Erdoğan'ın hortumu!
Yazı başlığının tam oturup oturmadığından emin değilim ama gazetelerde dün yer alan, “13 santimlik hortumu böbreğinde unuttular!” başlıklı haber ile Erdoğan’ın, “Patronlar aleyhimizde yazan gazetecilere kapıyı göstersin!” çağrısı arasında bir ilgi var gibi.
Hatta “gibi”si fazla, var..
Önce “hortum” haberini özetleyelim.
Üniversite hastanelerinden biri 11 yaşındaki E.K’yi ameliyat ediyor, böbreğinde 2 santim çapında 13 santim uzunluğunda bir hortumu unutup yarayı kapatarak evine gönderiyor. Bir müddet sonra sıkıntı başlıyor, uzamayalım, görülüyor ki, böbrekte kocaman bir hortum unutulmuş. Acılar içersinde kıvranan kızcağıza ve evlatlarının acısı ile, “Olur mu böyle şey?” diye sesini yükselten anne babaya ameliyatı yapan doktorlar, “Sakın ha ağlayıp sızlamayın, yoksa devlet malını zimmete geçirmekten hakkınızda dava açarız, sizi gidi hırsızlar!” derse ve dediklerinde bu ne kadar doğru, mantıklı ve vicdanî olursa, Başbakan ve hükümet üyelerinin de milletin canını yakıp, mesela ilaca ve ekmeğe bir kucak, mücevhere sıfır KDV uygulayıp, yine mesela AKP’ye oy vermeyenlere “kanı bozuk” deyip ondan sonra da, “Her şeyi yazarak milletin moralini bozmayın” demeleri, demekle kalmayıp bu konuda kalem oynatan köşe yazarlarını işten atın diye patronlara aba altından sopa göstermeleri de işte o kadar doğru, o kadar mantıklı ve o kadar vicdanîdir.
Şahsıma söylüyorum ne gazetecilik ne “Patron falan dinlemem!” konularında iddialı biri değilim, patron yazma der, yazamazsın. Ahmet Taşgetiren Yenişafak’ta hükümet icraatına şöyle bir dokundu, yazamadı, “Ben dokunurum arkadaş!” diyebildi mi, belki dedi, ama patron Taşgetiren değil Albayraklardı, dedirtmedi! Bir tek şunu söyleyebilirim: İnanmadığım şeyi yazmam. Evet, gazetecilikte iddialı değilim, çünkü zamane gazeteciliği ile boy ölçüşmem mümkün değil. Meselâ Taraf gazetesi PKK militanlarının Habur’da birkaç saat sorgulandıktan sonra serbest bırakılacaklarını daha militanlar Kandil’den inmeden bir gün önceden bilebiliyor. Ben nasıl bilebilirim ki hâkimlerin bir gün sonra, “Asla pişman değiliz, PKK’lıyız, Öcalan’ın talimatı ile geldik!” diyen teröristleri, “Yok siz iyi çocuksunuz!” diyerek serbest bırakacaklarını? Rüyamda görsem hayra yormam. Hatta hâkimler, “Hişt, gel kulağına bir şey söyleyeceğiz, biz yarın PKK’lıları serbest bırakacağız!” diye fısıldasalar, “Kesin dalga geçiyorlar!” derim.
TRT de gazeteciliği ile yarışamayacağımız kurumlardan biri maşallah.
Ne zaman ki Ergenekon savcıları birinin evini basacak, TRT iki saat önceden, “Polisler falankesin evinde!” diye duyurmaya başlıyor, aslında o anda evinin arandığı söylenen kişi TRT’den duyup kendisini arayanlara derdini anlatmaya çalışıyor, “Ekmek çarpsın ki evde benden başka kimse yok, yenge de yazlıkta!” diye.
“Balyoz” operasyonunda TRT’miz iki saatlik “atlatmasını” tam dört güne çıkardı. Bu da kendisini, “Sen bunları nasıl bilebiliyorsun?” diye eleştirenlere, “Tutuklama haberlerini herkesten önce verdik diye bizi kıskanıyorsunuz!” açıklaması ile ortaya çıktı. Mehmet Tezkan da haklı olarak, “Bir kere tutuklama değil gözaltı” dedi ve hatırlattı: “Tutuklamayı hâkim yapar. Demek ki tutuklama çıksa, TRT hâkimlerden bile önce bilmiş olacak. İki saat değil, üç gün önceden!”
Hakikaten öyle oldu. Taraf bir gün önceden bilmişti hâkim kararlarını. TRT tam dört gün önceden bildi.
Biz bunlarla nasıl yarışabiliriz ki.