Eski gerilla "eşiği" aştı
Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir. AB’ye verdiği taahhütleri yerine getirerek TSK’yı dört bir yandan kuşatan zihniyetin ’demokratik eşiği’ aştığını söyleyen Çandar’ın ağzına sağlık
Cengiz Çandar’a göre, “Türkiye geçen hafta demokratik modern bir devlet eşiği”ni aşmış.
Bunun en çarpıcı göstergesi “Genelkurmay Başkanı’nın 36 generalli basın toplantısından birkaç saat sonra Ergenekon savcısının, ismi üzerinde onca gündür tartışılan Deniz Albayı’nı ve onunla birlikte 8 albayı daha İstanbul’da ifade vermeye davet etmesi”ymiş...
Eşik atlatmak
“Eşiği” aştıran diğer hamleler de “Genelkurmay Başkanı’nın 36 generalli basın toplantısının yapılmasının gecesi, TBMM’nin ‘askerlerin sivil yargıda yargılanması’nı öngören bir yasa değişikliğini gerçekleştirmesi” ve “yasa değişikliğinin, anında Avrupa Birliği tarafından demokratikleşme ve Türkiye’nin AB hedefleri bakımından ‘olmazsa olmaz’ bir gelişme, bir ‘olumlu adım’ olarak selamlanması”ymış.
Tribünlerde epeydir görmüyorduk böyle selamlamalar:
Hasta la vista şeker!
Kendisi gerillalık günderini tarihe gömdükten sonra sarı yaldızlı yıldızlı bir ambalaja sarılı Karen Fogg şekerine dönüştü ya o bakımdan...
Naneli draje
O sarp coğrafyalara, sert iklimlere, zor şartlara direnmek üzere eğitilen vücut birden gevşedi, bon bon draje kıvamını aldı.
Yine de fazla kaçırınca acı bir tat bırakıyor ağızda.
Şu Mehmet Altan’ın dünkü köşesinden esinlenerek yazıldığı çok belli “Tam zamanı, tam zamanı şimdi, Cumhurbaşkanı intikam zamanı haydiiiiii” tezahüratı mesela:
“Şunun şurasında iki yıl önce seçildiği vakit, şimdi ‘hukuk süreci’ açısından ondan medet umar gözüken generaller, onun yemin törenini boykot etmişlerdi. Abdullah Gül’ün generaller nezdinde de ‘meşruiyet’ kazanması, askerin ‘meşruiyet çizgisi’ne ‘geri çekilmesi’nin de işaretidir.”
Nasıl naneli çıktı değil mi?
Statüko zaptiyeleri
Çandar’ın “eşiğin geçildiğine” inanmasını asıl sağlayanlar “medyadaki statüko zaptiyelerinin köşelerine sinen depresif ruh hali” olmuş.
Biz de benzer bir kaynaktan yararlardık. Medyadaki faşolibo zaptiyelerinin köşelerine sinen itirafçı ruh halini irdeledik.
Kaynağı yalan haber olan düzenlemeler, tepkiler, oluşumların meşruiyetleri tartışmalıdır. Psikolojik bir harekatın gölgesinde kalan toplumlarda demokrasiden bahsedilemez. Aydınların mekbuz karşılığı “katıksız Türk görüşü karşıtı” yazılarla toplu halüsinasyon yaratmaya çalıştığı, iktidarın “karabasan” lardan etkilenip ruhsal açıdan sıkıntılı bir dönemden geçtiği bir ülkede “demokratik eşik” aşılmış ve geçen gün uzun uzun bahsettiğimiz “poliarşi”nin sınırlarına girilmiş demektir...
+++
Parti içi AKpokrasi
AKP’nin Ankara il kongresi iki gün kala 19 Temmuz’a ertelendi. Sebep mi? Tayyip Erdoğan’ın birden fazla adayın yarışacağı kongre istememesi... Genel Merkez’in de yaptığı onca görüşmeye rağmen aday sayısını bire indirememesi... İstemediği mevcut İl Başkanı Halis Bilge’den, “Aday olmayacağı” sözünü alamaması.
Benzer durum Uşak’ta da yaşanıyor. Orada da bir isim üzerinde anlaşma sağlanamadığı için kongre ikinci kez ertelendi.
Bir parti ki, ülkeye AB standartlarında demokrasi getireceğini vaat ediyor... Ama demokrasinin olmazsa olmazlarından parti içi demokrasiyi uygulamıyor. Yanından bile geçmiyor. Üyelerinin özgürce aday olup kendi aralarında demokratik rekabete girmelerine izin vermiyor. Delegelerine: “Adayınızı ben seçeyim, siz de benim seçtiğim adaya oy verin, olsun bitsin” diyor.
Bunun adı demokrasi... Bu parti de demokrat oluyor!
İnsan sormadan edemiyor...
AKP’yi bu demokrasi katakullisine TSK mı zorluyor?
Hani asker vesayeti ortadan kalkınca rejimin bütün kurumlarıyla yerine yerleşeceği, demokrasinin önündeki engellerin temizleneceği söyleniyor ya...
AKP o yüzden demokrasi adına korumaya alınıyor ya...
Engeller temizlenince AKP’nin uygulayacağı demokrasi bu mu?
Sözde darbe girişimlerine karşı verilen savaş, demokrasi adı verilen bu kutakullinin hayata geçirilmesi için mi?
Yoksa bu katakulliyi gözden kaçırmak için mi ülkede darbe tehlikesi varmış da AKP demokrasinin teminatıymış gibi davranılıyor?
Melih Aşık / Milliyet
+++
Beka Tehlikede!
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ “Beka tehlikededir” diyor.
Beka nedir?
Bekanın Milli Güvenlik Kurulu’nca tanımı belli:
“Bir devletin toprak bütünlüğünü, ahdi hukukunu ve anayasal düzenini iç ve dış tehditlere karşı koruması suretiyle hayatiyetini devam ettirmesidir.”
Açıkçası “devlet tehlikede” demek yani. Milli güvenlik anlamında “beka”, tehlike ve tehditin en üst ve son aşaması. Bu tehlikeye karşı koyma araçları, yine devletin milli güvenlik belgelerine göre, seferberliğe, askeri güç kullanmaya, hatta savaşa kadar gidiyor.
Türkiye, çok sancılı bir dönüm noktasında. TSK, milli güvenlik sistemini uygulama sorumluluğunu üstlenmiş olan Bakanlar Kurulu’nu ve Cumhurbaşkanı’nı, asimetrik psikolojik harekât yürütenlerin devletin bekasını tehdit ettiklerine inandırmaya çalışıyor!
Işık Kansu / Cumhuriyet
+++
“Maske” kurtulmuş
Ankara Gölbaşı’nda 11 dönümlük özel merkezde eğitiliyorlar. Bir yavru, 150 testten geçiyor; zeká, cesaret, karakter, koruma güdüsü, ikna kabiliyeti, soğukkanlılık filan... 2 aylıkken testlere başlıyor, 2 yaşında işbaşı, 9 yaşında emekli... Senede 700 köpek eğitime alınıyor, 400 tanesinden anca 1 tanesi bomba uzmanı olabiliyor. Sonra devamlı idman... Memur gibi ataması yapılıyor. Eğitmeniyle birlikte... Çünkü hep aynı kişiden emir alıyor. Tanesi kaba hesap 75 bin lira... Uyuşturucu bulan pati sallıyor, bomba bulan oracığa oturuyor.
Volkan, Konya’da çöken apartmandan bir kadını çıkardı. Reks’le Nick bomba arıyor, Sera’yla Dudy narkotiğe bakıyor İzmir’de... Has Sivas’ta, Marko Tunceli’de, Apaçi İzmit’te, Öncü Bursa’da, Pars Esenboğa’da, Çakal desen, başka yere tayin edilmediyse Atatürk Havalimanı’ndaydı en son... En kıdemlisi Cango, Habur’da... Türkiye’de ele geçirilen uyuşturucunun yüzde 15’ini onlar enseliyor... Rekor Jake’de, Mersin’de 402 kilo eroin, 80 bin hap yakaladı.
Anlatıyorum ki, tanıyın...
Hayvan değil onlar.
Kahraman.
Gerçi diyeceksiniz ki, insan kahramanlarımızın kıymetini bile bilmiyoruz, köpek kahramanlarımızın kıymetini mi bileceğiz?
Zaten böyle düşündüğümüz için, onlar burunlarıyla hayatlarımızı kurtarırken, bizim burnumuz boktan kurtulmuyor bir türlü.
Ve, zaten böyle düşündüğümüz için, minibüsün arkasında unuttular onları, havasızlıktan, sıcaktan, kalp krizi geçirerek öldü 5 tanesi...
Bu becerikli kahramanları, nasıl bir beceriksizlik sonucu öldürdükleri ortaya çıkmasın diye, silinsinler, unutulsunlar diye, yaktılar onları... Yok ettiler!
Anadolu Ajansı’nın Cem Garipoğlu’nu yakalamışçasına flaş flaş flaş diye geçtiği haber işte bu: “Emniyet yetkilileri medyayı yalanladı, öldü denilen Maske ölmedi...”
Peki ölenler hangileri?
Deisy mi, Şila mı, Beny mi?
Onlar önemli değil nasıl olsa...
Tanınmıyorlar, yak gitsin.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Tabu göçüĞünün altInda kaldılar
İlginç bir demokrasi anlayışları olduğu biliniyordu. O Taraf’ın demokrasisi hukuk ve hak ihlaline imkan veriyordu... Yargısız infaz yapmak serbestti... Sızdırılan belgeleri “sahte olup olmadığına aldırmadan yem olarak kullanmak” gazetecilik başarısıydı...
Demokrasiyle birlikte en sık kullandıkları sözcük “tabu”ydu.
Onlar özgürlükçüydü; “insan kendisini mutlu eden herşeyi yapabilmeliydi”, tabular yıkılmalı, sınırlar kalkmalıydı.
Dediklerine göre sado-mazoşisttiler...
Kadının makbulü az buçuk fahişe olandı onlara göre...
Ve bayılırdı “yaşlı kadınlara”... Sevmelere doyamazlardı....
Sonra film koptu sanki...
Hikayenin mecrası bambaşka bir yöne kaydı...
Eşcinsellikten, hayvanlarla sekse, ensestten, cinayete kadar her türlü sapık fikre “olur” diyen Genel Yayın Yönetmeni’nin gazetesinin; “Kevgir” gillerle arasında tuhaf bir çekim olan, gördüğü ilk delikten sızan bilgi ve belgelerin değişmez adresi, insanları “darbeci” diye yaftalayıveren, “yalancı”, “sahteci”, “kaçak” gibi ithamlara neden olabilecek çarşaf boyu haberlerin yazıcısı olan muhabiri, “üç satır”la hakkındaki bir “iddia”ya değindi diye bir köşe yazarına etmediği hakareti bırakmadı?
Adama adam demenin suç sayıldığı günde emekli bir öğretmen hanıma “Adam ol” diye çıkıştı.
‘Kürtler, solcular, aleviler, türbanlılar... Elele elele gelin çocuklar’ nağmelerinin sesi kısıldı ve “Başörtülü afet”i, “delikanlılığa” davet etti muhabir. “Aşiret çocuğuyum” diye racon kesti... Nihayetinde hanidir yıkmaya çalıştıkları tabulara tutundu:
“Aile”sinden bahsetti... “Kahramanlıkları”nı anlattı... “Milli Mücadeleci” olmalarıyla övündü... “Devlet”in kendilerini onurlandırmalarını gurur vesilesi yaptı... Kur’andan “Allah’ın lanetlediği kulları” üzerine hatırlatmalarda bulundu...
Bütün bunları yaparken o köşe yazarının “kendisini mutlu eden cümleleri yazma özgürlüğünü” kullandığı düşünülmedi...
Ve o Taraf’ta abidevi bir tabu yükseldi:
Benim gibi düşünmeyen, attığım yemi yutmayan, oltaya takılmayan, hele bir de bir “öğretmen” gibi parmağını sallayanlara yaşam hakkı tanınamaz! Söz konusu olan kişi hoşlanılası yaştaki bir kadın olsa bile!
Ne yazmıştı?
Albay Çiçek olayının, bu görülmemiş dibe vurmayı örtmesi için çıkartıldığı da söyleniyor. Bu arada söylenen bir şey daha var. Albay Çiçek hadisesini ortaya çıkaran muhabirin, soyadından hareketle ve “isim bilim”e dayanılarak, İbrani asıllı olduğu söyleniyor. İbrani asıllı olmak suç da değildir, günah da, elbet.
Afet Ilgaz / Milli Gazete
+++
MİNİ YORUM
Bu yem kime?
Taraf’ın ek istihdam alanı yarattığı “rejim bekçisi” şöyle yazmış:
“Dursun Çiçek’in tutuklanma kararının dayanağı telefon konuşmaları ortaya çıktığında “o kâğıt parçası”nın “belgeye” dönüştüğü görülünce bakın siz gümbürtüye...” Bu da “tepkileri tetiklemek” için ortaya attıkları yeni bir yem mi, yoksa “rejim bekçisi” telefon konuşmalarına savcı ve hakimlerden daha mı hakim durumda?