Erciyes vakti
Erciyes Kurultayı geldi çattı. Bizi de heyecan sardı elbette. Bugün Erciyes’in yasaklanması, zorunluluğu gibi tartışmalara girmeyeceğim. Kurultay geleneğinin yüzlerce yıllık tarihini de yazmaya niyetim yok. Türklerin yerleşik hayata geçişi ve günümüzde köy nüfusunun yüzde onların altına düşmesi gibi detaylarla kafaları karıştırmadan Türk Milletinin bulunduğu her coğrafyada bir “yayla kültürü”nün de halen yaşatıldığının altını çizmeliyim. Şehirleşme arttıkça tabiata olan özlemde depreşiyor. Betonarme apartmanlara sıkışan insanımızın havaların ısınmasıyla yeşil bir alan bulup pikniğe gidiyor. Deniz kenarında yazlık sahibi olmak yerine şehrin biraz dışında hobi bahçesinde ağaç dikip, sebze-meyve yetiştirme ihtiyacı hissediyor insanımız. Maddi durumu biraz iyi olan çiftlikte çok mutlu. Kısacası insanın doğasında var tabiat aşkı. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde bu ihtiyaç şenliklere dönüştürülerek mutluluğun paylaşıldığı alanlar bir birinden haberdar olmayan onbinleri akıtıyor alanlara.
Yüzlerce yıldır devam eden Türkmen şenliklerini tek tek saymak mümkün değil. Erdemli Türkmen Şenlikleri Türk Milliyetçileri için en eskisidir. Karadenizin yaylalarında, Anadolu’nun dağlarında tekrarlandıkça heyecanlandırır vatandaşımızı. Türk Milliyetçisi, ülkücüler için elbette yeri daha farklı. Erdemli Türkmen şenlikleri, Erzurum Palandöken, Antalya Sorgun, Aksaray Hasandağ, Çanakkale, Pozantı, Tekir’deki ünlü “Komando Kampları” 68 gençliğinin yürek yangınıdır. Ortaokul son sınıfta bu satırların yazarı da ağabeyleri ile Bolu Dağındaki kampa çıkmıştı. Devir değişti... Nostalji tünelinde yolculuk yapıp, anılarla avunma niyetinde hiç değiliz. Hele hele iletişim teknolojisinin geliştiği dönemde yurdun dört bir yanından bir araya gelme hasretini falan hatırlatmayacağım. İnternet ve sosyal medyada istenilen anda görüntülü görüşmek bile mümkün lakin kucaklaşmanın hazzını hiç biri veremiyor. “Yine yakmış yar mektubun ucunu, askerlikte sevda çekmek zor diyor” dizeleri hangimizin yüreğini burkmadı. Telefon mesajları, bayram kartlarının yerini alabildi mi? Telefon ile sesini duymak bile mektubun gizemine yaklaşamıyor. “El ve göz teması”nın oluşturduğu bioenerji bilimi ile hastalar tedavi oluyor. Dolayısı ile “aura” denilen çekim alanında üzüntüler paylaştıkça azalıyor, mutluluklar katlanarak çoğalıyor. Erciyes Kurultayı ülkücüler için tam da bu ortamın oluştuğu buluşma noktası idi. Edirne’deki ülkücü ile Kars’taki buluşup, kucaklaşıyor aynı dilden konuşarak ortak sorunlarına çare arıyorlardı. Türk Kültüründe “sofrayı paylaşmak” gibi olağanüstü bir kültür vardır. Ülkücüler liderleri ile yolbaşçıları, başkanları, aile ve çocuklarıyla aynı sofrayı paylaşmanın hukukunu yaşadılar. Avrupa’dan gelen gurbetçi işçilerle, Azerbaycan, Irak, Suriye, Bulgaristan, Kırgızistan, Doğu Türkistanlı ile tanıştılar. Politika kulvarında mokasen ayakkabılarla “yol arkadaşlığı” yerine “ülküdaşlık hukuku”nu yaşadılar. Bir birlerinin sırtına basarak değil omuz omuza verip güçlendiklerinin farkındaydılar.
Sözü uzatmayacağım. Türk Milliyetçileri, ülkücüler kurultay geleneğini özledi. Birilerinin karikatürüze etmeye kalkıştığı kafa tokuşturmaya hasret hepsi. Dün, dün de kaldı... Türkiye’nin uçuruma sürüklendiği esnada birlikte olmanın gücünü hissetmek istiyor hepsi. Edep adamıdır ülkücü, öyle protokol kurallarına falan ihtiyaç duymaz. Baba ocağında aldığı terbiye, ülkü ocağında öğrendiği töre, teşkilat anlayışı ile büyüğünü,küçüğünü bilir. Koruma orduları, özel kalem randevularına ihtiyaç duymadan göz göze bakışarak anlaşır, konuşmadan ortak karar alır. Yeter ki bir araya gelsin.. Bu birlikteliği sağlamak için yıllardır çabalayan Kayseri’deki değerli dostlarıma müteşekkirim. Türkmenin töresinde davulun ve silahın sesini duyan herkes davetlidir toya.Yarın da “Erciyes’e Davet”i yazıp hasbihale devam edelim.