Ertuğrul Özkök aslında ne diyor?
Aslında yazı günüm değil amma çok önemli gördüğüm bir husus var ki bugün yazmazsam belki bir daha hiç yazamam, ya mesele bayatlar, ya gündem bizi başka yerlere götürür.
Konu Türk aydını ile ilgili.
Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök “Ya sev, ya tasfiye ol” başlıklı yazısında aslında başka bir konuyu anlatıyor amma verdiği örnekle çok daha başka bir şey söylüyor.
Özkök, kendine “İslâmi sermaye” diyen MÜSİAD’ı eleştirmek için söze, “Amerikalıların bir sözü vardır” diye başlıyor ve şöyle devam ediyor:
“Bir kişinin veya grubun gerçek karakterini mi öğrenmek istiyorsun? Eline güç ver, hemen anlarsın.”
Belki içinizden, “Ne var bunda?” diyorsunuzdur, öyle demeyin, çok şey var, anlatacağım.
Sayın Özkök “sonradan görme”lerin durumunu anlatırken niçin Amerikalılardan örnek veriyor? Türkçe’de aynı durumu anlatacak örnek bulmak çok mu zor? Verilen örnekde, “Ben Amerika görmüş adamım” tavrı yok mu? Böyle bir tavır MÜSİAD’ın eleştirilen o “Güç Bizde” tavrından farklı mı, bu bir. İkincisi, Türk aydını niçin hep Batı’dan örnekler verir?
Batıyı önemli ve değerli gördüğü için mi yoksa Türk’ü ve Türk’e ait olanı önemsiz ve değersiz gördüğü için mi?
Belki ikisi içindir, bilemiyoruz.Mahmut Toptaş Hoca bir öğretim üyesinin kitabında ayet ve hadis meallerini batılı meşhurların sözleri olarak tırnak içinde verdiğinden bahseder. Sayın Özkök ve benzerlerinin ve hatta zaman zaman bizlerin de farkında olmadan düştüğümüz, düşürüldüğümüz durum aynı değil mi?
Milliyetçi, muhafazakâr ve dindar diye tarif edilen tarafların ekseriyetinde bize ait olandan bir utanma, diğer (yaksa karşı veya öteki mi demeliydim) tarafta ise, bize ait olana öfke duyma, ondan kurtulma ve onu tasfiye etme halleri var..
İsterseniz o “tasfiyeci” tavra da bir örnek verelim.
Yazılarını dikkatle okuduğumuz Yenişafak gazetesi yazarlarından Fatma K. Barbarosoğlu geçtiğimiz günlerde yaşadığı ilginç bir röportaj hadisesini anlatmıştı, köşesinde.
Fatma Hanım başörtülü. Yazdığı bir hikâye kitabı dolayısıyla “büyük” medyadan biri kendisi ile röportaj yapmak ister o da kabul eder.
Sorulardan biri belki de ilki Fatma Hanımın ortaya koyduğu eserle değil de cildinin sağlıklı görünümü ile ilgilidir. Verilen cevap mealen “Abdest için beş vakit yıkandığındandır herhalde” olur ve o röportaj hiçbir zaman yayınlanmaz.
Yazar merak eder, telefon açar, niçin yayınlanmadığını sorar. Aldığı cevap, “Siz röportajınızda namaz propagandası yapıyorsunuz” olur.
Ne kadar çağdaş bir yaklaşım öyle değil mi?
Gazeteler, televizyonlar, resmi kurumlar Kur’an ve Hadis’ten örnek verenlerden ürken, sorulan bir soruya dürüstçe abdest aldığım içindir cevabını verince sen namaz propagandası yapıyorsun diye o röportajı yayınlamayan amma doğrudan yapılan misyonerlik faaliyetlerini demokrasinin gereği diye destekleyen ve bunlara yamanmak ve yaranmak için Allah ve Peygamber sözlerini tırnak içersinde Avrupalı ve Amerikalı meşhurların sözleri imiş gibi nakleden okumuş yazmışlarla dolu..
Türkiye’nin köşe başlarında bunlar var ve ülkenin sinir uçlarına bunlar hâkim.
Toplum ise bunlardan berî..
Bir kan uyuşmazlığıdır ki, sormayın..
Siz Türkiye niye yönetilemiyor sanıyorsunuz?
Bu devlet öyle modern, öyle güçlü ve öyle imrenilesi bir devlet olmasına rağmen niçin henüz 70 yaşlarında iken sağ-sol, Alevi-Sünni, 80 yaşlarında iken Tük-Kürt diye birbirinin boğazına sarılıyor, kan gövdeyi götürüyor, niçin? Yahu Karamanoğlu Beyliği bile 250 yıl yaşadı..
Çözülüşün kaynağı köşe başları ve sinir uçlarındaki yabancı(laşmış)lar.
Sigara gibiler...
Hem bağımlılık yapıyor, hem cepleri boşaltıyor, hem kanser edip ölüme sebebiyet veriyorlar..