EŞİK BEKÇİLERİ
Fransa Meclisi’nin “soykırımı inkarı suç sayan” yasa teklifini kabul etmesini fırsat bilip, “Türklüğe hakareti suç sayan” 301. Madde’nin kaldırılması için harekete geçtiler.
Sarkozy’ye gerek yok ki; kulak verin “aydın havası”na, bakın ne çalıyor, ne söylüyor Fransa Meclisi “soykırımı inkarı suç sayan” yasa teklifini kabul ettiğinden beri.
***
Önce Cengiz Çandar sahne aldı. “Yeni Türkiye”de kendisine “zabıta” rütbesi vaat edilmiş de staj yapıyor gibiydi. Aldı eline kalemi, “ahlak testi”nden notumuzu verdi: “Fransa’dan üstün değilsiniz!”
Radikal’de yazdıkları şöyleydi: “Türkiye’deki davranış tarzının kendisi sorunlu. “Soykırım yoktur” üzerinden hareket ediyor. Olduğunu söylemek, TCK 301’in kapsamı içinde mütalaa ediliyor. Bu bakımdan, Türkiye’nin, dün Fransa’nın geldiği noktadan pek farkı yok ve Fransa’ya karşı bu nedenle bir ‘ahlaki üstünlüğü’ de bulunmuyor.”
***
Çandar’dır yakışır deyip geçicekken baktık ki vokal yapanlar var geriden. Mehmet Tezkan mikrofonu kaptığı gibi aynı nakaratı tekrar etmesin mi: “Fransa’nın yaptığına hayretle bakanlar, böyle bi suç nasıl olur diyenler 301. maddeyi unutuyor.. O madde yürürlükte.. Bakan’ın onayına bağlı ama yürürlükte.. Fransa’nın yaptığı saçmalığa kızarken, fırsat bu fırsat kendi bahçemizi temizlesek!”
***
Hadi “liberal” ayaklarına ona da şaşırmayalım da, ya bir gün evvel ekranda “soykırım diyenin yüzüne tükürürüm” diyen Fatih Altaylı’nın bu kadroya dahil olması! “Soykırım diyenin” arayıp da bulamadığı fırsatın zeminini yaptı: “Bu da Fransa’nın 301. maddesidir!”
Neymiş, “Hani Avrupa Birliği bize çok kızıyor ya “301. Madde” için ve diyor ya “Bu düşünce özgürlüğünü ortadan kaldıran bir maddedir.” Fransanın yaptığı da bunun aynısı”ymış.
Geçen dönem CHP’nin Genel Başkan Yardımcılığını da yapan Emekli Büyükelçi Onur Öymen’le konuştuk :
- Aynısı mı?
- Arada hiçbir benzerlik yok!
CHP’nin teklifi doğrultusunda 301. Madde’de yapılan değişikliği hatırlatıyor: “301. Madde “eleştiri”yi suç saymaz. Orada söz konusu olan hakarettir; Türklüğe hakaret!”
Doğru söze ne denir?
“Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılayan” kişilere verilecek cezayı düzenleyen 301. Madde içinde şöyle bir vurgu bulunuyor: “Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.”
Öymen soruyor: “ Fransa’da böyle bir hüküm var mı?”
Cevabını kendisi veriyor:
“Tam tersine Fransa tarihçilerin bile bu konuyu tartışmasına karşı çıkıyor. Bizde çok açık ve net bir şekilde eleştirinin suç sayılmayacağı söylenirken, Fransızlar tam tersi eleştiriyi de suç sayıyor. Bu kadar açık bir fark varken kalkıp da bunu söylemenin bir alemi var mı?”
Hıh işte ben de bunu öğrenmek istiyorum aslında:
- Getirip de 301. Madde’yi bu işin merkezine yerleştirmenin ne alemi var?
- Türkiye’de bir süreden beri insanlar, sürekli olarak kendilerini suçlama refleksine kapılmış durumdalar. Son günlerde televizyonlarda izliyorsunuz, bir taraftan Fransa vuruyor, bir taraftan Türkiye’deki bazı aklıevveller! “Fırsat bu fırsat” deyip kendimizi suçlamaya bayılıyoruz. Siz hiç bir Yunan televizyonunda, Yunanlıların geçmişte Giritli Türklere ne kadar mezalim yaptığına dair bir program gördünüz mü? Girit’te Türklere yapılan mezalim hakkında özür dileyen var mı?”
301. Madde’yi ifade özgürlüğü çerçevesinde ele aldığını söyleyen kimi grupların iki yüzlülüğünü de ortaya çıkarıyor Öymen’in sözleri: “Hem yurt dışında, hem de Türkiye’de 301. Madde’yi belli insanların korunması için kullanmaya çalıştılar. Mesela Orhan Pamuk 3012. Madde’den yargılandığında ona müthiş tepki gösterdiler ama aynı maddeden yargılanan Cüneyt Arcayürek ve Melih Aşık’ın adını hiç anmadılar.”
***
Bir de bu zihniyetin “cemaziyelevvel”ini bilen bir siyasetçiye soralım bakalım. Bu kez MHP’nin tarih profesörü Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın var telefonun diğer ucunda:
- Aynısı mı?
- Böyle bir benzerlik ancak “kasıt”lı kurulabilir, yoksa çok zorlama bir yorum!
Yalçın, Fransa Meclisi’nde yasa teklifine onay verenler için özetle “Rousseau’nun, Voltaire’in çocukları olmadıklarını gösterdiler” dedikten sonra Türkiye’nin tepkisinin meşruiyetini sorgulatmak için 301. maddeyi öne sürenlere sesleniyor:
“Ben tarihçi olduğum için bunu “Şark Meselesi”ne bağlarım. Dünün Şark Meselesi bugünün BOP’udur. Bugün yaşanan olayları ancak 1923 öncesine, oryantalizmin kaynaklarına gittiğiniz zaman anlarsınız. Bu kararı alan Fransa daha dün Gaziantep’te Ermenilerle birlikte Türkleri katlediyordu. Daha dün yani! Ve Antep’te eski binalarda, Fransız kurşunlarının izleri duruyor hâlâ. Bu örnekler dururken, içerde bizim yazarlarımızın böyle eşik bekçiliği yaparcasına bir tavra bürünmesi her şeyden evvel ayıptır. Onu da bir keranara bırakın modernizm veya demokrasiden bahseden kişilerin, dünyanın neresinde alınırsa alınsın insan hakları açısından kabul edilemez olan bir kararı, “Türkiye’de de yasakçı bir zihniyet var” teziyle normalleştirmeye çalışması abesle iştigaldir.”
Muhalefet partilerine müjde! AKP’nin Türklüğü imha tezgahına dönüştüreceği masadan kalkmak istedikleri halde, “Halkta büyük beklenti var, Yeni Anayasa sürecine dahil olmazsak ilk seçimde bizden hesap sorarlar” kaygısıyla kalkamayanlar varsa rahatlasınlar... TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in itirafıyla halkın “Yeni Anayasa”yı zerre umursamadığı, “beklenti” denilenin büyük oranda iktidar güdümüne girmiş medya ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla estirilen “rüzgar”dan ibaret olduğu anlaşıldı.
Terfisi yoldadır!
Mümtaz’er Türköne ve İskender Pala’nın atamasından sonra bütün gözler Zaman’a çevrildi ama en az burası kadar etkin bir “tramplen” daha var AKP iktidarında: TRT!
Misal: Dört kişiydiler... Sedat Laçiner, Gökhan Çetinsaya, Beril Dedeoğlu ve Vedat Bilgin. “Kampüs”ten ekrana transfer edildiler. Sonra... Laçiner 18 Mart Üniversitesi’ne rektör oldu. Çetinsaya YÖK Başkanı. Bilgin şu ara formdan düşmüş gibi ama Dedeoğlu Star’daki yazılarına aşağıdaki istikamette devam ederse “gözünden vurulmuş bir turna” da onun payına düşer en kısa zamanda: “Fransa’yı kendi tarihine bakmaya zorlayan Türkiye’nin kendisinin tarihle sorunu olduğu da hatırlanmalı. (...) Fransa’nın ne yapmaya çalıştığını gören Türkiye’nin, insan hakları ve tarih konularında sicili parlak olmadığına göre, konuyu gerçek mecrasına yani devletlerarası rekabet meselesine çekmesi uygun olur. Bu tür yasalar nedeniyle ’işleri’ bozulacak diye kaygı duyanların son dakika lobi faaliyetleri yerine uzun soluklu kamu diplomasisini düşünmeleri, bu arada da dönüp kendi yasalarına bakmaları gerekebilir.”
İbrahim Şahin’in kamuoyu önüne logosuyla çıkması gerekebilir
İbrahim Şahin Rojin adlı şarkıcıya “aşüfte” demiş!
İbrahim Şahin kim?
Bir kahvehane köşesinde, üçüncü sınıf manken bilmem ne resimlerine bakarken, kendisini onlara her türlü saydırma hakkına sahip gören, hatta bunu tatmin yolu belleyen işsiz-güçsüzün biri mi?
Değil. Hafta içinde gazetelere yansıyan şekliyle “Bütçesi Cumhurbaşkanlığı, Danıştay, Sayıştay, RTÜK gibi kurumların toplamından fazla” olan TRT’nin başındaki kişi.
Hadi diyelim insandır, kızmıştır, köpürmüştür, husumeti vardır, frenleri boşalmış, ağzından kaçmıştır! İyi de nerde? Bir dost meclisinde mi sergiliyor Şahin seviyesini?
Değil. Devrin “makbul yazar-çizer takımı”nın önünde, sözüm ona entelektüel seviyesi yüksek bir heyetle birlikteyken, görevi dolayısıyla katıldığı bir sohbette!
Daha vahimi, TRT Genel Müdürü’nün bir kadının arkasından ulu orta “aşufte” dedikten sonra kendisini “savunmak” adına söyledikleri: “Benim üslubum böyle!”
Ne güzel İstanbul’muş o öyle! Kişi topluma, bağlı bulunduğu kuruma, temsilcisi olduğu değerlere karşı sorumluluğunu yok sayıp, her türlü küfrü, hakareti, bayağı, aşağılayacığı ifadeleri bile kullanabilir ve sonra “üslup meselesi” deyip işin içinden sıyrılabilir madem ki; Siz niye hakkınızda yazdıklarım dolayısıyla beni mahkemelerle muhatap ettiniz peki?
Niye “onun da üslubu böyle” deyip geçmediniz de, işi neredeyse “savaş ilan etme” boyutuna getirdiniz?
Niye sırf eleştirilerini “incitici” buldunuz diye Yeniçağ’ı yasak ettiniz?
Biz de sizi mi yasaklayalım şimdi! RTÜK’e başvursak, üstlenirler mi bu vazifeyi!
Cumhurbaşkanı’nın “Mümtaz atamaları”
Günlerdir Sarkozy’nin gölgesinde kalan Türköne’ye medya nihayet “hak ettiği” ilgiyi gösterdi
Cumhurbaşkanı Gül , Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu’na harika atamalar yaptı! Yönetim Kurulu’na getirdiği beş isimden Zaman yazarı olan üçünün Atatürk’le ilgili çalışmaları olmadığı gibi Atatürkçülere açıkça karşıtlığı söz konusudur... Bu harika atamalardan Mümtaz’er Türköne klasik bir Atatürk ve Cumhuriyet karşıtıdır. Atatürk’e cepheden saldırmamaya özen gösterirse de çevreden sert biçimde saldırır.
***
Abdullah Gül’e gelince... Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı olduğu 1995 yılında gazetelere geçen iki sözü çok çarpıcıdır...
- Cumhuriyet döneminin sonu geldi...
- İslam’a aykırı kanunlar kalkacak...
Beyefendinin Cumhuriyet ve demokrasiye bakışında aradan geçen yıllara rağmen değişme olup olmadığı yukarıda açıkça görülüyor...
Melih Aşık / Milliyet
“Bırakıp da gidene” diye bir şiir vardı, final mısrasıydı: “İnsan sevdiğini yerden yere
vururmuş birtanem, affet beni!”
Biraz o misal olmuş
Mümtaz’er Türköne’ninki!
Kurduğu Cumhuriyeti yıkmak için elinden geleni ardına koyma, “üniter devlet”in yerine “Yeni Anayasa” eliyle “federasyon”un inşasını destekle, “serveti” saydığı Türklüğü silmek için didin çabala... Sormazlar mı adama:
Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap?
Keşke Türköne konuşurken muhabir arkadaş baksaydı, ayağının teki havada mıydı?
Gocunmuyor da...
Hadi “muktedirler”, eskiden hiç hoşlanmadıkları yapıları ele geçirerek kendilerinin kılıyorlar ve bu kurumlara karşı “aşk gibi / sevda gibi” hisler beslemeye başlıyorlar.
Peki Mümtazer’e ne oluyor?
Devlet eliyle resmi ideoloji oluşturulmasına karşı yazdığı onca yazının mürekkebi kurumadan, attığı onca nutkun kulaklardaki çınlaması bitmeden, nasıl oluyor da devlet eliyle resmi ideoloji oluşturulan bir yapının en tepesine hiç gocunmadan kuruluveriyor? Mümtazer bu soruya bir cevap verebilir mi acaba?
Ahmet Hakan / Hürriyet
Gül tarihe geçti
Dünyanın başka bir ülkesinde acaba, ülkelerinin kurucularını ve onları destekleyenleri bu kadar açık ve sert biçimde eleştiren kişiler, o kişilerin adlarını taşıyan böylesine önemli kurumların başına getirilir mi?
Bizde getiriliyorsa; bu, bizim “ileri demokrasi”ye geçmiş olmamızdan mı, yoksa o kurumların taşıdığı anlamların içini iyice boşaltmak isteyişimizden mi kaynaklanıyor?
Cumhurbaşkanı Gül, bu atamalarla bir kez daha tarihe geçti. Tebrik ederim.
Mustafa Mutlu / Vatan
Sülük aydınlar
Henüz yazdıklarının mürekkebi bile kurumadı; “Atatürk dönemi” için çok kötüydü diyorlardı. Bugünün her türlü defosunu, Atatürk dönemine yıkmayı profesör, yazar, entelektüel, düşünür, aydın olmalarının baş amacı haline getirmişlerdi. Açıkça söyleyip yazıyorlardı. Cumhurbaşkanı da onları bu yanlarıyla biliyor, tanıyordu. Buna rağmen onlardan birkaç tanesini “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu”nun yönetim kuruluna atadı. Atatürk’ün adından da faydalanacaklar, ünlerine ün katacaklar, yönetim kurulu üyesi maaşı da alacaklar. Sülük aydınlar!
Necati Doğru / Sözcü