Ergenekon kumpasını kuranlar hesap verecek!

Ergenekon...

Davaya Türk destanının adını bilerek verdiler.

Kısa bir süre sonra başlayacak "çözüm süreci"nin de ayak sesleriydi aslında. Önce Türklük bilinci ortadan kaldırılmalıydı.

İtirazlara, tepkilere rağmen dönüş olmadı. Gençlerine, çocuklarına kendi destanını öğretmeyen zihniyet, o kutlu ismi "terör örgütü" olarak kayıtlara geçirdi.

Ne yapıldıysa geri adım atılmadı.

Sonrasında devreye o dönemki adıyla "cemaat"in yayın organları girdi. Taraf, bu gazetelerin başını çekiyordu. Her gün yalan haberlerle, yeni bir kumpas, yeni bir tezgâh kurarak birçok ismin hayatını kararttılar. Binlerce ailenin kaderini değiştirdiler.

Her şeyden önemlisi de toplumun her kesimine "korku" yaydılar.

Yayılan bu korku, "son kale" denilerek sık sıkıya korunan devlet kurumlarının da terk edilmesine yol açtı. İktidar destekli cemaat kadroları her yanı sarmaya başlamıştı.

Ancak operasyon "cemaat" ile sınırlı değildi. İktidara yakın tüm medya organları devreye girmişti. Manşetler atılıyor, saatlerce canlı yayınlar yapılıyor, onlarca insanın ismi açıkça yazılıyordu...

İftiralar o kadar ahlaksız ve kabul edilemezdi ki yıllarca vatan uğruna en zor mevkilerde görev yapmış asker ve polisler, gururlarına yediremediği için intiharı seçecek kadar incinmişlerdi.

"Ergenekon çetesi çökertiliyor" yalanı atılarak Cumhuriyet'in, Türkiye'nin kuruluş ayarlarıyla oynanıyordu.

Bugün, Atatürk ve Türklük denildiğinde geri adım atmayan ve dimdik duran gençler de bu süreçlerin sonucunda cesurlaştılar, susmamayı öğrendiler. Çünkü yalan ve iftira karşısında suskunluk ve korku bir çözüm olmuyordu. Aksine korkakların örgütlenmesine ve daha fazla saldırganlaşmasına yol açıyordu.

Ancak o günlerde böyle bir imkân yoktu. Dik durması gereken en hassas kurumlar bile "devlet adabı" diyerek yargılamalara yardımcı oluyordu. TSK'nın kozmik odasına girilmesine de "devlet"e saygıdan dolayı onay verilmişti. Ama unutulan bir konu vardı. Karşıda bir devlet yok; "paralel bir devlet" vardı.

İşte bu manzara doğru okunsaydı ve dönemin ilgili kurumları dik duruş sergileyebilselerdi bu mahluklar 15 Temmuz'a kalkışamayacaklardı.

***

Ergenekon; bir destandı, bir Türk destanıydı.

Bu destanın adını kirletenlerin ortak özelliklerinin Türklük ve Cumhuriyet düşmanlığı olduğunu da hiçbir zaman unutmamak gerekiyor.

Gel gelelim yıllardır kapatılmayan "Ergenekon Davası"nda savcı mütalaasını açıkladı ve "Ergenekon diye bir terör örgütü yoktur" dedi.

Ama durmadılar, cemaat-iktidar kavgasında iktidardan yana saf tutanlar bu karara çok ses çıkarmadılar. Halbuki o günlerde kumpası kuranlar ta kendileriydi. Hatta bazıları utanmadan FETÖ'nün kumpası bile demeye başladılar. Oysa o günlerde kendileri de kumpasın bizzat içindeydi.

Atatürk'e hakaretleriyle bilinen bir gazete ise tıpkı Danıştay saldırısı öncesinde yaptığı gibi Ergenekon mağdurlarının fotoğraflarını yayınlayarak "aklanamazlar, suçlular" manşetleri atmaya devam ediyor.

FETÖ'nün yayın organları hâlâ hayatta olsaydı aynı bu başlıkları atarlardı.

Bu durumda değişen nedir?

Zihniyet aynı, capcanlı duruyor.

İnsanları sınıflandıran, toplumu bölen, Türkiye'nin değerlerine saldıran her şey capcanlı!

Ergenekon'da binlerce insanın mağduriyetinden tatmin olmadınız mı?

FETÖ'nün devlet kurumlarını ele geçirip darbeye kalkışmasından tatmin olmadınız mı?

Türk demokrasinin 20 yıl geriye gitmesinden tatmin olmadınız mı?

***

Çok fazla söze, çok fazla cümle kurmaya gerek yok aslında.

Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlar, binden fazla şehit verdiğimiz "çözüm süreci" ve 15 Temmuz'a giden sürecin en temel geçiş aşamalarıdır. Bu süreçlere destek veren kişiler, kurumlar ve yayın organları da "darbe suçundan" yargılanmalıdır.

Ama görünen o ki birileri hâlâ Ergenekon'un varlığını iddia edecek kadar, Türkiye'ye operasyon çekme hevesinde. Sırtlarını dayadıkları güçten dolayı da herhangi bir korkuları yok.

Her gecenin sabahı, her karanlık yolun bir aydınlığı vardır.

Zulüm, iftira ve yalanla Türk milleti hiçbir zaman terbiye edilmemiştir, edilemez.

Yazarın Diğer Yazıları