Erdoğan’ın ittifak oyunu
Erdoğan, referanduma hayır diyen muhalefeti terör örgütüyle ittifakla suçluyor. Peki sadece teröristlere özgürlük ve dokunulmazlık öngören “açılım paketi”ni CHP ve MHP mi hazırladı?
Başbakan referandumda vatandaşlardan “Evet” oyu kullanmalarını isterken, böyle bir “strateji” izliyor...
Diyor ki: Anayasa değişikliğine CHP karşı çıkıyor. MHP karşı çıkıyor. BDP karşı çıkıyor. Bir kısım medya karşı çıkıyor.
Karanlıktan medet uman çeteler karşı çıkıyor. Statükoya sırtını dayamış, tuzu kuru seçkinler karşı çıkıyor. Bir de terör örgütü karşı çıkıyor. Bundan daha açık, net ne olabilir? CHP, MHP, BDP, YARSAV, terör örgütü bir araya toplanmış. Kime karşı, ’Evet’ diyenlere karşı... Bu ittifaktan Türkiye menfaat sağlayabilir mi?”
* * *
Başbakan’ın amacı belli:
Bu sözlerle, CHP’yi ve MHP’yi ayrılıkçı teröristlerin “yol arkadaşı” gibi gösterip, saf vatandaştan oy almak...
Peki; bu doğru mu?
Habur’da teröristler için özel mahkemeleri CHP ya da MHP mi kurdurdu?
Sadece teröristlere özgürlük ve dokunulmazlık öngören, başka da hiçbir toplumsal sorunu çözmeyen “açılım paketi”ni bu iki parti mi hazırladı?
* * *
Evet; Başbakan’ın saydıklarının hepsi bu referanduma karşı çıkıyor...
Ama farklı farklı gerekçelerle!
CHP’nin tavrı zaten net; tüm endişelerini ilk günden beri söylediler. İstedikleri olmayınca da Anayasa Mahkemesi’ne gittiler:
“Değişiklik paketinden yargıyla ilgili düzenlemeler getiren üç maddeyi çıkarın... Çünkü bu düzenlemeler yargının iktidar tarafından kuşatılmasını öngörüyor. Bunu kabul etmemiz mümkün değil... Ama bunun dışındaki tüm maddelere ’Evet’demeye hazırız...” MHP de tavrını açık koydu: “Bu paket, yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracak ve terörle mücadeleye büyük darbe indirecek...”
* * *
YARSAV’a, aydınlara ve benim de içinde olduğum “bir kısım medya”ya gelince... Bizim karşı çıkış nedenimiz ise, aslında tamamen referandum tekniğiyle ilgili:
“Onlarca farklı düzenlemeye vatandaştan sadece ’Evet’ya da ’Hayır’ demesini istemek hem mantıksız, hem de haksız bir taleptir... Maddeler tek oylanmalıdır. Hiçbir gerçek demokrasi, böylesine toptancı bir oylama yöntemiyle halkı zor durumda bırakmaz...”
Kısacası, Başbakan’ı “temiz siyaset” yapmaya davet ediyorum.
Peki; o bu “davet”i umursar mı?
Tabii, tabii!
* Mustafa Mutlu / Vatan
+++++
Yüzde 10’la sınav..
Demokrasi demokrasi diyenler.. Demokrasi konusunda atılacak bir adıma bile kurban olacağını söyleyenler.. Atılan her adım hiç adım atmamaktan daha iyidir söylevleri çekenler.. Yüzde 10’luk seçim barajına gelince takılıyor.. Bu da demokratikleşmenin olmazsa olmaz koşulu deyince kem küm başlıyor.. Dedikleri şu; yüzde 10 insin ama yanında da şu olsun, bu olsun, hepsi bir arada olsun, olmazsa olmasın..Eee.. Hani atılan bir adıma bile kurban olurdunuz.. Yüzde 10’un yüzde 7’ye indirilmesi demokratikleşme konusunda atılan bir adım değil mi? O zaman kem küm neden!
* Mehmet Tezkan / Milliyet
+++++
Lale Mansur’un Nihat Doğan’dan farkı var mı?
Alın işte Lale Mansur... Ağabeyinden aparttığı yüzeysel politik kimliği ve Cihangir çevrelerinden bulduğu arkadaşlarından duyduğu birkaç cümleyle epey bir zamandır ‘isyankar sanatçı’ gibi pazarlanır durur. Oysa aslında bu üzerinde çalışılmış ve içi boş bir imajdır. Ancak lobicilik, dostluk, ilişkiler bu eksikliğin üzerini örter, Lale Mansur’u çok entelektüel bir figürmüş gibi yansıtır. Halbuki çok sığ ve bilgisizdir; televizyonlara çıkıp ya da gazetelere siyasi demeçler verince bu durum hemen anlaşılır. Dün Habertürk’ün soruşturmasına yanıt verenlerden biriydi. ‘En ideal, en eksiksiz, muhteşem bir anayasa hazırlanacağına’ inanmıyormuş ama yine de evet diyecekmiş! Kendisine hiçbir şey demiyorum, sadece bir diğer evet’ çi sanatçının Nihat Doğan olduğunu hatırlatıyorum. Onun gerekçesi de ‘Belki değişim için yetmese de evet diyeceğim.’ İkisi de aynı şeyi söylüyor... Bir yanda Nihat Doğan, bir yandan Cihangir’in gururu Lale Mansur... Var mı bir farkları? Diyorum ya AKP turnusol kağıdı gibi... Lale Mansur’un toplumdaki asıl yerinin Nihat Doğan’ın yanı olduğunu bile gösterdi ya...
* Oray Eğin / Akşam
+++++
Cümleten anayasafiyet olsun
Kılıçdaroğlu’nun, Malatya’ya Ordu’ya gidip “bu anayasa kayısıya çare olacak mı, fındığa çare olacak mı?” diye sormasına sinirlendi. Başbakanımız... “Hatay’a gelse künefeye çare olacak mı diye soracak, Adana’ya gelse kebaba çare olacak mı diye soracak, çünkü bunlar anayasa ile yemek kitabını birbirine karıştırıyor” dedi.
Halbuki... “Anayasa maddelerini toptan oylarsak, domatesle patatesi karıştırmış olmayacak mıyız?” diye soranlara ne cevap vermişti Cemil Çiçek?
“Domatesle patates birlikte olmazsa, yemekte lezzet olmaz!”
“Cemil Usta” bi nevi...
Hukuki damak tadı tarifleri.
Başbakanımız kızacak ama...
“Dolma” iki kez geçiyor anayasada.
“Türlü” desen, 16 kez geçiyor.
Cumhurbaşkanımız, yüksek yargıyı “sofra” sında toplayıp, “mantı” yedirirken... AKP’li Kürşad Tüzmen, oylama sırasında “suşi” ısmarlamış; avacado roll, Çin böreği, Thai usulü fesleğenli dana, kappa maki, Pekin usulü ballı ceviz ikram etmişti milletvekillerimize.
Dengir Mir Mehmet Fırat, “Türkiye’de parti kurmak, turşu kurmaktan bile kolaydır” demişti. Uzatmayayım... Kimi “tatsız tuzsuz” buluyor, kimi “ekşi” diyor... Laf “salata” sından ibaret olduğunu söyleyen de var, milletin karpuz gibi ikiye yarıldığını tespit eden de.
Bu arada...
Siz anayasayla manayasayla meşgulken, kaşla göz arasında genetiği değiştirilmiş 25 organizmanın daha memlekete girişine izin verildi. Mesela, çocuklarımızın bayıldığı kızartmalık patates, artık GDO’lu... Tarım Bakanlığı’nın oluşturduğu Bilimsel Komite(!) onayladı... Şekerpancarı üretimini sınırlayan arkadaşlar, genetiği değiştirilmiş şekerpancarı ithaline izin verdi. Ne diyelim...
Cümleten anayasafiyet olsun.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++++
Cin şişeden çıkınca olur böyle şeyler
Diyarbakır Belediye Başkanı’nın “Belediyemizin önünde Türk bayrağının yanında bir de Kürt bayrağı dalgalansa ne olur” sözlerine Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, kendi üslubuna pek yakıştıramadığım bir yanıt verdi:
“Organları yer değiştirmiş bir adam yerli yersiz konuştu!”
Belli ki Cemil Çiçek çok sinirlenmiş.
Ben de neden sinirlendiğini anlamakta güçlük çektiğimi söylemeliyim.
Geçtiğimiz yaz “Kürt açılımı” diye yola çıkıp sonra bunu “demokratik açılım” a , en son olarak da “milli birlik ve beraberlik projesi” ne çevirirken günün birinde bunun söylenebileceğini düşünmemiş olmalarını yadırgadım.
Sadece Cemil Çiçek’in bu sözleri bile “açılım” diye yola çıkan bir partinin, bu işin başını sonunu çok iyi düşünmediğini ortaya koymaya yeter.
O günlerdeki konuşmaları yeniden hatırlayalım: Memleketimize sınırsız bir demokrasi gelecek, herkes fikrini açıkça söyleyebilecek, Kürtlerin temel insan haklarından kaynaklanan hakları verilecek ve böylece terör örgütünün gücü azalacak, terör tamamen bitmese bile etkisini kaybedecekti. Elbette bu demokratik ortamda ayrılıkçı fikirleri seslendirenler de çıkacaktı ama artık mesele demokratik zeminde çözümlendiği için ve silahla dayatılmadığı için fikirlerden korkmayacaktık!
En başından beri söylediklerimizin haklı olduğu ortaya çıkıyor: Hükümet ne olduğunu kendisinin de pek bilmediği bir “açılım” başlattı ve şişeden cini çıkarttı. Şimdi nasıl geriye sokacağını bilmiyor.
* Mehmet Y.Yılmaz / Hürriyet
+++++
Öğrenciler ve Orhan Pamuk
Bir süre önce bir grup Amerikalı öğrenci Habertürk’ü ziyarete geldi. Öğrencilerle odamda sohbet ettik. Sordum “Türkiye’yi nasıl buldunuz” diye. “Çok şaşırdık” dediler. “Avrupa’nın pek çok yerinden daha modern, daha güzel ve daha zengin. Çok aydınlık bir görüntüsü var” dediler. “ Şaşıracak ne var bu kadar” diye sordum. “Orhan Pamuk’u okumuştuk ve böyle beklemiyorduk” dediler. İlginçtir 15 öğrencinin 14’ü Orhan Pamuk’un kitaplarının çoğunu okumuştu. “Ne bekliyordunuz” dedim. “Orhan Pamuk’u okuyunca gri, neşesiz, her yerde askerlerin kol gezdiği, baskıcı, eğlencesi olmayan, insanların mutsuz göründüğü, karanlık bir ülke bekliyorduk. Ama tam tersini bulduk” dediler.
“Şimdi ne düşünüyorsunuz?” dedim. “Orhan Pamuk’un yalancı olduğunu, ülkesini karaladığını düşünüyoruz” dediler... Pamuk’a için için kızdım. Nobel ödüllü tek yazarımızın Türkiye’nin imajına yaptığı katkı buydu. 15 genç Amerikalı gazeteci adayının gözünde. Onlar Türkiye’yi gelip gördüğü için şanslıydık. Ya gelmeyip sadece okuyanlar!
* Fatih Altaylı / Habertürk
+++++
Amerikalı Ermenilerin nafile davaları
Eğer Türkiye’de hâlâ devletin geleceğini düşünen ve çıkarlarını kollayan birileri varsa, o devlete varlığını adamış bir “monşer”in (*) yazıp şahsıma teslim ettiği “özel haber” niteliğindeki bu makaleyi okumalıdır. Türkiye’nin çok önemli bir sorununa çözüm içeren makale, “monşer”lerin “hemşer”lerden niçin üstün, çünkü bilgi ve birikim sahibi olduklarını da açıklamaktadır: “Los Angeles’ta ABD vatandaşı Osmanlı Ermenilerinin 1923’ten önce Türkiye’de bıraktıkları malların tazmini konusunda Türkiye’ye dava açtı. Oysa Türkiye ABD ile 23 Eylül 1937’de yaptığı anlaşma gereği, bu ülkede Türkiye’den tazminat talep edenlere gerekli ödemeyi yaptı. Türkiye bu paraları yılda 100 bin dolarlık taksitlerle 1938- 1944 yılları arasında ödedi. ABD Hükümeti de ABD uyruklu hakiki ve hükmi şahıslar ile ilgili tüm borçların ödendiğini kabul ederek, 1923 öncesi dönemi için Türkiye’den başka tazminat talebi olmadığını bildirdi. Bu durumda, yeni açılan davada Ermeni avukatların asıl amacının propaganda olduğu söylenebilir. Türkiye bu propagandanın önünü, bu anlaşma ve raporla kesebilir.”
* Mine G.Kırıkkanat / Vatan
+++++
MİNİ YORUM
Hasan Iğsız’la gurur duymak...
1. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız’ın ifadeye çağrıldığı haberi üzerine e-posta kutusuna yığılan mesajları okuyorum. Herkes mutlu! Kamera şakası mı diye sağıma soluma bakıyorum; değil. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin herhangi bir ferdine “umut” bağlaması için, o kişinin Türkiye Cumhuriyeti yasalarına karşı geldiğinin iddia edilmesi gerekiyor artık. Ümraniye ile başlayan davalar zincirine dahil olmak, toplum gözünde suçlanmak değil “aklanmak” anlamına geliyor. Bu ironi, yorum değil durumun ta kendisi.