıları idi. Kimi toprak oldu kimi arşive kaldırıldı. Tıpkı diğer değerlerimiz gibi.

Seyyarlar

Nerede bir sokak lambasının altına ayaklı tezgâhını kuranlar. Genelde muhallebi satarlardı. Beyazlar giymiş nur yüzlü ihtiyarlar. Nerede geniş bol cepli ceketinin dört bir yanına doldurduğu içecekleri satmaya çalışan Arnavutlar.

"Gökte melek, yerde de bulut. Goy, goy, goy canım" diye bağırarak kapı kapı dolaşan goygoycular nereye gittiler? Şimdi aklımıza gelmeyen pek çok geçmiş figürü, sanki bir masalın içine girip kayboldular. Bunlar dünün İstanbul'undaydı. Tıpkı peri öyküsü gibiydiler.

Albümlerde kaldı

Bilmem evlerinizde eski fotoğrafların toplandığı albümler var mı? Bunlara bakıp, hüzünlenenler ise mutlaka 70'ini devirmiş olanlar. Yani o albümler kaybolan bir şehrin anı defterleridir.

Tanrı ile

Bektaşi inkârcı değildir. Çünkü Tanrıdan korkar. Ancak ödü de kopmaz. Kaçamak yapar, fakat saygıda kusur etmez. Aklına takılan çetrefilli şeyleri sormaktan da çekinmez.

...

Devenin biri yanlışlıkla camiye girmiş kandilleri kırmış. Ortalığı batırmış.

Kayyum, deveyi çıkardıktan sonra sopayla fena dövmeye başlamış. Bektaşi buna müdahale etmiş; "Kayyum Efendi oğlum, dövme. Ne olacak hayvan işte. Cahilliğinden girmiştir. Bak ben giriyor muyum?"

Softaların kuzu partisi

Bir yaz günü softalar, irmik helvası yapıp, kuzu çevirmeye gitmişler. Güneşin altında nöbetleşe çeviriyorlar. Çevirmeye başlayan kan ter içinde kalıyor. Son nöbet Bektaşi'de. O da bunalmış küfrü basmış:

-Ben böyle kuzunun içine ederim.

Softalar çok kızmış. Kuzu mekruh oldu diye yememişler. Ama bizim Bektaşi iştah ile yemeğe girişmiş. Biraz vakit geçince softalar çaresiz kalıp hiç olmazsa irmik helvasını yiyelim demişler. Ama Bektaşi öteden seslenmiş:

-Ben o helvanın da...

Bu fıkranın hoş tarafı fıkra dinlemesini bilmeyenlerin; "helvayı da yememişler mi?" diye sormalarıdır.

Kayda geçmek

Dinde kendine yontmak diye bir şey vardır. Karadeniz'in bir köyünde hoca vaazı şöyle bitiriyor:

- Bu dünyada zinhar, kayda geçmeyen sevap ve günahınız olduğunu sanmayın. Görmezsiniz ama sağ omuzumuzda bir melek vardır, sevaplarımızı yazar. Sol omuzumuzda da bir melek vardır, günahlarımızı yazar. Namaz biterken önce sağa, sonra sola onlara selam vermeyi zinhar unutmayın.

Bunu aklına yerleştiren Temel, gece evinde yatsı namazını tamamladıktan sonra önce sağa selam veriyor.

-Esselaaamunaleyküm ve rahmetullaaah.

Sonra sola:

- Hassstır ulan!

Yazarın Diğer Yazıları