Ergenekon'da 12. dalga!
Aslında 12. dalga da, diğer 11 dalga gibi.
Olup bitenlere kuşbakışı baktığımızda, 12 Eylül öncesinin sağ-sol çatışmasını, birilerinin Türkiye sathına ekmek istediği Alevi-Sünni fitnesini, yahut bir türlü başaramadıkları kardeş kavgası, Türk-Kürt çatışmasını görür gibi oluyor, eyvah diyoruz, farkında olmadan tarih tekerrür mü ediyor, yine birbirimize mi düşürülüyoruz? Çünkü, “Ergenekon” bahsinde de,Türkiye, tam da orta yerinden, çat diye ikiye bölünmüş durumda, herkes durduğu tarafı haklı görüyor, ötekini duymak bile istemiyor.
Örnek mi?
Verelim..
Geçtiğimiz günlerde TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na bağlı bir heyet, incelemelerde bulunmak üzere Silivri Cezaevi’ne uğradı. Orada yaşananları “Ergenekon” zanlılarından araştırmacı yazar Ali Özoğlu, toplumsalhaber sitesinde yayınlanan bir mektubunda, nasıl anlatıyor, kısaltarak, aktaralım:
“Koğuşumuzun büyüğü olarak ilk önce Mustafa Özbek ağabeyimiz konuşmaya başladı. Neden tutuklandığını ve ne ile suçlandığını bilmediğini anlattı. Yandaş medyanın kendisi hakkında yaptığı iftira ve yalan haber kampanyalarına karşılık hukuk savaşı başlattığını fakat dava ve soruşturma sürecinin gizlilik kuralını ihlal eden yayın kuruluşları hakkında savcıların neden işlem yapmadıklarını sordu..
(..) sonra ben konuşmaya başladım.
On binlerce askerimizin ve vatandaşımızın katili olan köpeği üç kişi Türkiye’ye getirmişti ama benim evim sabahın altı buçuğunda, otuza yakın polis tarafından basıldı. Aralarında kadın polis olmadığı için eşimin ve kızımın eşyalarını bile erkek polisler didik didik aradılar. (..) avukatımı aramama izin verilmedi. Yedi günlük gözaltı sonrasında (..) sorguya alındım. On iki saat süren sorgulama sırasında savcı gözlerini zor açıyordu ve ben de düşünce gücümü zorlayarak sorulara cevap vermeye çalışıyordum. Özel yaşamım ve ticari ilişkilerimin sorgulandığı mahkeme süreci birkaç dakikada sona erdi. Suçlanmadığım için kendimi savunamadım da. Tutuklanma kararımı benden önce yandaş medya öğrenmişti!
Dolayısıyla hakkımdaki iddiaların ne olduğunu hakimden değil yine yandaş medyadan öğrendim! Beni tutuklayan hakim kararını bildirdikten sonra; ’Üzgünüm sizi tutuklamak zorundayım’dedi. ’Neden’ diye sorduğumda, ’Bu kadar çok subay arkadaşınızın olması iyi bir şey değil!’ dedikten sonra, ’Askerlerden uzak durun’ uyarısında bulundu. (..) Benim dostlarım, ne tecavüzcü ABD askerleri ne de kalleş Rum subayları..
(..) Bu mektubumda kısaca yazdığım sorunlarımı anlatırken TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı defalarca
sözlerimi keserek bunları dinlemek istemediğini belirtti.”
Komisyon başkanı, AKP’li bir
milletvekili..
Yazılanlara göre hem dinlemeye gidiyor hem dinlemeye bile tahammül edemiyor! İşte bizim “ortadan ikiye çat diye bölündük” dememizin sebebi, bu.
Öyleyse?
Öyleyse, herkes durduğu yeri yeniden gözden geçirmeli, Türkiye’nin yakın geçmişini gözünün önüne şöyle bir getirmeli ve sormalı:
Yoksa o meş’um oyun yeniden mi sergileniyor ve ben de bu oyunun bir figüranı mıyım?