Ertaş'ın ölümü, âlemin ölümü gibidir!
Allah Resulü, “Âlimin ölümü âlemin ölümüdür” buyurur. Ozanlar da, “âlim”dir.
Bizim bilmediklerimizi bilir, hissetmediklerimizi hissederler. Bu ilim onlara, dıştan çok içe bakmalarını başarmaları sebebiyle Allah(c.c.)’ın bir lütfudur. Bu ilim üniversitelerde öğrenilemez, öğretilemez. Şemsi Tebrizi’ye âlimin biri gelir, “Ben” der, “Allah’ın varlığını bin delille ispat edebiliyorum” Tebrizi öfkelenir, “Be salak” der, “Sen bin delille Allah’ı ispat etmesen de Allah’ın varlığı bir gerçek. Sen yiğitsen kulluğunu ispat et!”
Neşet Ertaş ve Âşık Veysel gibi ozanlar “kulluğunu ispat etmiş” yiğitlerdir.
Pek çok kişi onların bu yönlerini görmezlikten gelir. Yahut gerçekten göremezler. Dedik ya, onlar “dıştan” çok “içe” bakarlar ve “iç âlem” dış âlemden çok geniştir. Dışarıda görebildiklerimiz, zannımızın aksine, “sınırlı” dır. İç âlemde görmeye başlayınca, ne kadar perde kalkarsa o kadar “görme” başlar. Peygamberler, Veliler dıştan çok içe bakarak görürler. Muhiddin-i Arabi yüzlerce eseri, dışa ait olanları bile, “içe bakarak” yazmıştır. Öyle olduğu içindir ki bugün Japonlar, bugün Avrupalılar yüzlerce icadı Arabi’nin eserlerini inceleyerek bulmuştur. Ertaş ve Veysel gibilerin, yani ozanların “kulluk ispatı” nefisleri adına dünyada vazgeçmeleri ile alakalıdır. Dünyadan yani yaratılandan vazgeçince geriye Yaratan kalır. Dostu yaratan olanın yaratılmıştan ne beklentisi olur, ne korkusu kalır. O artık öyle hürdür ki, dağa bakarken de, yar ile göz göze gelirken de, gül koklarken de, içine bakmakta, Allah tarafından kudret eli ile evrilip çevrilen kalbinin sesini dinlemektedir.
Ertaş ve Veysel’lerin söz ve seslerinin kalbi mühürlenmemiş olanları sarsması işte bu yüzdendir. Yanıklık, hasret o söz ve sese Galu Bela’dan izlerin olması ve insana ruh üfüren Allah’ın nefesinin bulunması sebebiyledir. Rahmetli Veysel’in bir gözü çiçek hastalığından diğer gözü de kendi değneğinin saplanması sonucu kapanmıştır. Bize göre “Kör” Veysel:
“Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül âlemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası
...
Kürt’ü Türk’ü ve Çerkes’i
Hep Âdem’in oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi?”
Diyerek, bizden çok daha iyi gördüğünü kör gözlerimize sokmamış mıdır? Dün, son nefesini veren Neşet Ertaş’ı bir de bu zaviyeden dinlemekte fayda var. Ertaş’ın tezenesi sazın teline değdiğinde sanki o telde bir veli gözü var ve sanki o saz teli de bir mürid, tel titriyor, cezbe hâsıl oluyor. Ve Ertaş’ın tezenesi sazın bağrına, yavrusunu kurda kaptırmış kuzunun beddua ederken göğsünü dövmesi gibi iniyor; yâri, tezene sazın bağrına ağyara yar olmuş sevgiliye beddua ederken âşığın göğsünü dövmesi gibi vuruyor...
Ertaş, sazı, tezenesi ve sözü ile baş başa kaldığında, iyi bakın, bu dünya ile ilişkisini kesiyor, bozlağında neyi anlatıyorsa dünyada bir o, bir kendi bir de Allah(c.c.) kalıyor.
Sadece zahire bakanlar bizi elbette anlayamaz..
Mekânın Cennet olsun Neşet usta...