Esat, Erdoğan, demokrasi ve vesaire
Demokrasi algısında istikrarı olmayan iktidarların totaliter uygulamalara kayma ihtimalleri yüksektir. Demokratik sistem içerisinde olunsa bile güçlülüğü sürekli ve etkin olan iktidarlar siyasi olan herhangi bir davada parti liderliğinin iradesine, isteğine ters düşecek kararlar veremezler. Burada Bacon’ın tabiriyle yargıçlara “iktidarın buyruğu altında tutulmaları gereken fare muamelesi” yapılır. Bu tür iktidarların yasama meclisine yaklaşımları da farklı değildir. İktidar her istediğini yapacak durumda olması halinde yasamayı formaliteye indirgeyebilir. Güçlü iktidarlar açısından yasama zorunlu fena muamelesi görür. Bu bakımdan da yasama, bu tür iktidarlar için resmen olmasa da fiilen tehlikeli bir engelleme kurumu olarak görülür.
Yalnız darbeciler değil, demokratik yollardan iş başına gelmiş iktidarlar da yasamayı biçimsel bir organa çevirebilirler. Böyle bir organ, özü, içeriği olmayan boş bir kabuktan ibaret hale gelebilir.
Kendisini her şeye kadir, hikmeti hükümet olarak gören iktidarın elinde bir de Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi varsa o zaman yasamanın ruhuna fiilen Fatiha okuyabilirsiniz! Bu aşamada şairin dediği gibi ‘Kaanun diye, kaanun diye, kaanun tepelenir’.
Bütün bunların yanına bir de kerameti kendinden menkul reis-ül evvel türünden liderlik eklerseniz bütün şartlar tamamlanmış olur. Demokratik bir yarışla iş başına gelen böyle bir iktidarın lideri, maruf kabile şefi gibi aşağıdaki zihniyete sahip olabilir. “Şef benim, bunu bilmeyen kişi budaladır. Hiç kimseye danışmadan her şeye ben karar veririm. İşler böyle yürütülecektir. Beğenmeyen çekip gidebilir.”
Bu davranış yalnız kabile şeflerine özgü değildir. Bunu aynı zamanda seçimle işbaşına gelmiş olan ’demokratik krallar’ da yaparlar. Onlar kendi iradelerini toplumsal irade, parti çıkarlarını toplumsal çıkar yerine koyabilirler.
İktidarın tepesi bunu isteyerek yapmasa da ondan izleyiciler bunu talep ederler. “Şeyh uçmaz mürit uçurur” bağlamında lideri diktatoryal bir duruşa itebilirler. Lidere “dokunmak ibadettir” denilen bir yerde normal liderlik söz konusu olamaz. “Liderimiz uçurumdan atlıyorsa, bize yakışan onun arkasından atlamaktır. Karar doğrudur yanlıştır önemli değil” zihniyeti de kul ideolojisidir. Kulluk ideolojisinin olduğu yerde, kulluk gelişir, kula kulluğun normal olduğu yerde de efendilik kurumsallaşır.
Bir ülkenin cuntadan yahut darbeden kendisini kurtarmaları demokratik bir zihniyetle ülkenin yönetilmesi için yeterli değildir. Siyasal rakiplerini bir biçimde hapse atan, kararlarından hoşlanmadığı yargıçları görevden alan, basına doğrudan veya dolaylı, açık ya da kapalı bir biçimde sansür koyan ve siyasi liderliği kutsayan anlayışın adının demokrasi olması çok da anlamlı değildir.
James Madison’un dikkat çektiği diğer önemli bir husus daha vardır. O şöyle diyor: “İster soya çekim yoluyla, ister kendi iradesiyle ya da seçimle gelmiş olsun, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin hepsi tek kişide, birkaç kişide ya da bir çoğunlukta toplanırsa, bu hiç kuşkusuz zorbalığın ve baskı yönetiminin tam bir tanımı olur.” Ayrıca bir sistemde kuvvetlerin ayrılığının resmen var olması fiilen var olduğu anlamına da gelmez. Gerçekte kuvvetlerin ayrılığının gerçekleşebilmesi için kuvvetlerin birbirlerinin sınırlarına girmemesi gerekir. Bu da yeterli değildir, aynı zamanda kuvvetlerin birbirini dengeleyecek güçte, etkide ve konumda da olması gerekir. Zira ancak kılıcı başka bir kılıç, gücü ise bir başka güç dengeler.
AKP’liler alınmasın, yukarıdaki süreç Türkiye’ye değil, Suriye’ye özgüdür.
Seçilmiş kral da Erdoğan değil, Esad’dır! Başbakan Erdoğan ve AKP, aldığı yüzde elli oyla her türlü eleştiriden muaf hale gelmiştir.