Esad, isyana ağır bir darbe vurdu
Humus kentinin önce iki mahallesine sonra da tek mahallesine yani Bab Amr mahallesine çekilen isyancılar, Suriye Ordusu’nun 40. ve 90. Mekanize Piyade Tugaylarının saldırıları karşısında nihayet 1 Mart itibariyle yenildiler. Ancak isyancıların yenildiği uzun zamandan buyana biliniyordu. İsrail istihbaratına yakın bir internet sitesi olan Debka, daha 11 Şubat 2012’de Batılı istihbarat servislerinin Esad’ın Suriye’de duruma hakim olduğunu ve Suriye’nin 3. büyük şehri olan Humus’un bazı semtleri dışında ülkede silahlı büyük bir direnişin kalmadığı haberini vermişti. Peki, ABD-AB-Arap Birliği-İsrail ve Türkiye bloku her gün Şam’a ateş püskürürken ve Pentagon’da Suriye’ye müdahale planlarının yapıldığı iddia edilirken Esad nasıl bu baskılara direnerek sonuna kadar gitti ve şimdilik silahlı isyanı bastırarak önemli bir başarı kazandı.
Esad rejimi Suriye’ye bir dış müdahalenin düşünüldüğü kadar kolay olmadığından ve Orta Doğu bölgesindeki birçok faktörün böyle bir müdahaleyi engelleyebileceğinden veya en azından Suriye’de rejime durumu kontrol altına almak için zaman kazandıracağı noktasından hareket ederek, askeri ve politik adımlarını atmaktadır. Mısır’da ortaya çıkacak, ordu ile Müslüman Kardeşler arasındaki bir çatışma veya Mısır/İsrail ilişkilerinde bir kopma, İran/Batı ilişkilerinde ani bir kriz süreci veya Orta Doğu kriz fıçısının içindeki bölgesel sorunlardan birisinin gündeme gelmesi, Şam’daki rejimin varlığını sürdürmesi için büyük bir fırsat yaratabilir.
BM’de Libya konusunda alınan kararlar sırasında bir hata yaptıklarına inanan Moskova ve Pekin, BM’nin görevinin korku ile hareket ederek, niyet okuma anlamında “başlamamış soykırımı önlemek” olmadığı noktasından hareket etmekte ve Suriye’ye BM çatısı altında bir müdahaleye izin vermeme konusunda kararlı görünmektedirler. Keza Moskova ve Pekin, Suriye’ye yönelik bir saldırının her iki ülkenin de önemli çıkarlarının bulunduğu İran’a yönelik bir saldırının ilk adımı olduğunu görmektedirler.
İran ise Suriye’ye saldırıyı yaşamsal tehdit olarak görmekte ve halen Suriye’de fiilen Esad rejiminin yaşaması için, özel kuvvetleri ve istihbarat birimleri aracılığı ile savaşmaktadır. Bütün bu dengelerin yanında Suriye halkının büyük bir bölümü, Esad rejimini değişik nedenlerle desteklemeye devam etmektedir.
Üstelik, Batı dünyasının ağır bir ekonomik krizden geçtiği bir süreçte, Suriye’ye müdahale sonucunda başlayacak bir bölgesel çatışmanın dünya petrol piyasalarına yansıması, yaşanan krizi daha da derinleştirecektir. Bütün bunları değerlendiren Şam’da onlarca yıldan bu yana hassas dengeler üzerinde yaşama yeteneği geliştirmiş bir siyasal/stratejik kültürü temsil eden Baas yöneticileri bugüne kadar Batı, Arap ve Türkiye blokunun tehditleri karşısında çok etkilenmemiştir.
Şam yönetimi bu küresel ve bölgesel dengelerin kendisi için ürettiği zamanı, muhalefete karşı konumunu düzeltmede görece iyi kullanmış görünmektedir. Muhalefetin en iyi günlerinde 14 ilden ancak yedisinde çatışma süreci geliştirdiği görülmüştür. Suriye Ordusu, dış protestolara rağmen durumu adım adım denetim altına almış görünmektedir. Nihayet Bab Amr’daki son silahlı direnişin de ezilmesiyle Şam rejimi yaşama kabiliyetini sergilemek açısından önemli bir adım atmıştır.
Şam rejimi Humus’taki silahlı isyanı bastırırken bir anayasa referandumu ile özgür (ne kadar özgür göreceğiz) seçimlerin önünü açmış ve Baas Partisi’nin tekelci konumuna son vermiştir. Bir Türk diplomat bu adım için “çok az ve çok geç” değerlendirmesini yapmıştır. Bu, diplomatın kendi düşüncesi olmaktan çok, ABD-AB-Arap Birliği-İsrail ve Türkiye blokunun yaklaşımını sergilemektedir. Neden çok geç olsun? Eğer az olduğu düşünülüyor ise üzerinde görüşülerek geliştirmek mümkün iken neden alternatifi sadece Suriye’nin işgali ve iç savaş olan yollara gidilmek istenmektedir?
Üstelik dün “Suriye Normu” yazımda da dikkat çektiğim gibi bugün Suriye’de olanların, yarın Türkiye’nin egemenlik haklarını sınırlandırıcı bir sonuç ortaya çıkarması mümkün iken, Ankara’nın Suriye’de demokratikleşmeyi Batı’nın demokrasi ihracına bırakmaması lazım. ABD’nin Irak’ı ve ABD-AB’nin Libya’yı nasıl demokratikleştirdiğini gördük. Artık bu iki ülke için de bölünme bir zaman meselesidir. Aynı şey Suriye’ye, İran’a ve tabii ki Türkiye’ye olmamalı.