Ermenekli Recep Amca’ya...
Bu hafta “Sizden Gelenler” in ilk mektubu, Denizlili M. Halil Arık’tan Ermenekli Recep Amca’ya:
“ (...)
Dünya tanıdı seni ve ” Yüzme de bilmezdi Tezcan’ım “ diye dert yanan Ayşe Teyze’yi.
O yırtık kara lastiklerin içinden bir çift ayak olup çıkıverdin önümüze...
Türkiye; Dünya’nın en büyük(!!) 17.eknomisiy(miş)(!).
İş kazalarında Avrupa 1.si; dünya 3.’sü... Bizden öncekiler de Afganistan, Pakistan...
Kan ve canı korumaktan aciz 17. büyük ekonomi(!?)... senin payına yoksulluktan gayri ne verdi Ermenekli Recep Amca!...
Somalı Ramazan’a sor bakalım... ne vermişler eline!...?
(...)
Yağma Hasan’ın böreğinden yağlı kuyruk kapma yarışında adın yok senin!.. Kara bahtın, kem talihin; kömür karasıyla buluşurken, bir çift kara lastik senin payına düşen!...
Eskiyenin yerine, utancından kendi elleriyle devletin giydirdiği yeni bir çift kara lastiği de; milli hasıladaki sanal hesabından payına düşen 15.000 $’a say!..
Anlaşılan o ki; hırsız doymadan senin payına daha fazlası yok!... Ne var ki; onun da doyası yok!.. Keşke aşinası olabilseydin şu güzel beyitin!..
Yiyin efendiler yiyin; sonu gelmez iştah sizin!.. // Han sizin, hamam sizin, şeref sizin şan sizin.
Sabır taşı çatlar bir gün!.. Çatlamalı da!.. Dünyada kurulmalı huzur-u mahşer.
Madem ki kul hakkıyla huzuruma gelmeyin demiş Tanrı; Memetler; Aliler, Recepler de bu dünyada hesaplaşmalı... Yani ki; ” Uzun çöp kırılmalı; kısa çöp hakkın amalı! “
Biliyorum Recep Amca... Sözlerim sana ulaşmayacak. Ulaşsa da senin için çok bir anlam taşımayacak!.. Bunu bilerek yazıyorum. Keşke; bir tek şunu bilebilseydin: Senin adına verilen savaşın zaferiyle ” insanlık “ kurtulacak!...
Senin ve Ayşe Teyze’nin ellerinden öperim. Tezcan’a da ışıklar dilerim.”
“Bedel” diye ödediğin paranın da bir “bedeli” var
Emekli Öğretmen Kıdemli Albay Candan Yıldızhan , “asker ocağından ’yırtmanın’aracı olan paraya kıymetini katan bedel”in hikayesini paylaşmış:
“Yıl 1916. Çanakkale Savaşının son günleridir. Boğazı geçemeyeceklerini anlayan müttefik kuvvetleri yavaş yavaş çekilirler ancak az da olsa çatışmalar devam etmektedir. Mehmet Muzaffer isimli Galatasaray Liseli bir asteğmen Çanakkale Savaşları sırasında cephede görevlidir. Alayın kamyon ve araba lastiğine ihtiyacı vardır. Muzaffer Asteğmen becerikli bir İstanbul çocuğu olduğundan Karargah, onu gerekli malzemelerin temini için memur eder.
O yıllarda otomobil ve kamyon lastiği yok denecek kadar azdır ve karaborsadır. Gereken paranın temini için Erkanı Harbiye Riyaseti’ne hitaben yazılı bir tezkere verilir Mehmet Muzaffer’e. İstanbul’a giden asteğmen Mehmet Muzaffer araştırmaları sonucunda Karaköy’de bir satıcıda istediklerini bulur. Fiyatlar fahiştir ancak anlaşmaya varılır.
Muzaffer Asteğmen para alabilmek için Erkanı Harbiye’nin yolunu tutar. Yazıyı okuyan Yarbay ” Ne alınacak ? “ diye sorar. ” Oto ve kamyon lastiği “ deyince kızar: ” Bak oğlum! Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput alacak para bulamıyorum, sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Hadi yürü git insanı günaha sokma. Para mara yok!
Ancak Mehmet Asteğmen görevi başarmak zorundadır. Çünkü elde Alman yardımı iki araç vardır ancak lastikleri yoktur. Savaşı kazanmak için de mutlaka lastik bulması gereklidir. Kara kara düşünerek Erkanı Harbiye’den çıkar. Beyazıt Meydanı’nda yürürken aklına bir çözüm yolu gelir. Doğru satıcının yanında alır soluğu. Paranın hazırlanmasının ertesi güne kaldığını söyleyerek malları sabah erken teslim alacağını bildirir. Kendisi de o gece sabaha kadar uğraşıp çini mürekkeplerle sahte bir 100’lük banknot hazırlar. Türk tarihinin ilk sahte parası böylece hazırlanmış olur.
Lastikler sabahın erken saatlerinde gemiye yüklenir ve Mehmet Asteğmen parayı verir. Gaz lambasının aydınlattığı ortamda paranın sahte olduğunu anlayamayan tüccar olayı ancak parayı bozdurmak istediğinde fark eder. Paranın üzerinde ise gerçek paralarda yazan “ Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır” ibaresi yerine “Bedeli Çanakkale’de şehitlerin kanı ile ödenecektir” yazılıdır. Lastikleri alan Mehmet Asteğmen ise çoktan Çanakkale’nin yolunu tutmuştur.
Mehmet Asteğmen bu görevi başarıyla bitirdikten sonra Gazze’de cepheye gider. Burada yaralanır. Kendisine verilen harp madalyasını ise “Ben sadece yaralandım. Buna sevindim, ancak harp meydanlarında arkadaşlarım kollarını bacaklarını kaybettiler. Bu madalya onların hakkı” diyerek kabul etmek istemez. Bir yıl sonra da Gazze’deki çatışmalarda şehit olur.
Sahte paraya gelince. Karaköy’lü Musevi tüccar olayın üzerine gitmez, ancak olay tüm İstanbul’a yayılmıştır. Olayı duyan Şehzade Abdülhalim Efendi, Yahudiyi buldurup değeri olan parayı öder ve sahte banknotu alır. Emniyet Müzesi’ne yerleştirilen ’ibretlik’para halen Polis Akademisi Polis Laboratuvarları Daire Başkanlığı’nda bulunuyor.
Kod adı köpek!
Geçen hafta bu köşeden durumuna dair bilgi verdiğimiz, daha doğrusu vatandaşlarla-belediye arasında elçilik yaptığımız Isparta’daki yaralı köpek var ya; Ertuğrul Özkan “yazınızda adı belirtilmeyen ve sadece ” KÖPEK “ diye belirtilen...” girizgâhıyla tepkisini de göstererek bir çözüm önerisinde bulunmuş.
( Doğru anladıysam Özkan’ın sitemi bana değil ama yine de -yoldan geçen bir vatandaşın görüp de halini aktardığı, adını bilmediğim- bir köpeği, “köpek” diye anarken umursamaz, küçümseyen bir tavır-niyet içinde olmadığımı belirtmek isterim. Benim için kod adı köpek olabilir ama çağrışımı “can” ! Hem keşke o kocaman isimlerini dilimizden düşürmediğimiz nice “insan” görünümlüyü de sadece “insan” olarak anabilseydik! )
Parantez içi açıklamadan sonra, gelelim Özkan’ın adını bilmediğim yaralı köpeğin çilesini sonlandıracak önerisine:
“Arka ayaklarını askıya alacak ve ön ayaklarıyla özgürce dolaşmasına, koşmasına yardım edecek bir aparat... İki adet uygun boyda tekerlek ile yapılacak olan askı sistemli bir nevi ’tornet’ile bu köpek rahatça normal hayatını sürdürebilir. Örnekleri www.youtube.com