Erdoğan’ın balkon konuşmasının anlattıkları
Erdoğan cumhurbaşkanı seçildiği gece bir balkon konuşması yaptı. Konuşmasında PKK’ya “yeni Türkiye ile ilgili mesajlarını” yolladı. Artık kesin yenilmişlik psikolojisi içinde olan kitleler Erdoğan’ın ne söylediği ile ilgilenmiyorlar bile. Ondan dolayı çok üzerinde durulmadı. Oysa 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nden Merve Önenli, balkon konuşmasının kısa bir analizini yaptı ve PKK’ya verilen mesajları da tespit etti. İşte Önenli’nin analizi:
“Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra yaptığı klasikleşen balkon konuşmasında seçilmenin verdiği mutlulukla kardeşlik, eşitlik mesajları verdiğini duydu kulaklarımız. Balkon konuşmalarında ifade edilenlerin zıttı icraatlar yapıldığını, birlikten ziyade ayrıştırılmaya yönelik söylemlerin, eylemlerin temelini oluşturduğunu, oy veren de vermeyen de her vatandaş bizatihi yaşadı. Zaten seçimlere kadar yürütülen çalışmaların felsefesinin, sonuca ulaştıran her yolun mubah olduğu mantığı üzerine kurgulandığını artık herkes anlamıştır. Seçim sonrasında da bu felsefenin sürdürüldüğü de ayrıca görülmektedir.
Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak ne tarz icraatlar planladığının ilk sinyallerini balkon konuşmasında verdi. Bu mesajın en önemlilerinden birisi; “Milletimiz bize yeni anayasayı uzlaşmayla, anlaşmayla yapma mesajı verdi. AKP’nin 330 milletvekilinin altında kalması, yeni anayasa projesinden vazgeçme gibi bir sonuç doğurmayacaktır. Yeni anayasa bütün kimlik taleplerini karşılayacaktır. Milli birlik ve kardeşlik sürecine hız vererek annelerin gözyaşlarını dindireceğiz” sözleriyle iletildi bizlere. Buradan anlamamız gereken önemli emarelerden bir tanesi, “demokratik açılım” adı altında yürütülen proje kapsamında, Abdullah Öcalan’ın
“yol haritasında” ifade ettiği hususların hayata geçirileceğidir. Bunu anlamak için balkon konuşmasını irdelememize de gerek yoktur. Zaten gerek Erdoğan, Ceylanpınar’da PKK tarafından gerçekleştirilen eylemi PYD’yi PKK’dan ayrı tutarak, PKK’yı aklama çabasını göstermesiyle gerekse de İçişleri Bakanı Efkan Ala, PKK’nın ayrılma gibi bir niyeti olmadığını vurgulayarak bize bunun sinyallerini çoktan vermiştir.
“Bize oy vermeyenlerin yaşam tarzlarını korumayı şerefimiz sayacağız” şeklindeki sözleri de ister istemez Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma ofisinden, vapurdan inen vatandaşlara bakarken düşündüklerine ilişkin, TBMM’de grubuna hitaben yaptığı konuşmasını akıllara getiriyor.
Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarının tüm bölgeye istikrar ve barış getirmesi yönündeki temennisi de dış politikadaki sıfır sorun hedefinin, Türkiye açısından nelere yol açtığını hatırlatınca insanın tüylerini ürpertiyor. Ayrıca yoksulun, memurun, çiftçinin kendisinin seçilmesiyle kazançlı olduğunu söylemesi de devlet kadrolarında gerçekleştirilen parti kadrolaşmasını, çiftçinin yeri geldiğinde anasını da alarak gitmesi gerektiğini, yoksulun da gerektiği zaman sessiz sedasız zamanından önce ölmesini hatırlatıyor nedense. Seçim sürecinde mezhepçi, ayrılıkçı bulanık zihniyetten oy alabilmek için Türkiye’yi parçalara bölerken balkon konuşmasında, 74 milyonun kazandığını ifade etmesi de çelişkiler dünyamızı renklendiriyor adeta. “Birinci olduk çünkü kimseyi dışlamadık, ayırmadık” derken Gezi Olayları esnasında kendi dinci gençliğinden olmayan; okuyan, eleştiren, sorgulayan gençliği, çapulcu olarak nitelemesini, hayatını kaybeden gençlerimizin annelerine yönelik yaptığı konuşmaları nasıl unutabiliriz. Ya da eğitim de kadın-erkek eşitliğini temelden sarsacak kız-erkek öğrencilerinin ayrı ayrı eğitilmesi konusunda oğlu Bilal’in, zihni sinir projeleri hangi eşitlik sorusunu sordurtuyor bizlere.
“Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır, milletimizden aldığımız yetkiyle milletimiz daha ileri standartlara kavuşacak” sözlerinin altında, “seçildiğim için meşruyum bu nedenle de beni seçtiğiniz için otomatik olarak yapacaklarım, alacağım kararlar, toplumun her kesimince kabul edilmese de meşru olacaktır.” dayatmasını net bir şekilde okuyabiliriz.
“Kibirden her zaman sakındık, daha mütevazı olmanın gayreti içerisinde olacağız” derken Soma’ya gittiğinde yanında bulunan koruma ordusunu mu yoksa hızlı trene eşlik eden kobraları mı hatırlatsak kendisine acaba? Ya da protesto etti diye Osmanlı tokadını çok görmediği Somalı vatandaşı mı, 21. yüzyılda gerekli önlemlerin alınması halinde gerçekleşmeyecek Soma’daki maden kazasını, 18. yüzyıl Amerika’sından verdiği örnekle ve maden işçisinin kaderinde ölmenin fıtratının olduğu felsefi düşüncesini mi hatırlatsak kendisine?..