Erdoğan’ın ‘devlet’ dediği...
Başbakan Erdoğan bir yandan danışmanını Kandil’e ve İmralı’ya gönderiyor, diğer yandan, “PKK ile siyasi iktidar değil, devlet görüşür” diyor.
İyi de, “devlet” nedir, “iktidar” nedir?
Devlet, halk, ülke ve egemen bir siyasi otorite birlikteliğinden oluşan bir örgütlenmedir. Türk halkı, Türkiye’de egemen bir siyasi otorite olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuş, bunu bütün dünyaya kabul ettirmiştir. Devlet, ülkesindeki bütün insanların hak, görev ve sorumluluklarını, davranışlarını kontrolü altında tutar. “Kırmızı ışıkta geçme” der. “Askerlik yap, vergi ver” der. “Şu kadar çalışır şu kadar prim yatırırsan emekli olacaksın” der. Bu haliyle devlet, okuldur, vergi dairesidir, ordudur, polistir, hastanedir, mahkemedir, alt ve üst yapı yapan kurumlardır. Yani devlet toplumdaki bütün siyasi kurumların soyut toplamını ifade eder.
Erdoğan’a göre bu kurumlardan ilgili olanlar “kendiliğinden” gidip İmralı’da Öcalan’la, Kandil’de tetikçilerle görüşüyor, bu mümkün mü? Değil, çünkü bu işlerin başlayabilmesi için bir “karar verilmesi” lâzım. Karar verilmesi için de bir “karar verici” gerekiyor. İşte burada “karar verici” siyasal iktidardır. Çünkü, hükümet, devletin icra organıdır. Zaten öyle de olmuştur, Erdoğan, daha sonra MİT Müsteşarı olarak atayacağı danışmanına, “Git şu görüşmeleri yap” demiş, böyle dediğini de itiraf etmiş, “Ben bu emri verdiğim adamı yedirmem” diye de görüşmeleri eleştirenlere, boşuna heveslenmeyin mesajı vermiştir. Artık biz alıştık, Erdoğan görüştüğü kişiler için rahatlıkla “görüşmedim, tanımam” diyebildiği gibi kendini işine geldiğinde “hükümet” işine gelmediğinde “devlet” yerine koyabiliyor.
Şu günlerde yine aynı şeyleri söylemekte, söyletmekte: Devletin çıkarları için devletin kurumları PKK ile görüşür, amaç terörü bitirmekse, bu görüşmeler yapılacaktır. İnsan bu sözleri dinlerken sanki bu geliş-gidişler onları hiç ilgilendirmiyormuş gibi bir hisse kapılıyor. Kardeşim “siyasi iktidar” niye vardır? Son karar mercii siyasi iktidar değil midir? Sen “görüş” dememiş, yani talimatı sen vermemiş olsan bu görüşmeleri yapmaya kim cüret edebilir? “Görüşme” dediğin, tarafların karşı karşıya oturup birbirlerini “görmeleri” olmadığına, karşılıklı teklif ve tehditler masaya konulduğuna ve bu teklif ve tehditlerin bir faturası olacağına göre, faturanın altındaki imzayı kim atacak? MİT’in Türkiye’yi federasyonlara bölme yetkisi ve gücü var mı? Asker, kafası estiğinde sınır ötesi harekât yapabilir mi? Bunların hiç biri mümkün olmadığına göre, yani, devletin devlet olarak bu tür işleri yapamayacağı hukuken ortada ve yine bütün görüşmelerin sonucu dönüp dolaşıp sana, yani hükümete geleceğine göre, böyle alavere dalavere laflara ne gerek var? Sizin derdiniz milletin gözünü boyamak mı yoksa akan kanı durdurmak mı? Elbette kanı durdurmak diyeceksiniz. Millete hakikati söylemeyerek millete nasıl iyilik yapacak, akan kanı nasıl durduracaksınız. Yalanın üzerine bina edilen bir hakikat dünyanın neresinde görülmüş?
***
“Devlet” demişken, bir pencere daha açmak istiyorum. Türkiye’de devletle ilgili o kadar çok görüş ve o görüşler istikametinde yapılanmalar var ki, şaşırmamak elde değil.
Burada iki tanesini hatırlatmakta fayda görüyoruz. Bir grup var ki “devlet” deyince 1940’lardaki CHP zihniyetinin olduğu gibi devamını arzuluyor. Bu zevat ateizmin bütün boyutlarına alabildiğine açık, İslâmi olan her şeye toptan kapalı.
“Devlet” denildiğinde Osmanlı’dan ilham alanlar ise Türkiye’nin mozaik olduğunu; Osmanlı’nın İslâm hoşgörüsü ile çeşitli dil ve ırktan insanları yüzlerce yıl bir arada tuttuğunu, bugün de böyle yapılması gerektiğini söylüyorlar. Bu görüşe solun bazı kesimlerinden de destek var.
Birincilere Yugoslavya’nın, ikincilere Balkan bozgunundaki Osmanlı’nın akıbetini hatırlatmakta fayda var.