Erciyes’e giderken
Türklüğün izlerini kayalarda bularak tarihin yeniden yazılması gerektiğini ortaya çıkaran “adam”ı kaybetmenin acısı, bayram zehir eden Silivri kararlarını katmerledi. Değerli dostum Servet Somuncuoğlu’nu bir gazete yazısı ile anlatamamanın güçlüğünü çekiyorum. Henüz çok taze ve derin olan acıyı tarif imkansız. Kim bilir önümüzdeki günlerde O’nun Atilla İlhan’a okuttuğu enfes şiirlerle hazırladığı albümlerden başlayıp, Türk Halk Müziği arşivlerini yaptığı, yapmak için gecesini gündüzüne kattığı ve o sırada sağlığını ihmal ettiği belgeselleri yazarız. “Gül Yazıları” ndan dem vurup,Türk tarihine mühür vuran araştırmalarına göz atarız. Umarım günün birinde romanını yazıp, Servet Somuncuoğlu belgeseli için kolları sıvarız. Rabbim cennetine kavuştursun.. Dualarınızı esirgemeyiniz...
***
Okuyucularımız Silivri’de yıllardır takip ettiğim asrın davasına ilişkin yorumumu merak ediyorlar. En başından en ağır cezaların çoktan yazıldığını, hükmün tebliğinin konjonktüre göre değişebileceğini belirtmiştim. Tıpkı sözde Balyoz’da olduğu gibi “düşman hukuku” eksiksiz uygulandı. Yüzbinlerin Silivri duvarlarına dayanmasının yolu daha şehirlerden hareket edilmeden kesilmişti. Hükümet sözcüsü sözde hukukçu Bülent Arınç bile mahkemenin basılıp, tutukluların kaçırılacağı yalanına sığınmak zorunda bırakıldı. Oysa 13 Aralık’ta ve 8 Nisan’da duvarları sarsan kalabalık hukuktan umudunu yitirmemiş, yasadışı olaylara tevessül etmemişti. Hükmü okumaya başlayan heyetin sadece sesleri titremiyordu. Kürsüden görünmeyen ayaklarından zangır zangır ses geldiğinden eminim.
Sözü uzatmaya gerek yoktur. Ankara’da Danıştay cinayetinden müebbet cezası alan ünlü “Osmanım”, Silivri’de tahliye edilerek kendisine verilen görevi yerine getirdiği için ödüllendirilmiştir. Bir tarafta Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a verilen müebbet cezası, diğer tarafta Osman Yıldırım’a tahliye, terazinin ne denli adil olduğunun göstergesidir. Kararlara şaşırmadım. Hatta ağızlarından salyalar saçarak zil takıp oynayanların hezeyan dolu intikam çığlıklarını da garipsemedim. İdam cezası uygulansa her biri gönüllü cellatlık için sıraya girebilecekleri ihtimalini de umursamıyorum. Sonuçta herkes görevini yapıyor. Benim gözüm korku duvarını aşanlarda.. Dağları saran korkudan korkanlar uyanmaya başladı. Hesaplaşmanın karargahını tespit etti çoğu. Hesabı soranların, hesabı kesenin, hesaptan hesaplaşanın kimler olduğu tek tek meydana çıkıyor. Bu süreçteki tek kazanç, hesabın henüz bitmediğinin su yüzüne çıkışıdır.
***
Gelelim Erciyes’e.. Türk töresinin kurultay geleneğini yaşatma gayeti ile ısrar ve inatla Erciyes’e gidişimizin meyveleri yeşeriyor.
Yasaklamalara rağmen Erciyes özlemi ile bir araya gelme gayretleri kimseyi rahatsız etmemeli. Bu yıl bayrama rastladı. Geleneği bozmadan bayram ile kurultayı birleştirmek tevafuk oldu. Tekir Yaylası’nda bir araya gelmek belki de gerilen sinirleri, bozulan moralleri tamir etmemize vesile olur.
“Hiç kimse gelmese de bir taşın üzerine yalnız başıma oturup, Alparslan Türkeş’i yad ederek kurultay geleneğini sürdürürüm” diyen Ozan Arif in gönüldaşları O’nu yalnız bırakmadı. 300-500 derken üç-beş bini bulduk. Bu yıl yurdun dört bir yanından onbinleri bekliyoruz. Kavurmamız, pilavımız ayranımız var. Yayla havası, dostluk rüzgârı ve özlem.. Türkiye Cumhuriyetini kuran irade olan Türk Milliyetçiliğinin ayaklar altına alınma girişimlerine karşılık Erciyes’ten yükselecek ses, şer ortaklarını ürkütecektir.Yarın yolu düşenleri Erciyes’e bekleriz efendim..