Erdoğan bu iyi işi biliyor

Diyarbakır’da iki gün üst üste toplandılar.
Ayrı bir bayrak, ayrı bir dil, ayrı bir savunma gücü istediler. Adımız da “Özerk Kürdistan” olsun dediler. Kendi meclisimizi, kendi bütçemizi oluşturalım. Kendi vergimizi koyalım, kendi meclisimizi kuralım, Ankara’ya da vekiller gönderelim. Yani hem burada bir devletimiz olsun, hem Ankara’da bir üssümüz bulunsun, Türkiye’nin diğer bölgelerinden toplanan vergilerden pay alalım, kolumuzun uzandığı yerlerden haraç toplayalım, dediler.
Böyle bir azgınlık dünyanın neresinde görülmüş dediğimizde, keyfiniz bilir, dediler. Şehirleri yaşanmaz hale getiririz. Askeri, polisi vurur, sivilleri toplu taşıma araçlarında Molotof kokteylleri ile yakarız. Canlı bombalarımız devreye girer, Meclis’te tahrik, sokakta cinayet mesleğimiz ve gıdamız imasında bulundular. Yapmayın, etmeyin, günahtır itirazında bulunduğumuzda ev sahibini bastıran yavuz hırsız oldular: Siz kan dökülmesini istiyorsunuz. Otuz yıldır elli bin kişi öldü, bir trilyon dolar gitti; analar ağlasın, silahlar susmasın mı?
Bir iki Kürt itiraz edecek oldu, “Sen sus, Kürtler adına ancak biz konuşuruz, yoksa kurşunu yersin” tehdidi savurdular.
Televizyonlarda açtıkları ağızları Kalaşnikof namlusu, gazetelerdeki kelimeleri Kalaşnikof kurşunu gibiydi. Lakırdıları-takırtıları zihinleri delik deşik etti. Bin yıllık kardeşliği kana buladılar. Öyle tehditler savurup, öyle esip gürlediler ki, Türkler, bu konuşanların Todor Jivkof, yaşadıkları toprakların da Bulgaristan olduğu hissine kapılmaya başladı.
Devlet neredeydi? Hükümet neredeydi?
Asker, “Ben buna izin veremem” dedi. Hep birlikte ona yüklendiler. Sana ne oluyor, sen kimsin küfürleri ettiler. Kürtler böyle istiyor, dediler. Yalandı, Kürtler PKK tarafından rehin alınmıştı. Aydınlar böyle istiyor, dediler. İftiraydı, çünkü aydın dedikleri beyinleri ile değil cüzdanları ile düşünüyordu. Bu demokrasinin gereği dediler, o da yalandı. Yalandı, çünkü Çanakkale’yi bu millet “evet/hayır” oyları ile kazanmamış, Kurtuluş Savaşında arkasına İngiliz’i almış Yunanı ve Anadolu’nun muhtelif bölgelerini işgal etmiş İtalyan ve Fransızları kamuoyu yoklamaları ile geldikleri yere göndermemişti. Vatan ve devletin bedeli açlıktı, alın teri idi, gazilikti, şehitlikti.
Aman Allah’ım, neler oluyordu?
Türkiye bir işgal altında gibiydi. MHP, ey Başbakan niye susuyorsun diye bağırıyor, Erdoğan’dan ses çıkmıyordu. CHP, Sayın Erdoğan neredesin diye soruyor, Erdoğan ortalıkta gözükmüyordu. Oysa bırakınız vatanın bütünlüğü, devletin tekliğine laf söylemeyi, bir kişi bir Bakanına yumurta atsa esip gürlüyor; yumurta atanı da, yumurtayı da, tavuğu da bu dünyaya geldiğine pişman ediyordu.
Millette “Erdoğan niye susuyor” merakı had safhaya varmıştı. Çünkü Erdoğan ve AKP’nin hem bugüne kadar söyledikleri, hem parti programına yazdıkları Türkiye’yi bu hallere düşüren mihrakların dillendirdikleri ile büyük bir paralellik göstermekteydi. Gelin görün ki Sayın Başbakan’ın ağzını bıçak açmıyordu. O, bekliyordu. Bütçe’nin kapanış konuşmasını bekliyordu. Çünkü Erdoğan siyaseti gerçekten çok iyi biliyordu. Milletin bütün bu olup bitenler karşısında ne düşündüğünü merak ettiğinin çok iyi farkındaydı. İnadına susarak bu merakı alabildiğine tahrik etti. Milleti Bütçedeki konuşmasına kilitledi. Ve öyle bir konuştu ki, kimi yerde Devlet Bahçeli konuşuyor zannettik, kimi yerde Genelkurmay Başkanı muhtıra veriyor hissine kapıldık. “Tek devlet” diyordu, “Tek dil” diyordu, “Ameliyat yaptırmayız” diyordu.
Demesine diyordu amma “Özek Kürdistan” isteyenlerin taleplerinin neredeyse aynısı AKP programında olduğu gibi duruyordu.
O satırları okuyan herkes Kışanak’ların, Demirtaş’ların kırmızı ışıkta geçerek ulaşmak istedikleri noktaya, AKP’nin üst geçitten geçerek varmak istediğini çok açık görüyordu.
Söyleyin haksız mıyım?

Yazarın Diğer Yazıları