Erdoğangate
Başbakan’ın Yunanistan ziyareti sırasında imzalanan anlaşmalar daha önce başka olaylarda olduğu gibi tüylerimi diken diken etti. Gerçi Potamyalı Başbakanın ecdadı nasıl Fener Patriğinin İstanbul’da devlet kurmasından rahatsız olmadıysa anlamak güç ama neyse o da başka yazıya.
Gelelim anlaşmalar konusuna. Hatırlarsanız bu iş önce Irak ile başladı. Başbakan onları da suç ortağıymış gibi tüm bakanlarını peşine takıp 2008 yılında Bağdat’a gitti ve 40 anlaşma imzaladı. Ardından İran ile sayısını şimdi pek hatırlayamadım, sonra Suriye ile 51, takiben Rusya ile 17 ve son olarak Yunanistan ile 22 anlaşma. Pakistan ile öteki Arap ülkeleri ile imzalananları artık saymıyorum bile.
Bu ziyaret ve anlaşma gösterilerinde ilgi çekici nokta Erdoğan anlaşma masasına oturunca önce herkese vize kolaylığı teklif ediyor. Almanya Başbakanına da aynı çalımı yaptı ama Almanlar yemedi. İkincisi sanki adam çok demokrat lidermiş gibi yabancı başkentlerde ortak bakanlar kurulu toplantısı yaptı. Yahu o bakanları kapının önüne koyarım diyen siz değil misiniz? Aynı Arap ülkelerinin sabah birleşip, öğleden sonra da ayrılmaları gibi. Nede olsa Arap anlayış ve kültüründe bir hükümet işbaşında.
Sonuç olarak AKP beş kuruşluk hükmü olmayan sayısız belge ve anlaşma imzaladı. Çok merak ediyorum Türk basını neden bu anlaşmaların geliri ve giderini hesaplamaz? Acaba ileride bu ülkeyi biz de idare ettik diye tarihe not mu düşüyor? Anlamak mümkün değil. Ben bu kadar yıllık gazeteciliğimde doğru dürüst hiçbir batı ülkesinin birden fazla anlaşma imzaladığını hatırlamıyorum. Bizimki tam bir şark mantığı ve kafası.
Şimdi anlatacağım bir başka olay Türkiye’de son yıllar ve günlerde yaşananlara benziyor. Umarım birileri kıssadan hisse çıkarır. ABD’de Haziran 1970’de başkent Washington’da Demokrat Parti Ulusal Merkezi’nin Watergate otelindeki odalarına, “tesisatçı” takma adlı bir grup elemanları dinleme aygıtları yerleştirir. Beş kişilik bu ekip içinde CIA ve FBI’dan emekli ajanlar, Cumhuriyetçi Partiye yakın Castro aleyhtarı kişiler vardı. Aslında “tesisatçı” adlı grup Beyaz Saray’dan gizli bilgi sızıntılarını önlemekte kullanılırmış.
Dinlemeye takılan seçim taktiklerine karşı hazırlanan planla Nixon 1972’de silme seçimi alır. (Aynı AKP’nin seçim kazanması gibi.) Ancak Nixon ekibinden bir kişi Washington Post gazetesinin iki genç muhabirine haberi sızdırır. Olayı araştıran muhabirler haberi yayınlamaya başlayınca seçimlerden iki ay sonra Demokrat Parti bürosuna giren beş kişi tutuklanır, yargılanır ve mahkûm olur.
Ardından ABD Senatosu özel savcı atayarak konuyu soruşturmaya başlar. Savcının işini iyi yapmasına karşı Nixon, Adalet Bakanına özel savcıyı işten atma talimatı verir. Ancak bakan bunu başaramaz. Aynı bizdeki gibi, ABD Başkanı soruşturma komisyonlarına montajlanmış, kesilip yapıştırılmış Beyaz Saray bantlarını gönderir ama Kongre araştırma komisyonu teknik uzmanları bunu yutmaz.
Sonuçta olay büyür, yüce divanda yargılanma tehlikesi karşısında Nixon istifa eder. Yerine yardımcısı yani Başkan yardımcısı olan Gerald Ford geçer. Ford işbaşına gelince ilk olarak Başkan Nixon’u affeder. Tabii tüm olay bağımsız bir parlamentoda gerçekleşir. Yani yürütme kontrolü altında olmayan yasama ve yargının, yürütmeyi denetlemesi bu fırsatı yaratır.
Gelelim Baykal olayına. AKP bu teyp olayından nemalanmak isterken bence zarar gördü, kendi ayağına ateş etti. AKP iktidarı sırasında yaygın hale gelen mahkeme kararı olmaksızın dinlemeler, yargı üzerindeki baskılar, yasama üzerindeki yürütme kontrolü o kadar Watergate’i, Nixon’da Tayyip Beyi andırıyor ki. Bir kere Tayyip Bey ne zaman belden aşağı vursa destek oyundan yüzde bir eksiliyor.