Erdoğan’a ne lâzım?
Sümela’daki ayinden tedirgin olanlara Sayın Başbakan neler demişti, birlikte hatırlayalım:
“- İnancına güvenen inanç hürriyetinden korkmaz. Fikrine, düşüncesine güvenen fikir ve düşünce hürriyetinden korkmaz. Bunlar ‘Milliyetçiyiz’ diyorlar. Aç Osmanlı tarihini bir oku. Bak Osmanlı bunlardan korkmuş muydu?”
Söyleyin Allah aşkınıza bu lafların düzeltilebilecek bir yanı var mı? O ayini eleştirenlerin Müslümanlığından şüphesi mi var?
Bu ülkenin Başbakanı olarak Patrik’i, arkasında ve yanındakileri dinlediğiniz kadar ayin için çekinceleri olanlara da kulak vermeniz gerekmez miydi? Sümela’da ayin diye tutturanların derdi düşünce hürriyeti mi yoksa tarihle, Türk milleti ile bir hesaplaşma mı?
Hele o, “Aç Osmanlı tarihini bir oku” demeniz, evlere şenlik.
Asıl siz okuyun Sayın Başbakan Osmanlı tarihini. O zaman göreceksiniz ki, ayin için sizden istenen ve sizin de uygun gördüğünüz 15 Ağustos tarihi, Trabzon’un Türklere geçiş yani Trabzon’un fethinin yıldönümüdür (15 Ağustos 1461). Görüyorsunuz elin Haçlısı ne kadar “tesadüfî” yaşıyor ama bizim “Tarihi çok okuyup her şeyi fevkalade bilenlerimiz” ne kadar “şuurlu” maşallah?!
Eğer Osmanlı tarihi kuşbakışı olsun okunsaydı Osmanlı’nın Balkanlar, Mora, Girit, Kıbrıs hatta Mısır’da, hatta hatta Arabistan’da (Vehhabiliği desteklemiştir) arkadan hançerlenmesine kadar pek çok olayda Patrikhane’nin doğrudan ve dolaylı parmağının bulunduğu görülürdü.
Patrikhanenin ellerinde on binlerce Müslüman Türk’ün kanının olduğu, tarihî ve belgeli bir gerçektir. Belki şimdi bunları söylemenin ne anlamı var, bütün bunlar geçmişte kaldı, kalmalı diyenleriniz olabilir. Keşke... En nefret ettiğim, tarih şişelerinin açılıp içinden kin ve nefret cinlerinin çıkartılmasıdır. Ama sonuçları bakımından bütün bunlardan daha beter olan bir şey vardır ki, o da gaflettir ve gaflette de biz Türklerin üzerine yoktur maalesef.
Tarih şişesinden kin ve nefret cinini çıkaran biz değiliz, bizzat Patrikhanedir, hadi “Kin Kapısını niye açmıyorsun?” diye sormuyoruz, belli ki o kapıda bir Diyanet İşleri Başkanı asmadıkça, bu işi yapmayacaklar. Çünkü yaza yaza dilimizde tüy bitti.
Lakin dostlar bu patrikhane Kurtuluş Savaşı’nda da başımıza bela oldu. Yüz binlerce müstevliyi Bizans bayrakları ile karşılaması bir yana, silahlandırdığı 40 bin kişi ile İstanbul’da terör estirdi. İstanbul’dan Anadolu’ya silah, insan ve subay kaçıran milli teşkilatların Patrikhane’nin İstanbul’u çok iyi tanıyan ve bir Türk’le farkı bulunmayan bu 40 bin silahlı ajanından neler çektiğini bilmek isteyenler, o dönem bu işlerin başındaki Türk subayların anılarından okuyup da bir öğreniversin lütfen. Zaten Patrik’in 9 Osmanlı Padişahına teşekkür edip Fatih’i ve Milli Mücadele dönemini anmaması her şeyi açıkça gösteriyor. Fatih olmasaydı bugün Patrikhane olur muydu? Fatih’e niye teşekkür yok öyleyse? Hele bir teşekkür etsin, yer yerinden oynar. Çünkü Fatih, İstanbul’u Türklerin yapan bir padişahtır ama Patrikhane ve arkasındaki güçlere göre bu “geçici bir dönem”dir ve İstanbul asla Türklerde kalmayacaktır, bırakılmayacaktır. Bunu söyleyen o kadar Yunan devlet adamı vardır ki, saysak sütun dolar.
Sadece Yunan mı? Hayır, Çörçil’den Katerina’sına kadar... Anglikan Hıristiyan’ından Ortodoks ve Katolik Hıristiyan’ına değin cümlesi için “İstanbul Türklere bırakılmayacak kadar Haçlı” dır.
Sırpların Bosna’da daha 1992’de gerçekleştirdiği Müslüman katliamı sırasında Patrikhane ne yaptı dersiniz? O kadar ısrarlara rağmen mezhepdaşlarına, “Yapmayın, günahtır” dedi mi, yoksa “Bizi ilgilendirmez” diyerek, olup bitenlere içten içe... Her neyse..
Bütün bunları bilenlerin tarih okuması lâzımsa, bunların hiç birinden haberdar olmayanların ve haberdar olanları yahu niye unutmuyorsunuz diye suçlayanların ne yapması lâzım acaba?