Eşek ölür kalır semeri
Eski teknoloji, yüksek fiyata satın alındı. Özal döneminde otoyollarda başlatılan “eski yavaş hortumlama” Erdoğan döneminde demiryollarında “hızlı hortumlamaya” dönüştü
Rahmetli dedem Ahıska Türkleri’nden Molla Mehmet, ben küçükken; bu güzel halk deyişini “doğru-düzgün adam olmam” için olsa gerek gözlerimin içine baka baka sıkça söylerdi. Başbakan da meydan meydan dolaşıyor ve halkın gözlerinin içine bakıp bağırarak söylüyor:
Eşek ölür. Kalır semeri.
İnsan ölür. Kalır eseri.
Hızlı değil hızsız tren
Başbakan, bulabildiği en güzel halk deyişini buldu. Herkes eseriyle anılmalı, övünmeli, gönenmeli. Bu açıdan bakınca; Ankara-Eskişehir arasında vagonlarına 50 yandaş gazeteci doldurularak, törenle, tantanayla, yapımcı şirket Alarko’nun; “hızlı tren hayalini gerçeğe dönüştüren Başbakan’a, bakanlara, Türk milletinin ödeyeceği borca kefil olan Hazine müsteşarlarına, TCDD’nin üst krema kadrosuna” tam sayfa teşekkür ilanları verilerek duyurulan “hızlı tren” bir gerçek eser midir? Osmanlı’dan ve Cumhuriyet’in Mustafa Kemal döneminden kalma demiryollarını düzeltip üstüne Fransızlar ile Japonlar’ın tam 37 yıl önce terk ettiği teknolojiyi koyarak yapılan nedir? Hızlı tren adı altında “yavaş hortumlamayı hızlı hortumlamaya” dönüştürmek midir?
İlk raylar ahşaptı. 16. yüzyılda insanoğlu ahşap tekerlekli arabaları ahşap raylar üzerinde yürüttü. Sonra döküm bulundu. Raylar dökümden yapıldı.
Demir tekerlek de icat oldu, James Watt buharlı motoru çalıştırdı. Richard Trevithick ilk lokomotifi 1804 yılında yaptı ve “raylı taşıma teknolojisi” gelişmeye başladı. Japonların hızlı treninin adı “Shinkansen” yani “Mermi Tren”dir. 1964 yılında 300 km hıza ulaştılar. Fransız demiryollarının treninin adı TGV yani “Yüksek Hızlı Tren” dir. 1967 yılında 267 km hıza ulaştı ve 1972 yılında 318 km’yi devirdi. Fransa ve Japonya bugün saatte 578 km hız ve üstünü deniyor. Türkiye’ye satılan teknoloji, Fransızlar’ın ve Japonların 1967’lerde kullanmaya başladığı ve 1972’de terkettiği eski teknolojidir. Ankara-Eskişehir hattına, eski raylar yenilenerek konulan ve “hızlı tren” diye halka yutturulan “geleneksel ray sisteminin” son örneğidir.
Uyanın! Ayılın!
Gözlerinizi açın!
Bize “yeni teknoloji” diye yutturulan sistem dünyada terk ediliyor.
Bizi eşekleştirdiler.
Eşek yerine koydular.
Fransa’da ve Japonya’da saatte 500 kilometre hız yapabilen “hızlı trenin” 1 kilometre maliyeti 2 milyon euro iken Türkiye’ye satılan geri teknoloji 250 kilometre hızdaki trenin maliyeti 3 milyon euroya geliyor. Ankara-Eskişehir etabının yapımını önce 459 milyon euroya yerli şirket Alsim-Alarko liderliğinde İspanyol OHL firmasına verdiler. Japon ve Fransız firmaları devre dışında bırakılınca projede değişiklik yapıp 459 milyon euro fiyatı 629 milyon euroya yükselttiler.
Projeyi değiştirdiler
Niçin proje değişti? Niçin eski teknoloji? Niçin yüksek fiyat?
Susuyorlar. Cevap vermiyorlar. İlk hortumlama; Turgut Özal döneminde “otoyollarda” başlatılmıştı. Dünyanın en pahalı otoyollarını Türk milletine yine böyle yandaş yalaka gazeteci ağırlamalar, tantanalı törenler, teşekkür ilanlarıyla sokmuşlardı. Bu sonradan anlaşıldı. Ve Karayolları’nın o dönemki Genel Müdürü Atalay Coşkunoğlu; “hortumlamaya göz yumup rüşvet almaktan 5 yıl hapis” yemişti. Özal döneminde otoyollarda başlatılan “eski yavaş hortumlama” şimdi Tayyip Erdoğan döneminde demiryollarında “hızlı hortumlamaya” dönüştü.
Uyanın!
Ayılın!
Gözlerinizi açın!
Milleti eşek yerine koydular. Meydanlara toplayıp, gözünün içine bakarak “eşek ölür kalır semeri...” diye nutuk atıyorlar.
* Necati Doğru / Vatan
Fransa’da ve Japonya’da saatte 500 kilometre hız yapabilen “hızlı trenin” 1 kilometre maliyeti 2 milyon euro iken Türkiye’ye satılan geri teknoloji 250 kilometre hızdaki trenin maliyeti 3 milyon euroya geliyor.
++++++
Bu soruların cevapları hangi günlükte?
Başbakan falanca iş adamını yok edeceğini hangi gazetecilere söylemiş...
Bir bakan kimin başının yakılacağı mesajını hangi gazeteciye vermiş...
Savcı kimin gözaltına alınacağını hangi gazeteciye söylemiş, hangi gazeteci verdiği bilgilerle birilerinin hakkında dava açılmasını sağlamış...
Gizli olması gereken kimi belgeler hangi gazetecilere nasıl bir sohbet sonunda teslim edilmiş...
Hemen her gün Başbakan’ın yanına girebilen, gitmese de telefonla konuşan gazeteciler var. Bu gazeteciler ne konuşurlar? Neden bu kadar sıklıkla Başbakan’la buluşurlar? Bu sohbetler sadece haber alma özellikli midir, yoksa gazeteci Başbakan’a bilgi verdiği gibi akıl vermeye de kalkmakta mıdır? Başbakan gibi kimi bakanlarla al takke ver külah olan gazeteciler yok mu? Olmaz olur mu? Onlar ne konuşur, ne söyler?
Ya da kimi savcıların odasını çat kapı çalıp giren gazeteciler ne konuşmaktadırlar? Sadece haber alabilme heyecanı mı duymaktadırlar yoksa görüşlerine katılmadıkları kişiler hakkında özel bilgiler de vermekte midirler?
Emniyetten, MİT’ten çıkmayan gazeteciler de var. Aldıkları bilgilerin ne kadarını “habercilik” adına okurlarıyla paylaşmakta ne kadarını kendilerine saklamaktadırlar?
Eğer günümüz “bağırsakların temizlendiği” günse, herkesin günlüklerini okuyalım. Görelim bakalım Başbakan falanca iş adamını yok etmeye kararlı olduğunu hangi gazetecilere söylemiş? Bir bakan kimin başının yakılacağının mesajını önceden bir gazeteciye vermiş? Görelim bakalım savcı kimin gözaltına alınacağını hangi gazeteciye söylemiş, hangi gazeteci verdiği bilgilerle birilerinin hakkında dava açılmasını sağlamış? Görelim bakalım gizli olması gereken belgeler hangi gazetecilere nasıl bir sohbet sonunda teslim edilmiş? Herkesin yüreği yetecek mi?
* Can Ataklı / Vatan
++++++
YARGISIZ İNFAZ
Medya sehpaları kurdu
Ergenekon davası iki yerde görülüyor.
1- Normal mahkemesinde.
2- Medyada.
Her gün, yakası açılmamış haberler, notlar, el yazmaları, adına belge denilen bilgiler medyada sular seller gibi. Geldiğimiz noktada, medyaya göre, durumun tek cümleyle özeti şu:
Birilerinin darbe planı yaptığı buz gibi ortada.
Darbeyle suçlanan kişilerin medyada söz hakkı yok.
Ergenekon’un başından beri, medya mahkeme kuruyor. İktidar yağdanlıkları tuttukları köşelerde ne olacağını önceden haber veriyor. Kim tutuklanacak, dava nasıl devam edecek gibi ayrıntılar. Tutuklama yoksa, piyasaya yeni isimler sürüyorlar. Burası hukukun her gün çiğnendiği bir hukuk devleti.
Son fırtına Cumhuriyet’ten Mustafa Balbay’a ait olduğu ileri sürülen ve medyada yayınlanan günlükleri. Varsa, o günlükler dava dosyasında var. Soruşturmayı yürüten savcılarda ve mahkemede var. Avukatlarda yok. Çünkü, mahkeme kararı var, “belgeler avukatlara verilmeyecek” diye. Soru şu: Günlükler medyaya nasıl sızıyor? Sızdıran kim ya da kimler?
Balbay’ın günlükleri iddianamede var mı, yok mu, belli değil. Varsa bile, o günlükler bu suçun kanıtı mı, değil mi, o da belli değil. Bu mahkemede belli olacak.
Buna rağmen, mahkemeyi çoktan kuran medyaya göre, “günlükler ortada, darbe girişimleri de orada anlatılıyor.”
Ergenekon’da adı geçen bazı kişiler suç işlemiş olabilir. Ama, onu henüz bilmiyoruz. Çünkü, dava devam ediyor.
Yok canım, neden bilmiyoruz, medya, sehpaları çoktan kuruyor bile. Merak ediyorum, sehpa kuran o “gazetecilerin” başına benzer bir olay gelse, medya etiği üzerine hangi ahkamı keserler acaba?
* Yalçın Doğan / Hürriyet
++++++
Reklam kokan hareketler
Oya Baydar, Taraf’ta “Darbe kuşaklarına açık mektup” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Hasan Cemal’den iki gün üst üste “Baydar’ın Taraf’taki yazısını öven” makale okuduk.
Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu da “Balbay’ın günlükleri ve diğerleri” yazısının bir bölümünde Baydar’ı yazdı.
Sabah yazarı Emre Aköz de köşesinde Oya Baydar’dan söz etti.
Fehmi Koru, Taha Kıvanç’ın 16 Mart tarihli yazısında “Oya Baydar”ın yazısından söz etti.
Oya Baydar’a yapılan bir dayanışmanın “alıntısı” mı? Yoksa gönüllü olarak Taraf’a reklam mı amaç? Zaten liberallerin köşelerinde bir süredir Taraf gazetesi övgüsü yapılıp duruyor. Bize göre reklam kokan hareketler bunlar. Reklam...
* Odatv.com
++++++
Sedat Ergin’in işine gelirse
Gelir İdaresi Başkanı Mehmet Akif Ulusoy ile Doğan Yayın Holding Başkan Yardımcısı Soner Gedik arasındaki konuşmalar “haber” yapılınca Milliyet ve Doğan Grubu Avukatları, “haber” yapanların peşine düşmüştü. Pek çok medya organına dava açılmıştı. O zaman “özel hayat”, “kişisel bilgiler” diye yazılar döktüren Milliyet, geçtiğimiz gün Mustafa Balbay’ın günlüklerinde neyi var neyi yok hepsini internet sitesine koydu. Bu alıntıyı yine Doğan Grubu’na ait Tempo 24 isimli siteden yapmıştı. Tıpkı Ulusoy&Gedik görüşmesini gazeteler ve internet haber sitelerinin video.google’dan alıntılanması gibi. Milliyet’in bir kez daha dün dündür bugün bugündür mantığıyla hareket ettiğini görüyoruz. Dünün de bugünün de yarının da önemi yok. Tek değer; “işime gelirse” ...
* Postmedya
++++++
Kanıtlar yeterliyse telaş niye?
Amerika’dan yazan okurumuz Ergenekon davasını ele almış: Amerika’da en önemsiz davada bile kanıtlar gizli kalır. Medyaya aksetmesi halinde dava düşer. Çünkü o takdirde jüri etki altında kalır, mahkemenin adil bir karar alması imkânsız hale gelir...
Bizde de soruşturmanın gizliliği esastır. Üstelik Ergenekon davası üzerinde ikinci bir gizlilik kararı da var. Buna rağmen devlet görevlileri gözaltına alınan kişilere ait belgeleri işlerine geldiği şekilde medyaya sızdırıyor. Tetikte bekleyen yandaş basın da işi yargıya bırakmadan, kişileri kamuoyu önünde mahkum ediyor. Elinizde yeterli ve sağlam kanıtlar varsa neden adil yargının vereceği sonucu beklemiyorsunuz? Aceleniz ne?
İktidar partisinin bu mahkûmiyetlerden oy beklentisi mi?
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
MİNİ YORUM
Ateş olmayan yerden...
İstanbul ve Ankara Üniversiteleri’nin iki tarihi kampüsünün güvenlik sağlanamadığı gerekçesiyle taşınacağı söylendi. Aynı gün, “kampüs” kavramının karşılığı olarak gösterilen Anadolu Üniversitesi’nde olaylar çıktı. Bir kere daha görüldü ki, öğrencilerin çatışması/çatıştırılması/çatışmalarına zemin hazırlanması sorunu, hapishane inşa etmiyorsanız ‘mimari’ ile çözülemez. Umarım İ.Ü. Rektörü Yunus Söylet’in dediği gibi böyle bir proje yoktur. Ama sormadan edemeyeceğim... Böyle bir proje yoksa, Durduk yere bu haber niye çıksın? Hem de YÖK Başkanı kaynak gösterilerek.. Hem de, Söylet’e de, Özcan’a da yakın duran bir gazetede... Zemin yoklaması mı yapılmak istendi yoksa?