Erdoğan'a yazılan mektup ve İncirlik'in kapatılması
Bir yanda Ecevit-Clinton görüşmesinin fotoğrafı diğer yanda ise Erdoğan'ın Bush ile yaptığı görüşmenin karesi, "Nereden, nereye" başlıkları…
Sonrasında, "Ecevit, el pençe divan duruyordu, bakın Erdoğan'ın duruşuna, oturuşuna, lider dediğin böyle olur" mealinde köşe yazıları…
Tüm bu skandallar, iktidar medyasında parti propagandasına dönüştürülüyordu.
Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD temasları öve öve bitirilemiyordu. Bu övgü yapılırken "eski Türkiye" denilerek yine birilerine sataşılıyordu.
Havuz medyasının gözünün içine baktığı Erdoğan da o fotoğrafla ilgili şu yorumda bulunmuştu:
"Ecevit'in Clinton karşısındaki hali gözümün önünden gitmiyor. Ben bu milletin temsilcilerinin, Amerika'nın başkanının tırabzana oturup kendisinin de el pençe divan durmasını kabul edemiyorum."
Sonrasında Erdoğan-ABD ilişkilerinde çeşitli virajlar oldu.
31 Temmuz 2012 tarihinde Beyaz Saray'dan Obama ve Erdoğan'ın telefon görüşmesine ilişkin bir fotoğraf yayınlandı. Fotoğrafta, Erdoğan ile konuştuğu görülen Obama beyzbol sopasını tehditkâr bir şekilde elinde tutuyordu.
Hükümet medyası konunun üzerine düşmedi.
Ama yayınlanan o fotoğrafla, saygısızlık Erdoğan'a değil, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na yapılmıştı.
Aradan yıllar geçti, ABD halkı, Trump isimli bir soytarıyı başkanlık koltuğuna oturttu. O günden beri de dünyadaki geleneksel siyaset adeta yerle bir oldu. Abuk subuk hareketler, açıklamalar, nerede nasıl davranılacağı belli olmayan ruh hali.
Ve en sonunda Erdoğan ve Trump'ın yolları yine bir noktada kesişti.
Rahip Brunson Beyaz Saray'da ağırlanır ve Türkiye'ye dolaylı tehditler gönderilirken, Trump "Erdoğan'ın bu işi neden bu kadar uzattığını anlayamadım" diyebiliyordu.
Ve son olarak ABD-Türkiye ilişkilerinde eşi benzeri olmamış bir rezalete tanıklık ettiğimiz o mektup servis edildi.
Mektubun kabul edilebilir, geçiştirilebilir bir yanı bulunmuyor.
Hükümete yakın kaynaklar, "Mektuba cevabı Barış Pınarı Harekatı'nı başlatarak verdik" diyorlar. Operasyon zaten yapılacaktı, bu kaçınılmazdı, hatta geç bile kalındı.
Dolayısıyla mektuba cevap verilmedi, verilmediği gibi o mektup bilinçli bir şekilde kamuoyuna servis edilerek Türkiye itibarsızlaştırılmak istendi.
Biz havuz medyası gibi davranamayacağımız için bu tabloda öfkemizi, tepkimizi Türkiye adına koymakla yükümlüyüz.
Bu aşağılık mektup aynen sahiplerine iade edilmelidir.
Türkiye'yi her fırsatta ambargo ile tehdit edenler, Kıbrıs Türk'ünün varlık sebebi olan çıkarmayı hiçbir zaman unutmamalıdırlar.
Güneri Civaoğlu, daha önce İncirlik'in kapatılma hikayesini araştırmacı yazar Hulusi Turgut'a dayandırarak köşesine şu satırlarla taşımıştı:
"Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'ti.
20 Temmuz 1974'te Türkiye "Barış Harekâtı" adı altında TSK'yı Kıbrıs'a çıkardı.
Bugünkü sınıra kadar adanın kuzeyini ele geçirdi.
ABD'nin karşı çıkmasına rağmen gerçekleşen bu harekâtın faturası 'TSK'ya silah ambargosu konularak' kesildi.
ABD ve NATO ülkelerinden TSK'ya artık tek bir cıvata bile verilmeyecek, satılmayacaktı.
31 Mart 1975'te MHP, MSP, CGP ve AP 1. Milliyetçi Cephe hükümetini kurdu.
Başbakan Süleyman Demirel'di.
Bir gün, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar, Başbakan Demirel'e geldi. Org. Sancar'ın elinde bir metal çubuk vardı. Başbakan'a asker selamı verdikten sonra Sancar elindeki çubuğu Demirel'e göstererek, 'Sayın Başbakanım, suçluyu getirdim' dedi.
Demirel sordu:
- Paşam, hayırdır? Elinizdeki çubuğun kabahati ne?
- Sayın Başbakanım, askerî savaş uçakları, havada arızalanınca, bildiğiniz gibi, pilotlar otomatik paraşütle atlar. İşte bu çubuk, o sistemi harekete geçirir.
- Peki anladım Paşam da, bu çubuğun suçu nedir?
- Bu çubuk, otomatik paraşüt sistemini çalıştıran parçalardan birisi. Bu çubuk olmadığı için, pilotlar, uçağa binmek istemiyor. Yani, risk almak istemiyorlar.
- Paşam, çubuğu satın alalım.
- Satmıyorlar
- Satmayan kim?
- Amerikalılar.
- Biz yapalım.
- Yapamayız, çünkü patenti bizde değil.
- Anlaşıldı Paşam...
Demirel Başbakan olduğunda kucağında bulduğu 'silah ambargosu' nedeniyle hem üzgün, hem öfkeliydi.
Ankara'ya gelen dönemin Dışişleri Bakanı Kissinger ve daha sonra Brüksel'de konuştuğu ABD Başkanı Ford'a ambargonun ABD ile Türkiye arasındaki ilişkileri germesinin yanı sıra TSK'nın savaş gücünü zayıflattığını, bunun dolaylı olarak NATO gücünü de zaafa uğrattığını anlatmıştı.
'Bizi istemediğimiz sert tedbirler almaya zorlamayın' diye uyarmıştı.
Fakat...
Sonuç alınamamıştı.
Bunun üzerine Türkiye, 25 Temmuz 1975 tarihli Bakanlar Kurulu kararnamesiyle 'Türkiye'deki sayıları 21'i bulan bütün ABD üs ve tesislerini' kapattı.
İncirlik'i ise sadece NATO kullanabilecekti.
Bu 'sert ve kararlı' tavır ABD'yi epey sarsmıştır.
Ambargo 1978'de ABD kongresi kararıyla kaldırıldı. (Başbakan Bülent Ecevit'ti.)
Türkiye'deki kapatılmış üs ve tesislerin -İncirlik dahil- yeniden Amerikalılar tarafından kullanıma açılması ise 12 Eylül generaller yönetimi tarafından alınan kararla mümkün olmuştur. (18 Kasım 1980)"
İşte size birilerinin aşağıladığı "eski Türkiye"den kesit…
Bugün yapacağımız tek eylem; devletin itibarını düşünerek geri adım atmadan dik durabilmektir.
Çünkü bu devlet meselesidir, çünkü bu Türkiye'nin itibarı meselesidir.
NOT: Yazı, ABD-Türkiye anlaşmasından önce kaleme alınmıştı.